Atasözlerinin Ekonomideki Yansımaları
Battı balık yan gider (Türk Atasözü)
Türk futbol takımlarının borçları
gelirleriyle ödenemeyecek düzeylere tırmanmış bulunuyor. Üstelik gelirleri TL
ile harcamaları Euro ile. Yani bu işi başa baş noktaya getirmeleri mümkün değil.
O nedenle yükü bankalara yıkmışlar, sanki hiç borçları yokmuş gibi hala hovardaca
milyonlarca Euro harcayıp yeni oyuncular alıyor, izleyen yıl çoğunu tazminat
ödeyerek yolluyor ve yerine yenilerini transfer ediyorlar.
Çoğu tüketici de futbol
kulüpleriyle aynı durumda. Bankalara borçları inanılmaz boyutlarda. Bir kredi
kartının borcunu diğeriyle ödeyerek borcu daha büyük borçla kapatıyor ve sanki
böyle bir borçları yokmuş gibi harcamaya devam ediyorlar. AVM’ler, restoranlar,
kafeler tıklım tıklım dolu, trafikte arabadan geçilmiyor.
Bu konuları hiç bilmeyen birisi
bizim futbol takımlarını çok zengin, tüketicilerimizi de yüksek gelirli sanır.
Hiçbir olayın tek bir nedeni
yoktur ama çevremizde gördüğümüz ve nasıl olduğunu bir türlü anlayamadığımız
harcama bolluğunun en önemli nedeni budur: Yani insanlar artık borçlanmayı
tıpkı futbol kulüpleri gibi gelirlerinin bir parçası olarak görmeye
başlamışlar. Sonunda bir şekilde devletin faizleri sileceğini ve bankaların
bunu üstleneceğini tahmin ederek devam ediyorlar (battı balık yan gider
yaklaşımı.)
Haydan gelen huya gider (Türk Atasözü)
Türkiye’de gelirlerin önemli bir
bölümü kayıt dışı. Bunu hepimiz biliyoruz. Esnaf, bunu kendisi söylüyor zaten:
‘100 mal satıyorsak 20 gösteriyoruz’ diyor. Demek ki satıştan elde edilen
paranın yüzde 80’inin KDV’si ödenmediği gibi ele geçen gelirin yüzde 80’inin
gelir vergisi de ödenmiyor. Bu paralar ya dolara, ya altına harcanıyor ve büyük
olasılıkla banka kasalarına veya evlerdeki kasalara giderek sistem dışına
çıkıyor ya da gayrimenkul alımı ve diğer tüketim malları alımına harcanıyor.
Böylece esnaf kendisini enflasyona karşı koruyor ve bunun hakkı olduğunu
düşünüyor. Bunun yapan yalnızca esnaf değil, avukat, muhasebeci, doktor, diş
hekimi gibi serbest meslek sahiplerinin çoğu da aynı şeyi yapıyor.
Türkiye’de bu yollarla biriktiği
tahmin edilen sistem dışı 500 milyar dolar tutarında bir servet olduğu tahmin
ediliyor.
Bu kayıt dışı varlıklar bugünkü
yüksek harcama düzeyinin ve yüksek talebin kaynaklarından birisini oluşturuyor.
İnsanlar bu paraları, vergisini ödedikleri paralara göre çok daha kolay
harcıyorlar (haydan gelen huya gider yöntemi.)
Görünüşe aldanma (Türk Atasözü)
Son bir yılda bankalar kâr
rekorları kırıyor. Bunun iki nedeni var: (1) Kaynaklarını çok ucuza
topluyorlar. Mevduata verdikleri faiz yüzde 17 (kur korumalı mevduatta adına
açıkça faiz denmeyen faiz yüzde 80’i aşıyor olsa da 17 puanının üstünü devlet
bütçeden ödüyor.) Öte yandan bankalar TCMB’den aldıkları fonlara yüzde 14 faiz
ödüyorlar. Demek ki kaynaklarının ortalama maliyeti kabaca yüzde 16,5’e geliyor.
Buna karşılık bankalar kullandırdıkları kredilere yüzde 35 dolayında faiz
alıyorlar. Aradaki fark olan 18 puan bankanın kazancı. Bundan bankanın
masrafları düşülürse ciddi bir kâr oranı karşımıza çıkıyor. Bu durumda
bankalar: (1) Tasarruf sahibine enflasyonun çok altında faiz ödeyerek ve faizin
bir bölümünü kur korumalı hesapla devlet bütçesine yıkarak, (2) Kredi
kullananlara mevduata ödediklerinin iki katı faiz uygulayarak kâr ediyorlar.
