Laik
Devlet yönetiminde dinin refreans
olarak alınmamasını, devletin din karşısında tarafsız olmasını savunan yaklaşım
anlamına gelen laik sözcüğünün yolculuğu Yunanca’da halka ait, ruhban olmayan
anlamına gelen laikos’a kadar gidiyor. Yunaca’dan Latince’ye ‘laicus’ olarak
geçmiş olan sözcük Fransızca’ya ‘laicite’ olarak geçmiş. Roma İmparatorluğu’nda
din adamlarına ‘clerici, din adamı olmayanlara da ‘laici’ adı veriliyordu.
Laisizmin İngilizce’deki karşılığı ‘secularism’dir. Türkçe’de laiklik de
sekülerlik de kullanılmakla birlikte yaygın olan ifade laiklik sözcüğüdür. Her
iki ifade de din ve devlet işlerinin ayrılması anlamına geliyor.
Ortaçağ tarihi uzmanı Joseph Strayer, kilisenin, kamusal
yetki ya da görevleri bulunmayan bir özel topluluk olarak kabul edilmesinin,
laik yönetim tarzının temel çıkış noktası olduğunu söylüyor.[i] Strayer’e göre bir toplum,
laik yönetim tarzına geçtiğinde, siyasal yönetimde kilisenin etkisi tümüyle
ortadan kalkmış demektir. Bu anlamda kilise, devlet yönetiminin bir parçası
olmaktan çıkarak herhangi bir dernek gibi kamusal yetki kullanamayan bir
topluluk haline dönüşür. Kimse buraya üye olmak ve önerdiği kurallara uymak
zorunda değildir.
Laikliği benimsemiş bir toplum, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması siyasal rejimin bir unsuru olarak da benimsendiği için o toplumda hangi eğilimdeki siyasal parti iktidarda olursa olsun, din ve devlet işleri ayrımı tehdide uğramaması gerekir. Aksi oluyorsa o toplumda laiklik tam olarak yerleşmemiş demektir.
Batı toplumları on üçüncü yüzyılda başlayan mücadeleyi bir kaç yüz yıl süren bir süreç içinde laiklik aşamasına ulaştırmayı başardılar. Bu oluşumda burjuvazinin önemli rolü oldu. Parasal birikim, burjuvaziyi kilisenin önüne çıkarıp, daha güçlü kılınca, burjuvazi, toplum yönetiminde kiliseden daha fazla söz sahibi konuma geldi.
Zaman içinde kilise bazı çıkışlar yaparak, topluma eski gücünü kabul ettirmeye uğraştı, en azından bazı konularda kiliseden izin alınması için ciddi mücadeleler verdi. Siyaseti etkilemeyi ve kendi konumunu sarsan bilimsel araştırmaları kısıtlamayı denedi. Ne var ki kilise, bu tür girişimlerinin çoğunda yenilgiye uğrayarak destek kaybetti. Örneğin İngiltere kralı Sekizinci Henry’nin karısından boşanmasına izin vermemekte direnerek güç gösterisine girişen katolik kilisesi, Henry’nin, Anglikan kilisesini kurup kendisini de kilisenin başı ilan edivermesiyle İngiltere’yi kaybetti. Galileo Galilei’ye, dünyanın dönmediğini söylettirdi, Darwin ve Freud’u lanetledi, başlarda destek de sağladı ama sonra o desteği yitirdi. Çünkü bilimsel ilerlemeyi önlemek mümkün değil. Kim üstünü örterse örtsün, gerçek, sonuçta ortaya çıkıyor.
Bugün İran’da yaşananlara bakınca Atatürk reformlarının ne kadar önemli olduğunu çok daha iyi anlıyoruz.
Not: Yeni Yüzyıl Gazetesinde 26 Temmuz 1998 tarihinde yayınlanmış
olan yazımın yenilenmiş halidir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün gerçekleştirdiği reformların önemini anlıyoruz ama şu an var olan Türk toplumunda bu reformlardan eser kalmamış gibi.
YanıtlaSilTürkiye bugün hala çağdaşlığın köşesinden tutabiliyorsa Atatürk devrimlerinin etkisinin hala iyi kötü sürmekte olmasından.
SilHocam tersten bakarsak, Atatürk devrimleri Tanzimattan süregelen batililasma cabalarinin hizlandirilmis hali gibi. Üc günlük yemegi tekte yemenin sebep oldugu sindirim sorunlari gibi, Türk toplumu da bu hizli degisimin sancilarini cekiyor hala. Yani cagdaslasmaya karsi-devrimci bir durusun hala bu kadar kuvvetli olmasini da Atatürk devrimlerine baglayabiliriz belki.
SilAyrica laiklik genel anlamda devletin/toplumun din ile olan münasebeti ile alakali bir olgu, bireylerin dini hürriyetleriyle alakali degil pek. Atatürk döneminde laiklik basliginda degerlendirilebilecek kimi uygulamalar, biraz bireylerin dini yasantilarina müdahale eden cinstendi.
Saygilarimla
1853 ün yazdıklarını yazacaktım, vazgeçmiştim.
SilTürkiyenin şimdi sorun diye düşündüklerinin, Türk aydınlarının günümüzün en büyük sorunu diye nitelendirdikleri tüm sorunların çözümlerini Cumhuriyet kurulmadan önceki aydınlar getirdi.