Bu büyük farklar nedeniyle
bankalar kâr rekoru kırıyorlar. Gerçek öyle mi acaba? Enflasyonun yüzde 80 olduğu
bir yerde bankalar yüzde 16,5 faizle mal ettiği bir kaynağı yüzde 35 ile kredi
olarak kullandırdığında kâr ediyor mu? Görünüşe bakılırsa evet diye yanıtlamak
mümkün. Ama eflasyon yüzde 80 ise bankaların kârları kâğıt üstünde demektir. Asıl
olarak özkaynak kârlılığına baktığımızda böyle kârlar görünmüyor. Ayrıca
aldıkları krediyi gelirin bir parçası olarak görenlerin çoğunlukta olduğu bir
ekonomide o kredilerin ne kadarının geri döneceği de kuşkulu (hiçbir şey
göründüğü gibi değildir.)
Halamın sakalları olsa amcam olurdu (Türk Atasözü)
YanıtlaSilİslâm matah bir şey olsa islâm ülkeleri şu aralar Mars'ta doğal kaynak arıyor olurdu. Demek ki halam halam, amcam da amcam. Gerçekçi olmak ve neyin ne olduğunu sağlıklı değerlendirmek lâzım...
Sorunun İslam olduğunu sanmıyorum. Braudel'in kıstak diye betimlediği ticaret yollarının (Hindistan-Afrika-Asya-Avrupa) kesişim noktasındaki Arap yarımadası İslam'ın ilk zamanlarında son derece parlaktı. Enginizisyon döneminde Avrupa'da kopyası kalmayan Yunan felsefe klasiklerini yaşattı, şerhler düştüler, zengin kütüphaneler canlı bir ticaret hayatı vardı.
SilTimur Kuran'ın Yollar Ayrılırken açıklaması var. Ahmet Kuru'nun devlet-ulema işbirliği açıklaması var. Ben temel sorunun aşırı güçlü merkez olduğunu düşünüyorum ama Ali Yaycıoğlu da her şeyin buna bağlanmasına itiraz ediyor. Mehmet Genç'in Osmanlı Devletinin üç ilkesine ilişkin saptaması ve özellikle gelenekselcilikle 'Devlet-i Aliye'nin bekası, Osmanlının ebedi iktidarı için sınıflar arası denge politikası güdülerek toplumun bütün kesimleriyle birlikte ilerdeki gelişmelerin motoru olacak ticaret burjuvazisinin de güçsüz bırakılması var.
https://www.amazon.com/Islam-Authoritarianism-Underdevelopment-Historical-Comparison/dp/1108409474
https://www.kitapyurdu.com/index.php?route=product/product/reviewAll&product_id=279982
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846048556744705/neden-geri-kaldik
https://www.karar.com/mehmet-gencin-son-makalesi-osmanli-ekonomisinde-uc-ilke-1610141
Toby E. Huff Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi'nde Arap altın çağını güzel güzel anlatır.
Silhttps://www.idefix.com/Kitap/Modern-Bilimin-Dogusu-ve-Yukselisi-Islam-Dunyasi-Cin-ve-Bati/Toby-E-Huff/Bilim/Bilim-Tarihi-ve-Felsefesi/urunno=0000000346435
'Kısacası Arap-İslam uygarlığında sıradan kişilere yönelik güçlü bir güvensizlik söz konusuydu ve Altın Çağdan sonra basılı materyalin elde edilmesini önlemek için çok çaba harcandı.'
Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 314
'Klasik İslam hukuku, hukukun bağımsız bir kaynağı olarak insan aklını sıkı bir şekilde sınırlamak ve bertaraf etmek için çabalarken, Avrupa ve Batı hukuku çoğunlukla tam tersi bir yolda ilerlemiştir.'
Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa156
'Kısacası, hukuku sistemli ve tutarlı bir bilgi bütünü haline getirme ve böylece müminlerin doğru yoldan sapmalarını engelleme peşindeki ilk dönem İslam hukuk düşüncesindeki rasyonelleştirici güçler, bağımsız bir hukuk kaynağı olarak aklın rolünü bertaraf etmeyi başarmıştı.'
Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 141
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846479321219072/tarihin-prangalari
The cookery book is not an independently generated beginning from which cooking can spring; it is nothing more than an abstract of somebody’s knowledge of how to cook: it is the stepchild, not the parent of the activity. The book, in its turn, may help to set a man on to dressing dinner, but if it were its sole guide he could never, in fact, begin: the book speaks only to those who know already the kind of thing to expect from it and consequently how to interpret it'. Commenting upon this tasty piece of wisdom, another scholar remarked that 'at first sight the problem might appear to be merely one of introducing new methods of production and the instruments, tools or machines appropriate thereto. But what is really involved is vast change in social beliefs and practices…'
In order to acquire Western techniques, the non-European people had or have to undergo a more profound and general process of 'westernization'. Paradoxically enough, in order to fight against the West they have to absorb Western ways of thinking and doing. As M. Chiang wrote, 'since we were knocked out by cannon balls, naturally we became interested in them, thinking that by learning to make them we could strike back. We could forget for the time being in whose name they had come, since for us common mortals to save our lives was more important than to save our souls. But history seems to move through very curious ways. From studying cannon balls we came to mechanical inventions, which in turn led us to political reforms; from political reforms we began to see political theories, which led us again to the philosophies of the West. On the other hand, through mechanical invention we saw science, from which we came to understand scientific method and the scientific mind. Step by step we were led farther away from the cannon ball-yet we came nearer and nearer to it'. In this process, the goal is the technique while philosophy and social and human relations are degraded to the role of means. The machine which would serve man, becomes his master.
Tabii her şey birbirine bağlı olduğu için asıl neden ya da neden kümesinin (aksiyomlar, KÖK nedenler) ne olduğunu bulmak zor ve insan çoğu zaman sapla samanı karıştırır bu yüzden.
Silhttps://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848950057795584/yollar-ayrilirken
'Teknoloji, bilgi, devlet ya da özel organizasyon öğelerinden hangisine odaklandığınıza bağlı olarak, neden sonuç söyleminde döngüsellik olarak bilinen endojenlik konusunda haklı kaygılar ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla bir araştırma için belirlenen başlangıç noktası sonuçta keyfidir. Analiz hangi nedensel ilişkiyle başlarsa başlasın, er ya da geç aksi yöndeki bir ilişki belirecek, geri besleme etkileri devreye girerek, doğrusal ve tek yönlü olarak başlamış olan bir modeli tavuk-yumurta (altyapı-üstyapı-altyapı, üstyapı-altyapı-üstyapı, KG) tarzında döngüsel yapılar içeren karmaşık bir sisteme dönüştürecektir.'
Yollar Ayrılırken, sayfa 33
'Başka bir yaygın yanılgı, bir uygarlığın gerilemesi gibi büyük çaplı sosyal olguların mutlaka büyük çaplı nedenlere dayandığı anlayışıdır.'
Yollar Ayrılırken, sayfa 51
Tedrici değişme esastır. Amerika'nın keşfi, buhar makinesinin icadı gibi belirli dar bir zaman diliminde yer alan büyük ani değişmeler bile, göze görünmeyen, farkedilmeyen, uzun bazen çok uzun bir hazırlık ve birikim döneminin nihayetinde ortaya çıkmış birer tezahürden ibarettir.
Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307
Ama değişmenin gelişmesi, yerleşmesi, yayılması ve etkilerinin ortaya çıkması da aynı derecede uzun ve derin bir süreç gerektirir. Değişme potansiyelinin ortaya konulması, uzun zamana ihtiyaç gösterir.
Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307
Ali Yaycıoğlu'nun itiraz ettiği bana ve birçok insana cazip gelen açıklama AŞIRI GÜÇLÜ MERKEZ açıklaması. Yani kök neden bence aşırı güçlü merkez. Ama o da başka kök neden(ler)e indirgenebilir mi bilmiyorum. Halil Berktay'ın fieflerin gelişimiyle ilgili Serbestiyet'teki makaleleri son derece aydınlatıcı..
Karl Wittfogel'in tezi var bu konuda ama ona da Michael Mann karşı çıkıyor.
http://www.riseofthewest.net/thinkers/wittfogel05.htm
https://www.idefix.com/Kitap/Iktidarin-Tarihi-1/Michael-Mann/Arastirma-Tarih/Sosyoloji/urunno=0000000434892
Wittfogel believed that such 'hydraulic civilizations' – although neither all in the Orient nor characteristic of all Oriental societies – were quite different from those of the West. He believed that wherever irrigation required substantial and centralized control, government representatives monopolized political power and dominated the economy, resulting in an absolutist managerial state. In addition, there was a close identification of these officials with the dominant religion and an atrophy of other centres of power. The forced labour for irrigation projects was directed by the bureaucratic network. Among these hydraulic civilizations, Wittfogel listed ancient Egypt, Mesopotamia, India, China and pre-Columbian Mexico and Peru.