Atatürk, yetişme tarzı sebebiyle de, bu reformları devleti eline aldıktan sonra hızlandırdı. Yani ümmetin başı öyle bir fırıldak gibi döndü ki, ne Atatürk'ü ne de yaptıklarını anlayabilme yetenekleri bulunmuyordu. Türk toplumu, yine o dönemlerin raporlarında vardır, Atatürk inkilap ve devrimlerinin getirmek istediği hayat düzeninden en az 250 yıl gerideydi.
Günümüz batı demokrasisinden de 4 ile 5 bin yıl geridedir. Yine 200 yıldan beri yapılan hem yerli hem batılı incelemeler Anadolu Türk toplumunun batı ile entegre olamayacağını gösterir. Karşımızda iki ayrı dünya vardır.
Batı da demokrasi konusunda tek bir standarda sahip değildir. Bakınız, İtalya nasıl savrulmaya başladı. Demokrasi, sahip olunması aşırı zor değerler bütünüdür. Topluma katkısı da o derece yüksektir. Günümüz Türkiyesi malesef demokrasiyi ayakta tutacak kaynaklardan yoksundur.
Acı ama gerçektir ki, Türkiye gibi toplumlar, demokrasi ve sanayisini, finans kapitalini oturtmuş toplumlar karşısında ister istemez kaynaklarını kaybetmeye mahkumdur. Bir süre sonra da kültürlerini veya bağımsızlıklarını kaybederler. Türkiye kültür kaybına, kontrol edemediği göç ile yaşamaya başladı. Devam edecektir. Türkiye'de yaşayan Türkler, ne kadar engellemeye çalışırlarsa çalışsınlar baş edemeyecekler. Tarihte başedebilmiş bir ulus da yoktur.
Bağımsızlık konusunda, Türkiye Osmanlıya benzer. Bugün Türk devleti bağımsızlığını Nato'ya borçludur. Sultan 2. Abdülhamid de, 1878 de İngiliz Kraliyetinin korumasını resmen kabul ettiği için devletini ayakta tutabilmiş, isyanları bastırabilmiştir. İlk karşılık olarak da Kıbrıs'ı İngiltereye hediye etmiştir. Buradan, Kıbrıs Türk Devletinin niye kabul edilmeyeceğini de anlarsınız.
Saygılar.
Atatürk'ün yaptıklarını yeni yeni insanlar anlıyor, sebebi de adamın yaptıklarının kaybedilmeye başlanması, günlük hayatta etkisinin hissedilmesi.
SilTürk sosyal hayatının bir gerçeğidir, işin tecrübeli bilen insanlara verilmesi yerine, kafaya uygun insanlara verilmesi. Sistem de böyle. Hal böyle olunca, Atatürk ün kazandırdığı değerlerin önemini bilen insanlar yetkin makamlara da gelemiyor, değerler kaybediliyor.
Biz Atatürk'ün kazandırdığı değerleri uygulayabilmek için şimdiki Türkiyenin 3 katı toprak, o zamanki Türkiye nüfusuna yakın, 8 milyon insanımızı kaybettik. Bedeli çok yüksek oldu.
Türkiye haketmediği için o değerleri kaybetti. Geçmiş olsun. Daha da gelmezler. Yahu, devleti en olmadık insanlara vermekle yetinmeyip, bir de padişahta olmayan yetkileri onlara veren milletten bahsediyoruz. Ben artık, ülkenin kurtulmasını geçtim, öyle bi şi olmayacak. Ailemi nasıl batı ülkelerine bir iki sene içinde atarım diye araştırıyorum.
Değerli Mahfi Hocam, yazınız için teşekkür ederim. Ancak bu tür yazılarınızı her gün okumak istiyoruz.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
SilSayın hocam Atatürk reformları döneminin çok ilerisindeydi. Özellikle kadın hakları açısından erkil topluma kaldırılmış en büyük reformlar olarak karşımıza çıkmakta, Avrupa’da süfrenaj üyeleri hem çok kıskandı hem üzüldü o kadar çabalarına rağmen kadın haklarını elde edememelerinden dolayı, biz toplum olarak bu reformları hayatımıza yeterli düzeyde enjekte edemedik. Toplumun eğitim düzeyinin düşük olması erkil toplum yapısının devam etmesine sebebiyet verdi. Eğitimsizlik en büyük düşmanımız olmaya devam ediyor.
YanıtlaSilEvet maalesef öyle.
SilAtatürk ün nasıl bir deha olduğu halen bazı kesim tarafından kabul edilmiyor hocam bizim insanımız yaşamadan öğrenmiyor kendine değer vermiyor
YanıtlaSilBazı kesimler dediğiniz zaten laikliğe karşı, şeriattan yana ve kadın - erkek eşitliğini kesinlikle kabul etmeyenler.