Tabii Mahdut Mesuliyetli bütün bu fikirlerin, zihniyetin İslam'da var olduğunu, ordan geldiğini savunabilir. Bu da bizi altyapı-üstyapı, Weber'in Protestan Ruhu ve Kapitalizm savı ve eleştirilerine taşır. Protestan Ruhu'nu hızlıca ve dikkatsizce okudum, pek tatmin edici bulmadım.
SilTimur Hoca'nın savı var önce, nerden başlarsanız başlayın (altyapı/üstyapı) dönüp dolaşıp diğerine üstyapı/altyapı dayanırsınız. Protestanlık ve İslam konusundaki fikrim ise kabaca bu fikirlerin, zihniyetin toplumda var olduğu (diğer güçlerce oluşturulduğu), o yüzden ortaya çıktığı ve toplumun hatırı sayılır bir kesimi bu zihniyete sahip olduğu için kabul görüp yaygınlaştığıdır. Dine girdikten sonra da Althusser'in ideolojik aygıtı olarak işlemeye ve bağımsız bir şekilde bu zihniyetin inşasına katkı vermeye başlar.
O.Roscher konuyu din ve mezhep etkisi üstünde bir çevre ve tabiat olgusu olarak alır: Çölün kuraklığı, toprağın hasisliği çöl ve bozkır insanında yerine göre gücünün yettiği ve ayağı dibinde bulduğu kadar dünya nimetini savurup tüketme iştihasını kabartmaktan geri durmamıştır. “Mademki bugün var, yarın yok! O halde eldekini bugünden ağız tadıyla yiyip içmeye bakmalı felsefesi yaşanılan ortamın ayrılmaz parçası halindedir
Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, Sayfa 126
Arap-İslam dünyasında kader ve takdiri din etkeninden önce çöl adamının çaresizliğine bağlayan araştırıcılara hak vermek lazımdır. İradeyi çepeçevre kuşatan çöl ve bozkır şartları karşısında yapacak bir şey kalmayınca atalete din kılıfı geçirerek günlük davranışa hiç olmazsa haklılık kazandırma çabasıdır ki din faktörünü bir yerde devre içine katmış oluyordu.
Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, Sayfa 139
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670841128416919552/toplumun-mekanizmalari
Matah ticari eşya, mal demek. Beğenin beğenmeyin milyonlarca insanın inandığı bir dine hakaret etmek düşünce özgürlüğü kapsamına girmez. Bu adamın ipe sapa gelmez yorumlarını bir süzgeçten geçirmeden yayımlamak da size yakışmaz. Seni Marsa götürecek hangi din varsa gir ona inan. İnşallah Müslüman değilsindir zaten.
SilSorun İslam'da değil, yüce dinimizin ticari hayatta da geçerli olan ahkamlarını ve kurallarını uygulamayanlarda ve bu değerleri istismar edenlerde. Burası imtihan yeridir; sonuçları ve neticeleri imtihan bittikten sonra şahıslara verilir. Elhasıl, bir konuda hüküm vermeden evvel o konu hakkında yeterli bilgi ve ferasete de sahip olmak lazım değil mi? Çünki, insan verdiği hükümlerden mesuliyetlidir, vesselam.
Sil"Sorun islâmda değil" demek; sorunun temel kaynağını inkâr etmek, soruna çözüm aramak yerine sorundan kaçmak anlamını taşır. Sadece Türkiye'nin değil tüm Orta Doğu ve dünya müslüman ülkelerinin geri kalmışlığının temel nedeni, yönetim biçimi olarak islâmı seçmiş olmalarıdır. Şimdi kimi arkadaşlar "islâm bir dindir, inançtır, yönetim biçimi değildir" diye itiraz edeceklerdir ama islâm, Medine döneminden itibaren bir devlet düzeni haline gelmiştir, Emevi döneminde de yönetim sistemi tam olarak oturmuştur. Bu sistem günümüzde islâm ülkelerinde neredeyse hiç değişime uğramadan 1300-1400 yıl önceki gibi devam etmektedir. Abbasi'ler zamanındaki kısa süreli aydınlanma, Mutezile ve özellikle halife Memun dönemi yani nakli değil aklı önceleyen dönemdir. Eş'ari islâmın hakimiyeti ile Mutezile'nin islâm dışı ilan edilmesi ve aklın dışlanıp naklin esas alınması şeklinde sonuçlanmıştır, bugün de böyle devam etmektedir.
SilBu sorunu çözmenin tek yolu, laik düzeni tekrar ve sıkı şekilde yerleştirmek, hukuku evrensel hukuk, toplumsal ahlâkı da evrensel ahlâk kurallarına oturtmaktır. Laik bir devlet düzeninde isteyen istediğine inanır ya da inanmaz, devlet bu işle ilgilenmez, taşlar yerine oturur. Kısa sürmüş olsa da laikliğin uygulandığı cumhuriyet dönemindeki gelişim, tek çözümün bu olduğunu hem bizlere hem de dünyaya apaçık göstermiştir...
Halil Berktay'ın yazı dizisini buldum. Harika anlatmış. Meraklısı için şahane açıklamalar.
Silhttps://serbestiyet.com/yazarlar/osmanli-ne-kadar-moderndi-2-timara-dayali-ve-paraya-dayali-devlet-35962/
https://serbestiyet.com/yazarlar/8-ya-feodalizm-ya-asya-uretim-tarzi-kiskaci-oryantalistlerden-ortacag-tarihcilerine-37058/
(1) Çok popüler düzeyde konuşacaksak, şatoları ve şövalyeleri görüyorlar. Başka bir deyişle, fiyef dağıtımının nasıl bir kabileden devlete geçiş sürecinde oluştuğunu daha önce anlattığım sonuçlarını: zayıf krallar ve güçlü lordları kapsayan görece ademi merkezî, görece aristokratik bir iktidar konfigürasyonunun kendine özgü hukuk ve kültür giysilerini, couleur locale’ini (mahallî renklerini) görüyorlar. O kadar ki, uzun süre devleti görmüyorlar bile. Ya da devleti süzeren-vasal, üst bey ve alt bey ilişkilerine indirgiyorlar. Ve bu ilişkilerin tamamını aynen fotoğraflayıp önce feodal hukuk (ius feodale), sonra feodalite, giderek feodalizm adını veriyorlar. (2) Henüz 19. yüzyılda dikkatlerini toplumun tepesinden ne kadar aşağıya kaydırdıkları, yani köylüleri görüp görmedikleri çok şüpheli.
https://serbestiyet.com/yazarlar/osmanli-ne-kadar-moderndi-10-eski-teori-ve-yeni-hayat-37253/
Tekrar şöyle düşünün: bir grup tarihçi var, bütün bildiği Avrupa Ortaçağı olan. Çok dar bir uzmanlıkları, ihtisas alanları var. Başka ve biraz benzer sayılabilecek toplumları ya hiç görmüyorlar, ya da umurlarında değil. Sırf oraya bakmışlar ve fiyef sistemlerinin veya fiyefe dayalı devletin spesifik bir varyantını görmüşler. Acaba başka varyantları da olabilir mi diye düşünmemişler bile. Adına feodalizm demişler. Gene aynı Avrupa Ortaçağında, bağımlı köylülüğün de spesifik bir varyantını görmüşler. Bir kere daha, başka varyantları olabilir mi diye düşünmemişler hiç. Adına serflik demişler. Bu tür toplumların sosyo-ekonomik yapısına ilişkin iki temel kategori, iki temel enstrüman bu şekilde oluşmuş.
https://serbestiyet.com/yazarlar/osmanli-ne-kadar-moderndi-11-fut-ve-autun-prokrustes-yatagi-37338/
https://serbestiyet.com/yazarlar/12-fut-de-aut-de-olmuyorsa-geriye-ne-kaliyor-37385/
https://serbestiyet.com/yazarlar/13-balinalar-yunuslar-fiyefe-dayali-devletler-37522/
Böyle baktığımızda, Feodalizm ile Avrupa dışındaki fiyefe dayalı devletlerin, fiyef sistemlerinin ve bunlardan kaynaklanan değişik iktidar konfigürasyonlarının ilişkisini kurmak hayli kolaylaşıyor. Yukarıdaki balonda, gerekek Feodalizmi (=Avrupa), gerek bütün diğer fiyef sistemlerini aynı Venn diyagramı, aynı küme (set) içinde topladım. Ama aynı zamanda, o büyük kümenin içinde küçük kümeler olarak gösterdim. Neden? Bunların her biri birer 'tür.' Birer 'özel.'