Sil"Hem laik hem müslüman olunmaaz. Ya müslüman olacaksın ya laik"
YanıtlaSilBireylerin dinleri-inançları olmaları Laiklik tanımının dışındadır. Konu bugünün tanımı ile dinleri inançları soyları ana dilleri mezhepleri cinsel tercihleri ne olursa olsun Devletin yani Politik alanın karşında eşit yuttaş olmalarıdır. Esasında bu da bir dindir yani A dan Z ye Toplum örgütlenmesinin kurallarını belirler tüm diğer dinler gibi sadece bu modern din kendinden önceki dinleri Politik alanın dışında tutarak Özgürlük ve Demokrasi havzasında insanın İNSAN yani birey olmasının önünü açar, toplum barışı daha iyi bir yöntem bulunana kadar
SilOlaya bir de şu açıdan bakarsak; din dediğimiz şey hiç olmasaydı insanlık da ondan kurtulmak için böyle mekanizmalar geliştirmek zorunda kalmayacaktı. İnsanlığın avcı-toplayıcı dönemden yerleşik düzene geçmesiyle birlikte oluşan ilk sınıfın ruhban sınıfı oluşuna bakarsak neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir belâ ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Yani aslında dünyanın en eski mesleği, herkesin bildiğinin aksine din adamlığıdır. Bu tufeyliler rahat rahat yaşayıp yönetici sınıflarla iş birliği içinde milleti sömürsünler diye insanlık binlerce yıldır eziyet çekiyor...
YanıtlaSilDin olmasaydı, yerleşik düzene geçemezdi.
SilDin yerine başka bir duyguyu koyduğunda olayı çözer.
Bazı ateistler güzel yaşam, beraber üretim, beraber dayanışmayı, ortak insani değerleri, din duygusu yerine kullanabiliyor, küçük bir toplumu bir arada tutabiliyorlar.
Genele yayılmış bir duygu değil henüz.
Günümüz şartlarında mevcut devlet düzenleri içinde sayılarının artması lazım.
Zamanla artar.
Türkiye'de dinsiz yaşam hakkı anayasa güvencesinde olmayınca, çok kişi dinsiz olduğunu da rahat ifade edemiyor. Edebilseler, etraflarında çok insan da etkilenir, dinsizleşme hızlanır. Kilit anayasada. Türkiyede yüzde 6 diyorlar dinsiz sayısına. bunların toplumu etkileme gücü yüksek, nitelikli bir nüfus. Bunlar açık konuşunca dinsiz sayısını yüzde 25 üstüne atacak potansiyeldeler.
Anayasada din ve vicdan hürriyeti korunuyor diye biliyorum. Hadi bunu gecelim; dinli veya dinsiz, yasam hakki korunuyor zaten. Yanlis bilmiyorsam yaklasik 8-10 yil oncesinde kurulan bir Ateizm Dernegi de var. Yani dinsiz oldugunu aciklamak hukuki bir sorun dogurmuyor, kisinin icinde bulundugu toplumla ilikisi noktasinda sikinti yaratabilir.
SilAdsız 0922,
SilAnayasa dinsiz veya toplum genelinden farklı düşünen insanları güvence altına almıyor.
Uygulaması da yok.
Sizin gibilere anlatmaya gerek yok ama anlayanlar için yazalım.
Sivas'ta insanlar katledildi, ceza alan olmadı.
Aziz Nesin vb çok aydın devlet görevlileri tarafından sözle taciz edildi, mükafatlandırıldı.
Devlet başkanı, gavurundan tut, her türlü anlama gelecek saçma sözler söyledi, azınlıklar korunmadı.
LGBT + bireylere sabah akşam yapılan taciz ve meydanlardan savrulan tehditler nefret suçu kapsamında cezalandırılmadı.
Devlet, nefreti körüklüyor. Devlet, nefreti teşvik ediyor.
Atatürk'ün en büyük devrimi ve ilkesi Laikliktir.
YanıtlaSilDoğrudur.
SilBazı kesimler laiklik deyince sadece tarikat ve cemaatleri ya da hanefi, şafi gibi mezhepleri anlıyor fakat iş Cemevine , havraya kiliseye gelince laiklipi unutuveriyorlar ne tuhaf değil mi hocam? Eğer laiklik (devlet işlerine karıştırılmama konusunda) varsa tüm inanç kesimleri buna tabi olmalıdır. Hem müslüman hem laik bal gibi de olunur.
YanıtlaSilLaiklik, bütün dinlere, mezheplere, inançlara ve inançsızlıklara karşı taraf olmadan durmayı ve devlet işlerine bunların hiçbirini karıştırmamayı gerektiriyor.
SilHem müslüman hem laik olunursa, bi zahmet diyanet ile sünni islam camileri yerine cemevlerine, kiliselere de vergiler aksın. Hristiyan Türklerin vergisi niye müslüman imamına maaş oluyor?
SilAlevilerin vergisi niye sünni imama gidiyor.
Ya onlara da diyanet hizmet sunsun, ya da sünni müslümanlar da parasını versin, camilerini ısıtsın, imamın maaşını cemaatleri versin. Cuma namazlarında toplanan 3-5 kuruşla, onbinlerce camii ve imam hizmeti verilmiyor.
Misal ben, sırf siyasilerin sünni müslüman değerlerine yaptığı ayrımcılık yüzünden Türkiyede vergi vermiyorum.
Cemevlerini diyanete bağlarsın bahsettiğin sorunu çözersin. oldum olası şu Alevi-Sünni ayrımcılığıan karşıyım . Hükümetlerin uyguladığı politikaları örnek gösterek bir yerer varılmaz. Ben hanefi inanca sahibim ve hükümet ve diyanetin birçok uygulamasını sevmem aynı zamanda cemevlerinin kendisini ayrı bir dindenmiş gibi ayrı bir ibadethane analayışına da karşıyım. Çünkü Atatürk zamanında hepsine gereken cevabı ve uygulamayı göstermişti! Devlet ile Hümümeti birbirinden ayırt edemiyorsanız söyleyecek söz kalmaz zaten.