Bu özelleri veya türleri birbirine eşitlemeye kalkmak boşuna. Ama hepsinden hareketle bir 'genel'e, hepsini kapsayacak 'cins'e ulaşmak mümkün. Şu koşulla: söz konusu kucaklayıcı 'cins'i, 'tür'lerinin birinden, tek birinden hareketle adlandırmayalım. Daha somut olarak, cinsin tamamına Feodalizm demeyelim. Feodalizm (veya Avrupa Feodalizmi) varsın kalsın bir tür olarak, Bizans (pronoia), Erken İslâm (kat’ia), Selçuklu (iktâ), Osmanlı (timar) sistemlerinin ve daha nicelerinin yanısıra.
Yeter ki ne özdeşleştirelim. Ne de aradaki âlem-şube-sınıf-takım-aile-cins akrabalıklarını reddedelim. Tarıma, küçük köylü üretimine ve fiyef/timar dağıtımına dayalı hanedan devletlerinin ortak yanlarını gözden kaçırmayalım. Alternatiflerin en kötüsü, en Avrupa-merkezcisi, hem Şarkiyatçısı hem Garbiyatçısı olan 1/0, ak/kara zıtlaştırmalarından uzak duralım.
Selam Sn Kadir ve Mahdut,
SilYoğun toplantılar arasında yorumlarınızı okudum, ince detaylarına giremedim ikisinden de faydalandım. Temel perspective olarak ikinizin de sorun kaynağı ortak görünüyor.
Ortadoğu, ilk devletlerin kurulduğu 5000 yıl öncesinden günümüze kadar, farklı tür Monarşiler ile yönetilmiştir. Şark devlet yönetimini bazı istisnalar dışında monarşidir.
Anadolu halkının tek adam arzusuyla, Çin insanının tek parti dışında alternatif görememesine, Rus çarlık ve diktatörlerine kadar geniş misalleri vardır.
Verdiğiniz kaynaklara bakarsanız da, demokrasiye atıflar son bir kaç bin yıldır hep Batı, özellikle antik Yunan döneminden başlar.
Ortadoğu devlet gelenekleri, 5bin yıldır, tanrı/din ve yönetimin iç-içe geçtiği geleneklerdir. Ortadoğu Monarşik yönetim geleneği din ile yönetimi iç içe geçirmiş, daha da ileri gitmiş, ortadoğu dinleri insanların günlük hayatlarına kadar devlete kontrol imkanı vermiştir.
Hangi din olduğundan bağımsız olarak yönetim geleneği budur. Sn Mahdut, son 1000 yılda İslam özelini misal gösterirken, geçmişi farklı din tanrı putlar vb ile bildiğimiz 5bin yıl geriye gider. Bir şekilde ortadoğu kralları tanrı adına ülkelerini yönetir. Dinden meşruluk sağlarlar.
Ortadoğu dinlerinin tanrıları 5 bin yıldır, tapdıklarının günlük işlerine kadar karışır. Bir insan sabah nasıl elini yıkayacak, nasıl evlenecek, eşi ile nasıl beraber olacak, günde kaç kere tapacak, kurban nasıl kesecek, kaç tane duayı hangi sıra ile okuyacak gibi.
Bunlara ibadet denir.
Batı inanışları ise, ayine dayanır. Zeus, Olimpos tanrıları kendi aralarındaki meseleler ile ilgilenirken, onlara tapanların günlük tapınma ritüellerine karışmaz. Tapınanlar toplaşır, kendi aralarında ayin yapar. Günümüz Hristiyanlığı da Batı da yayılırken batı toplumuna uymuştur. Pazar toplaşırlar, Cuma günü sert kuralları yoktur, ister gider ister gitmez. Ki Hristiyan inancı da Anadoludan Batıya geçerken, sert kayaya çarpmış, İznik konsülü ile Batı toplumuna uydurulmuştur.
Peki bu dini fark neyi getirir?
Batı toplumu kutsal kanunları olmayınca, yeryüzünde nasıl yaşayacağını kendi bulmak zorundadır. Doğu toplumuna ise doğumunda hazır verilmiş yasalar vardır. Doğunun iktidarları da hazır buldukları yasaları kendilerince toplumda işler, halkı yönetmek için kullanır.
Buradan da tartışma konusunun temeline geliriz. Batı sorgularken, doğu sorgulamaz.