Sil1212, o zaman bağlayın çözün, niye bağlamıyorsunuz?
SilMadem hanefisiniz, niye sizin hanefiler doğrusu budur demiyor.
Tepeden alttakine hep riyakarlıktan başka bir şey değil.
Kardeşim sonuç olarak devleti hükümet yönetiyor iyi yapılanları iktidara kötü yaopilanlari devlete atmayın ayrıca hiç bir farkida yok 20 yıldır adamlar devlet bunun 10 yılı başörtüsü sorununu devlet çözmek istemiyorla geçti yeter artık şunu ayırın bunu ayırın sanki ülkede güçler ayrılığı var gibi konuşuyorsunuz üzerine en ufak bir düşünme olmadan konussaniz diyeceğiniz ilk kelime devlet başka iktidar başka ile başlar
SilMuasır Medeniyet ya da Muz Otokrasisi.
YanıtlaSilO zaman Sezen ablamdan,
Hadi bakalım...
Laiklik , bir devletin örgütlenmesini ve işleyişini nelerin belirlememesi gerektiğini,
YanıtlaSilSekülarizm; nelerin belirlemesi gerektiğini anlatır. (Kuçuradi)
Hocam Devletin dini olmaz. Bu düşünce aslında Katolik kilisesi inanç sistemi uygulaması olarak İslam dinine sonradan yerleşme bir uygulama halini almış.
YanıtlaSilÖncelikle Devlet dediğimiz tüzel kişiliktir yani canlı aklı olan bir varlık değil onu yönetenlerin aklı olması gerekir devlet bir toprak parçası ve üzerinde yaşayan insanların olduğu tüzel kişiliğe sahip bir yapı.
Allah ben İslamı insanlara gönderdim diye açıklıyor ve dinin uygulamalı ibadetleri var.
Şimdi devlet sabah namazı kılmadı diye cezamı çekecek yada oruç tutmadı diye cezası mı var kuranda hayır. Devletin dini olmaz akli melekesi yerinde olan insana din geldiğine göre islamda dahil olmayan devlete din biçmek saçmalık.
Zaten İslam devletinde olmaz yada devletlerinde olmaz düşündüğümüzde bugün İslam devletleri uygulamasında yanlış çünkü kaç tane İslam var ve o devletlerin dinleri farklı mı ki ayrı ayrı devlet olmuşlar.
Bu yapılar islamıda yok etmiş birbirini öldürmüş. Diyelim Türkiye ben İslam devletiyiz dedi. İran kalkıp sen İslam değilsin dediğinde yada Suudi araplar siz İslam olmazsınız İslama uygun değil dediğinde bile birçok İslam çıkar ki bugünkü olanda bu.dopal olarak devletin dini olmaz.
Bu ruhban sınıfının yönetimi ele geçirmek için kullandığı argüman ve öylede yaptılar siyasal islamcılar da ve İrlanda molla rejiminde devleti ele geçirmek için İslamı kullanan yapılar oldu. Kaldı ki tarikatlara bunun için varlar.
Devlete ibadet farz değil dolayısıyla din de farz değil devletin amacı adalettir dininde adalettir üzerinde yaşayan tüm topluluğa adaletli davranmak ve hükmetmek. 5 farklı dini inançlı toplulukta olsa hepsinin inancına saygı duymak ve adaleti sağlamak.
Nasıl ki tarikatlar birbirini afaroz edip diğeri yok etmeye çalışıyor kafirlikle suçluyorsa biri yönetimi ele geçirince diğerlerini yok etmeye çalışıyor siyasal gücünü kullanıyor. Atatürk zamanın doğrusunu yapmış ve geleceğe ışık tutmuş bugün bile iktidar karşısında sıkışan tarikatlar Atatürk nimetlerini savunuyor ifade özgürlüğünden bahsediyor insanın yaşam hakkından fikir özgürlüğünü kendisi için istiyorsa işte dinsiz tarikatların gerçek yüzü aslında iktidarı eline geçirmektir.
Laiklik ilkesini benimsemiş bir ülkede devletin dini olmaz. Bu ilke yoksa (İran, İsrail bunun tipik örnekleridir) devletin de dini oluyor.
SilOrtaçağ’ın sonuna doğru Avrupa’da gündem:
YanıtlaSilKilise: “Ne kadar toprak o kadar dua.”
Burjuvazi: “Ne kadar temsil, o kadar vergi.”
Kral: “Kim ne veriyorsa iki katını veriyorum.”
:))
Türkiye'deki laiklik devletin her inanca eşit mesafede olması şeklinde uygulanmadı. Alevilere devletin üst kadrolarında görev verilmedi. Namaz kılan, eşi başörtülü insanlara olmadık engeller çıkarıldı. Sahipleri dindar diye alışveriş merkezleri boykot edildi. Başörtülü anneler oğullarının yemin törenlerine alınmadı. Okul birincisi başörtülü kıza geleneksel konuşması yaptırılmadı sürüklenerek kürsüden indirildi.