Bugün, İslam hakim, yarın başka bir din olur, ama bu yönetim geleneği devam eder. Türkiyenin batısı ile Çin in Batısı arasındaki ortadoğu zihni kolay değişmez. Büyük nüfus kırımları ile bölge bölge değişir.
Katkılarınız için teşekkürler.
kF8*#NY86!8Ednfe
Sn Adsız 16:47
SilDaha önceki çok tanrılı dönemi bir kenara bırakırsak Orta Doğu'da Akhenaton'un Aton'undan bu yana tek bir tanrı ve tek bir din oradan oraya dolaşıp durmuş, sonuçta Arap yarımadasında yolculuğunu islâm ve Allah olarak tamamlamıştır. Aton, Antik Mısır'ı Musa ve ibranilerle birlikte terk edip Fenike bölgesine giderken taşıdığı oldukça humanist ve sevgi dolu kişiliğini ne yazık ki bu yolculuğun sonunda tümü ile yitirmiştir. Aton'dan Allah'a gidişi gösteren çeşitli ipuçları, aslında bölgede metamorfoz geçirip duran tek bir din bulunduğuna işaret eder. Örneğin üç Orta Doğu kökenli semavi dinde de çok önemli bir kişilik olan Yusuf peygamber, Akhenaton'un eşi Nefertiti'nin babası, yani Akhenaton'un kayınpederidir. Mısır sarayındaki ismi Zaphenath Paneah'tır, antik Mısır dilinden ibranice'ye tercüme edilince anlamı "tanrı konuşur, o yaşar" şekline dönüşmüştür ama "tanrı onun ağzından konuşur" anlamına gelme olasılığı yüksektir. Bu isim eski Ahit'te de geçer. Musa ise Akhenaton'la aynı ortamda büyümüş bir Mısır prensidir, asıl ismi Tut Mose'dir. Bunu da Freud 80 küsur yaşında yazdığı yahudilikle ilgili kitabında anlatır. Kur’an’da “Firavun” olarak geçen ama hangi firavun olduğu belirtilmeyen kişi ise Akhenaton’un öldürülmesinden sonra Amon rahiplerince başa getirilen Tutankamon’dur. Zaten Musa da bu olaydan sonra Mısır’ı terk etmek zorunda kalmıştır, yanına aldığı ibranilerin Yusuf peygamberle ilişkili kişiler olma olasılığı yüksektir.
Temelde bu inanç sistemi, bölgenin en eski dini olan Sabii'liktir. üç semavi dinin kutsal peygamberi İbrahim de Sabii'liğin hanif kolundan bir peygamberdir. Yani peygamberlik, Sabii'likten bu yana Orta Doğu bölgesine ve bu inanç sistemine has bir meslektir. Akhenaton’un yaptığı değişiklik, tanrıyı teke indirmek olmuştur.
Lafı fazla uzatmadan demem odur ki beşbin yıldır bu bölgenin geleneklerini, göreneklerini, insanlarının karakterini belirleyen din, ismi ve peygamberi değişse de aynı ilkel dindir. Peygamberlerin kişilik özelliklerine ve bölgelere bağlı olarak farklılıklar barındırabilir ama temel özellikleri değişmez. Bu nedenle bölge insanları, kendilerini hangi dinden zannederlerse etsinler aslında aynı dindendirler ve tıpatıp birbirlerine benzerler...
Sevgili adsız, yüreklendirici yorumunuz için teşekkür ederim. Ama söylediğiniz gibi yoğun programınız içinde hızlıca okuduğunuz için Mahdut Mesuliyetli ile ortak noktalarımız olduğu konusunda yanılıyorsunuz.
Sil1. Sorumlu İslam'dır.
1.1 Mahdut Mesuliyetlinin ana fikri bu. Müslüman ülkelerin geri kalma nedeninin din olduğunu söylüyor. Sonra Islam ile yönetilmeleri olduğunu söyledi.
1.2 Ben temel nedeninin aşırı güçlü merkezi yönetim olduğunu savunuyorum.
1.3 Ahmet Kuru hoca ise Devlet+Ulema işbirliği olduğunu savunuyor ama kitabını okuyamadım, hakkında makaleler okudum. Bence bu tezde ulema fazlalık. Güçlü merkez tezine indirgenebilir. Güçlü Merkez duruma göre farklı araçlar kullanıp, farklı aktörlerle zor+rıza ile kontröl için işbirliğine girişebilir.
1.4 Önceki yorumlarımda değinmedim ama aşırı güçlü bir merkez ve AKILLI-YÜKSEK DEVLET KAPASİTESİ bileşimi ülkelere çağ atlatabilir.