YanıtlaSilDemek ki neymiş teoriye değil uygulamaya bakmak gerekirmiş. Türkiye'de uygulanan ilke laiklik değil düpedüz din düşmanlığıdır.
Türkiye'de sünni islâm dışında başta alevilik olmak üzere tüm inançlara ve inançsızlığa düşmanca davranıldığı doğrudur. Alevilere devletin üst kadrolarında görev verilmemesi de din düşmanlığından değil alevi düşmanlığından kaynaklanmıştır. 1950 yılından itibaren ülkeyi yöneten sağ popülist islâmcı kadrolar, sünni islâm temelli kimi belli başlı tarikat ve cemaatler öncülüğünde islâmcılığın kapılarını ardına kadar açmışlardır, günümüzde geldiğimiz nokta da bunun sonucudur. Bunun aksini iddia etmek safsatadan başka bir şey değildir...
SilKusura bakmada Türkiye'de uygulanan dinde sozde.... müslüman ülke kadına şiddet var çok yakın tanıdığım namazında niyazinda adam hamile iken karısına şiddet uyguladi ve dinde bunun yeri var dedi adam bazı hocalar youtubelarda adeta buna çanak tutuyor garip olan ne biliyor musun sizin kafir diye begenmediginiz insanlar hayvanlara bile saygı duyuyorlarken sizin hicalariniz nerelerde yalan söylenebilir nerelerde kadın yada çocuk dövülebilir bunları anlatıyor insanlara
SilMahfi Hocam, konu dışı ancak merak ediyorum, Türkiye'nin GSYH PPP ile GSYH Nominal arasında neden çok fark var? GSYH PPP ye göre dünyanın 11. büyük ekonomisiyiz, GSYH nominale göre 20-21. arasındayız. İkisinin ortalamasını alsak Türkiye'nin gerçek konumu çıkar mı? Öyle olunca 15. büyük ekonomi oluyoruz. Bizi aydınlatırsanız sevinirim.
YanıtlaSilBen PPP'yi hiç kullanmıyorum. Kur artışıyla enflasyon arasındaki farkın açıldığı dönemlerde tamamen yanlış sonuçlar veriyor. TL dış değerini ne kadar çok kaybederse satın alma gücü o kadar yükselmiş görünüyor.
Silhttps://www.mahfiegilmez.com/2022/04/satn-alma-gucu-paritesiyle-gsyhde-nasl.html
tek gerçek insanın ölümün farkında olması ve buna başkaldırmasıdır. Tüm dinler ve tabiiki bilimler hayatı nasıl uzatırız (ölümden sonra yaşamın devam etme inanışı dahil), sevdiklerimizle daha uzun nasıl vakit geçiririz, şu anlam veremediğimiz kısacık hayatımızı nasıl değerlendiririz üzerine kurulu. Dinler, mezhep, inanış biçimi, ismi ne olursa olsun hayatta kalabilmek için varlar. Gelişmesini anne rahminin (korunaklı ortam) dışında gerçekleştiren tek memeli canlı olarak toplum hayatına mahkumuz. Bu durumda toplum kuralları, ister dinsel, ister laik, ister kominist, ister kapitalist, bireyin devamı için var. Ve doğduğu toplumun inanç ve kurallarının tek doğru olduğuna inanma ihtiyacı, bizi de , Amerikalıları da, Avrupalıları da, Çinlileri de körleştiriyor.
YanıtlaSilLaiklik maalesef yüzde yüz işletilebilecek bir ilke değil. Ülkemizden çıkalım. Bir ABD başkan adayı kampanya sırasında tanrıya inanmıyorum dese sizce de ciddi bir oy kaybı yaşamaz mı? Din ile politika birbirinden tamamen koparılamaz. Keşke koparılsa...
YanıtlaSilABD'yi bilemiyorum ama Yunanistan'da Çipras ateistti ve bunu açıklayarak seçildi. Yemini de öyle etti.
Silhttps://www.internethaber.com/ateist-basbakan-yunanistanda-bir-ilke-imza-atti-boyle-yemin-etti-759684h.htm
Çok güzel bir yazı olmuş Hocam.
YanıtlaSilBayrağımızdaki ayın inancı, yıldızın ise herhangi bir fikir birliği olmasa da özgürlüğü, devleti, veya insanı simgelediğini, ay yıldızlı bayraklardan yalnızca bizimkinde ayın yıldızı içine almadığını ve bu şekilde laikliğe gönderme yapıldığı yönünde bir şeyler okumuştum. Doğru mudur acaba?
Çok teşekkür ederim.
SilBu anlattığınızı ilk kez duydum ama çok mantıklı geldi bana.
Bayrak bu şeklini 1844 Abdülmecid döneminde aldı.
SilEski Türk devletlerinde, ulus kavramı ve ulusal bayrak kullanımı yoktur.
Türk topluluk ve aşiretlerinin ordu, hakan, beylerinin kullandığı sembolleri olmuştur.
Semboller genelde, hakim olunan toprakların genel birleştirici kültürel özelliğini veya kurucu beyin aşiretinin kendini ayrıştırmak için kullandığı sembollerdir.
Ordu tuğları daha belirgindir. Onlar da, ordu mensubu milletler ile altında savaştıkları Türk aşiretinin sembolünü kullanır.
Bir misal verirsem, Ankara savaşında, Bayezid'in ordusunun en cengaver kısmı Sırp Hristiyan askerleri idi. Hem hristiyan, hem Sırp, hem Bayezid'i sembolize eden tuğlar taşırlardı.
Başka misal, Yavuz Selim, hilafeti almayı kafasına koyunca, sembol rengi de yeşil oldu.
Prof Dr Bahaeddin Ögel de bayrak tanımına duyguyu koymuştur. Esasen de arapça kökenli bir kelimedir bayrak, türkler sancak kelimesini kullanırdı.
Kaşgarlı Mahmut, bayrak kelimesini bugünkü anlamında kullanmıştır. Yine kendisi kızıl bayrak tabirini kullanmıştır. Kızıl bayrak, Asya topluluklarının sembolüdür. Türk, Çin ve SSCB bayrakları kızıldır. Kızıl renge, zamanın kültürüne göre herkes bir anlam yüklese bile, renk değişmez. Türkler kan, bazı Çinli ve Ruslar komünizm anlamı yükler. Ancak, kızıl bayrağın 1500 seneden fazladır Asya toplumlarının sembolü olduğu gerçeğini değiştirmez. 1500 yıl önce komünizm yokken kızıl bayrak var idi.
Sizin verdiğiniz anlam da, günümüz insanının kültürüne yakın bir anlam olduğu için, insanların hoşuna gidebilir. Ancak, bayrağı 1844 dizayn edenlerin aklına bunların geldiğini zannetmiyorum. O dönemin motivasyonları bayrağa eklenmiştir.
Sevgiler.
xN9T##UaAUysMJS5
Yukarda yazdığım yorumdan sonra, Türk bayrağının kırmızı rengini araştırdım, bilen dostlarıma da sordum.
SilKırmızı renk; eski orta asya ve asya topluluklarındaki şaman geleneğinden gelmeymiş. Yani, şaman kutsalları olan ateşi, ateş tanrısını, tanrıya giden ruhu, güney bölgesini değişik zamanlarda sembolize etmiş.
Asya ülkelerinde yaygın kullanılma sebeplerinden biri şaman geleneği. Zaman içinde, özellikle 1. Kosova savaşından da sonra kan da bayrak ile sembolleştirilmiş. Şaman geleneğindeki kutsallığı "al" kelimesi ile kan sembollü bayrağa vermişler. Yani "kırmızı kan" yerine kutsal olduğu düşünülen "al kan" kelimeleri ile girmiş.
Yani, kan sembolü türk bayraklarına daha sonra atıflanmış. Kırmızı rengin en bilinen kökeni şaman kutsalları.
e4g$ADt5dn842$5u
Kimse kusura bakmasın ama iki tarafın savaşında bı tarafa şehitlik verip öteki tarafıda it yapan dini ben tanımıyorum taniyana saygı duyarim....kimse bana Türkiye'de şöyle iyi Atatürk böyle yaptida demesin çünkü Atatürk'ü bir şekilde sildiler yakındır İran gibi olmamız hocam İranda en azından hakkını arayan bir halk var
YanıtlaSilBir toplum layik ve layık olduğu gibi yaşar..
YanıtlaSilİleride çocuklarımızın, torunlarımızın Atatürk'ün her devirde geçerli olan ilkelerinin değerini anlamış olarak, laik, demokratik, güçler ayrılığına dayanan, anayasal, uygar ve bağımsız ulus devlet vatandaşı olarak özgürlük ve refah içinde yaşayacağı umudumu diri tutmaya çalışıyorum.
YanıtlaSilYaklaşan seçimlerde oy vereceğim siyasi partide bu değerlere bağlılık arıyorum.
Diğer taraftan oy verme ihtimalim olan partilerden popülizm, nabza göre şerbet verme, kararsızlık, öncelikleri ıska geçme, önceliklerini belirleyip bunları net ve açık olarak halka duyurmakta yetersizlik, dünyayı okuyamama, beyan ve tutumlarının sonuçlarını ülkemizin geleceği açısından doğru değerlendirememe, emperyalist devletler ile bağımsız bir ülkeye yakışır diplomatik ilişkiler hedeflemek yerine bunlardan çekinme işaretlerini gördüğüm zaman çaresizlik hissediyorum.
Bu kapsamda ana muhalefet partisi liderini yaklaşan seçimler öncesi ABD'yi ziyaret etmeye kimin hangi nedenle ikna ettiğini merak ediyorum.
Önceden de yaşadık, iktidarı kazanacağını düşünen siyasi liderler genellikle önceden ABD ve Avrupa ziyaretleri yaparlar, bunların devlet yetkilileri ile görüşürler, bunlardan destek almaya çalışırlar.
Ana muhalefet partisi lideri ise ABD ziyaretinde hükümet ile görüşmeyeceğini beyan etti.
O zaman merak ediyorum, bu ziyaretin Türkiye açısından gereği nedir, faydası nedir, zararı nedir? Halk bu ziyareti nasıl değerlendirir?
Oy vererek inandığım değerlerin yaşaması için bir katkıda bulunacak imkanım var mı, yoksa önceden belirlenmiş ve onaylamadığım bir kurgunun figüranı mı olacağım?
Sn Adsız 19:12
SilSize açık kaynaklardan da doğrulatabileceğiniz bir hatırlatmada bulunayım; bu iktidarı bundan 20 yıl önce başa getiren ağababaları bir görev vermişlerdi, o da ana muhalefet partisini bitirmek. 20 yılda başaramadıkları bu görevi şimdi giderayak yerine getirip tekrar puan kazanmak ve bir ümit iktidarda kalabilmek için son günlerde dönen dolapları görüyorsunuzdur sanırım. Kararsız kaldığınız dönemlerde bu durumu aklınızın bir köşesinde tutarsanız yararlı olabilir...
Sayın Eğilmez, Siyasal İslam denen yönetim şekli 1960 lı , 1970 li yıllara dayanıyor yani Türban konusuna dayanıyor bence. 1960 lı , 70 li yıllarda çevrilmiş eski Filmleri seyrettiğimizde türbanlı kimse göremiyoruz. Çarşaf var, gözüküyor, ancak çarşaf Siyasal İslam konusu değil. Türban başlangıcı ile Siyasal İslam başlangıcı beraber devam ediyor. Politikacılar İslam'ı kullanarak oy toplama çabasındalar. Tarikatlar, Cemaatler de kendi müritlerini kullanarak oy potansiyellerini paraya çevirme çabasındalar. yani Din Bezirganlığına dönüştüler, para topladıkça oy potansiyelleri artıyor, daha fazla para topluyorlar böyle girdaba dönüştüler. Politikacı - Tarikatçı, Cemaatçi iş birliği artık çok yüksek noktaya erişti. Hatta Tarikatçı , Cemaatçi artık Politikacıya benim ne ihtiyacım var, oy potansiyeli bende olduğu için ben politikaya girip kendim Ülkeyi istediğim gibi yönetirim demeye başladı. Fethullah Gülen hareketi bunu bize gösterdi. Başarılı olamadı, ancak başka bir Tarikat , Cemaat kendi girişimini yapabilir, belki başarılıda olabilir. Politikacı - Tarikatçı , Cemaatçi işbirliği artık hem Dine, hem de Ülkemize zarar veriyor. Tarikatçılar, Cemaatçiler . aşırı rekabete başladılar, rakiplerini bastırmak için her yola baş vuruyorlar. Dini de kendi maksatları için kullanıyorlar, aşırılığa ve uydurmalara başladılar. Bakara 191 , Maide 38, Enfal 65, Tahrim 2, v.b. gibi ayetlerden hiç bahsetmeden sadece içki , baş örtüsü, Namaz, Dua gibi, giyim kuşam gibi ayetlerle Halkımızı oyalıyorlar. Dinimizin arınması için, Siyasetçilerden ve Tarikatçılar, Cemaatçiler, Dini Vakıflardan temizlenmesi gerektiğini düşünüyorum . Acaba yanılıyormuyum?
YanıtlaSilHaklısınız ama bu dediklerinizi yapabilecek bir siyasal partinin iktidara gelmesi imkan dahilinde görünmüyor. Ben, okulların ve yurtların tarikatlerin, cemaatlerin elinden alınıp Milli Eğitime (ama gerçek anlamda milli eğitime) devredilmesine yani tam olarak tevhidi tedrisata dönüşe razıyım.
SilTürkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulduğunda laik değildi. Resmi Dini islamdı. Bu durum 1928 yılında değiştirildi ve laikliğin ilk adımı atıldı.
YanıtlaSilBana göre Atatürk'ün en büyük hatalarından biri, 1928 yılında Laikliğe geçişle birlikte Diyanet işlerini vakfa devretmemek oldu. Bu yapılmayınca Laikliğe geçiş asla tam olarak gerçekleşemedi.
Önümüzdeki 200 yılda da bu durum düzeltilmeyecek çünkü bunu yapabilecek cesarette bir parti asla olmayacak olsa da iktidara gelemeyecek.
Diyanet işleri personelinin devletten maaş aldığı bir ülke asla laik değildir. Eğer bu iş 1928 yılında halledilseydi bugün devlete bağlı İmam hatip okulları da olmayacaktı. Evet olacaktı ama Diyanet vakfına bağlı olacaktı.
Devlete bağlı Diyanetin olduğu bir ülkede, İmam hatip lisesinin olması çok normaldir. Olması da gerekir.
Faydacılık elbette kısa vadede kazandırır ama uzun vadede her zaman kaybettirir. Atatürk ne pahasına olursa olsun 1928 yılında diyaneti vakfa devretseydi bugün bambaşka bir ülkede yaşıyor olacaktık. Tarikatlar ülke yönetimini ele geçirir korkusuyla bu yapılmadı Sağlık olsun. Atatürk her şeye rağmen bizim canımız ciğerimizdir.Önderimizdir.
Sayın hocam elinize sağlık, severek takip ediyoruz.
YanıtlaSilTeşekkürler
SilSayın Mahfi hocam, ben İstanbul Üniversitesinde İşletme okuyorum.2. Sınıfım. Bu bölümü Muhasebe ve finans alanına ilgi duyduğum için okuyorum. Fakat sizi tanıdıktan sonra Ekonomi ve Maliye derslerini de sever oldum. İşletme fakültesi bana çok uzak olduğu için(Ben Anadolu yakasında oturuyorum ,fakültem Avcılarda) İktisat fakültesine yatay geçiş yapmayı düşünüyorum, müfredatı iyice inceledim ve muhasebe, Ekonomi ve Maliye derslerini içerdiğini gördüm. Mali işler de kariyer hedefi olan birine iktisat okumayı önerir misiniz yoksa işletmeye devam mı etmeliyim? Zaman ayırıp cevaplarsanız çok sevinirim. Şimdiden teşekkürlerimi iletiyorum.
YanıtlaSilİkisi de olur. Yalnız iktisat, öğrenilmesi daha zor bir alandır. Çünkü soyutlaması çoktur. İktisat okuyarak muhasebe ve mali işler öğrenmek daha kolaydır. Hangisini seviyorsanız onu seçin. Ama seçtikten sonra da ötekini kendi kendinize ilerletmeye çalışın.
Silhocam,şu anda Türkiye'de ekonomide merkantilizm mi uygulanıyor?
YanıtlaSilTürkiye'de herhangi bir şey uygulanmıyor, rüzgâr nereye savurursa oraya gidiliyor.
SilHocam merhaba 2014 yılında bu sitede yazmış olduğunuz Faiz Enflasyon ilişkisi adlı makalede "Maliyet kökenli enflasyonlarda,faizi yükseltmek,enflasyonu yükseltir, çünkü çekilen krediler de maliyettir" demiştiniz.Peki şuan ülkemizde yaşanan enflasyon çoğunlukla maliyet kökenli enflasyon olduğuna göre; hükümetin faizleri düşürmesi sizce doğru bir karar mıdır? Saygılar
YanıtlaSilNormal koşullarda bu dediğimiz doğrudur. Ne var ki bizde maliyet enflasyonu büyük ölçüde kur artışından kaynaklanıyor. Daha doğrusu ülke riskleri yükseliyor (CDS primi 800'ün üzerinde) riskler yükselince kur artıyor, kur artınca ithal girdi maliyetleri artıyor, ithal girdi maliyetlerindeki artış ister istemez fiyatlara yansıyor ve enflasyonu artırıyor. Enflasyon yükselince bu kez yerli girdi fiyatları ve emek gibi üretim faktörlerinin de fiyatları artıyor ve enflasyon daha da yükseliyor. Burada faizi düşürmek, insanların ve kurumların tasarruflarını enflasyondan korumak amacıyla TL yerine döviz olarak tutmalarına kapı açtığı içi için döviz talebi artıyor ve dolayısıyla kurlar daha da yükseliyor sonra yukarıdaki döngü tekrar yaşanıyor. O nedenle burada faizi düşürmek değil yükseltmek lazım.
SilAma faizleri yükseltirsek bu sefer de insanlar ve şirketler borçlarını ödeyemez hale gelip dükkanlarını kapattıkları için;arz düşmüş olmaz mı?Tarım,Konut,Otomotiv,Turizm vb.Arz düşerse enflasyon artmaz mı?Öğrenmek için soruyorum hocam.
SilDevletin resmi bir birimi olarak Diyanet İşleri Baskanligi ile laiklik celismez mi? Yani simdilerde Türkiye'de laiklik konusunda büyük bir sorun var ise bunda laikligin basindan beri yanlış/eksik tanimlanma/uygulanma sinin bir etkisi yok mu?
YanıtlaSilİslamiyet'e göre din işleri ve devlet işleri birbirinden ayrılamaz. Zira peygamber ayni zamanda devlet adamıdır da. Kamusal alani düzenleyen bir cok kural getirmiştir. Evlilik, boşanma, ticaret,..vs. Bu kuralları rafa kaldırdığınızda dinden çıkmış oluyorsunuz. Bu bağlamda bir Müslüman laikliği savunamaz.
YanıtlaSilSonuna kadar savunur. Sonraki devlet adamları peygamber olmadığına göre din ve devlet işleri gayet güzel ayrılabilir.
SilSayın Hocam,
YanıtlaSilLaikliğin kökenleri için Batı'ya bakmayı tercih ediyoruz ancak bunun yerine Orta Doğu'ya da bakmamız gerekir. Mezopotamya'da özellikle Uruk kentinde yaşanan MÖ 3-2. binyıllardaki gelişmeler laiklikle ilgili ilginç bilgiler veriyor. Yönetimin başındaki rahip-kral Erhanedanlar Dönemi'nde önemli değişimlere uğrayarak rahip ve kral şeklinde ikiye bölünüyor. Burada inançla ilgili işlerin yönetim işlerinden ayrılması söz konusu. İlgili dönemde din günümüzdekinden çok daha farklı ancak işleyiş benzer. Batı'daki gibi düşüncede olmasa da uygulamada önemli bir gelişme.
Hocam haddim olmayarak, sosyal bilimler cihetinden laiklik ile sekülerlik kavramları arasında ayrıma dikkat çekmekte fayda var sanki. Laiklik sizin tarif ettiğiniz ve tarihsel gelişimini verdiğiniz üzere devlet yönetiminde siyasi hayatın mecburiyetleri ile doğmuş bir yöntem. Sekülerlik ise bilhassa sosyolojik anlamıyla dinin veya dinimsi yapıların cari hayat üzerindeki etkisinin azalması anlamında kullanılıyor günümüz sosyal bilimlerinde. Tabi iki kavramın Türkiye’de birinin yerine kullanıldığı bir vaka.
YanıtlaSil