2. Yaptığım alıntılardan biri önemli olan zihniyet ve kültürel inançlar diye bitiyordu.
3. Dindeki inanç, fikir ve kültürel pratikler ve zihniyetin zaten toplumda var olduğunu, toplumun evrilmesine, gelişmesine neden olan diğer mekanizmalarla daha önceden oluştuğunu, dinin, ilk çıkışında bu malzemeyi önünde hazır bulduğunu ve benimsediğini, kuralları arasına aldığını savundum.
3.1 Bunun için Sabri Ülgener'den alıntı yaptım ve müslümanlıktaki kaderciliğin coğrafyanın, çölün eseri olduğunu anlattım.
3.2 Dinin içselleştirdiği bu zihniyet ve kültürün, daha sonra Althusser'in ideolojik aygıtlarıyla nesilden nesile aktarılır hale geldiğini ve dinin de kültürü ve zihniyeti belirleyen bağımsız bir mekanizma haline geldiğini savundum.
Halil Berktay'ın şahane yazı dizisi insanı yanıltabilir. Halil Hoca Feodalizm-'ATÜT' farkını tür-cins ayrımı temelinde kavramsallaştırmış. Bu kavram kutusuyla bakıldığında 'ATÜT de feodalizm de fief varyantları olarak birbirine yakın düzenler olarak görülebilir. Ali Yaycıoğlu hocanın merkezi düzen her şeyin sebebidir itirazını da haklı gösterebilir.
SilBu düşünce çizgisine karşı ben Timur Kuran ve kurumsal iktisatçıların küçük ayrımların kümülatif birikiminin 'devrimci' sonuçlar (nicel birikimler, nitel sıçrama) yaratacağı savının geçerli olduğunu düşünüyorum.
Yorumlarım arasında dağılan fikirlerimi destekleyecek Marx'ın soyuy ve genel saptaması ve Marc Bloch'un feodalizm betimlemesine dayanarak daha önce yaptığım bir analizi örnek olarak vermek istiyorum. Dinin, sahiplendiği fikirler, zihniyet ve kültürü diğer toplumsal mekanizmaların ürünleri olarak önünde hazır bulduğunu ve kullandığı, sonra da Althusservari bir ideolojik aygıt olarak nesilden nesile aktarılmasına katkı verdiğine tekrar parmak basmak istiyorum.
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845681049681920/sistem-ve-kultur
'Tekçi' antidemokratik zihniyet ve kültürün, Türk kabilelerinin ikta sistemini çok eskiden beri uyguladıkları gerçeğini de hesaba katarak, feodalizm-ATÜT karşıtlığıyla dinden önce topluma yerleşmiş olduğunu göstermek istiyorum. Ve bu tekçi, topluma güvenmeyen zihniyetin Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişinde din temelli anlatıldığı gibi okur yazarlığın, akıl yürütmenin yaygınlaşmasını önlemek için elinden geleni yaptığını yazmıştım. Orada dine bağlanan şeyin aslında bizde geçerli olan fief varyantının sonucu olduğunu göstermeye çalışıyorum.
Çok uzattığım için rahatsızlık da duymaya başladım. Umarım bu son olur. Türklere (Arap ve İslam dünyasını bilmiyorum) özgü zihniyetin oluşmasına ilişkin savıma destek olarak bu zihniyetin eskiden beri var olan ikta sistemlerinin sonucu oluştuğunu yazdım. Son olarak bu olgulara ait bir kaynak ve alıntılar vereceğim. Ama iyi ve farklı tarihçiler tarafından teyit edilmesi gerekir.
Silhttps://www.kitapyurdu.com/kitap/turkiyede-kapitalizmin-gelismesi--1/26498.html
Yani Batıda fiefin ve Doğuda görülen ikta'nın doğuş şartları hemen hemen aynıdır.
Sayfa 225
2. Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nda Toprakta Mülkiyet Biçimleri, İktanın Gelişmesi ve Karakteri.
Bir defa bütün ülke toprakları sultanın malı sayılıyordu. İkinci olarak bütün devlet toprakları kendi içinde üçe bölünüyordu. Bu bölünme sonucu Has, İkta ve Haraci toprak grupları ve bu temelde topraktaki mülkiyet ilişkileri çıkıyordu.
İkta sistemine dahil olan topraklar ise, ordunun bel kemiğini, savaş gücünü belirleyen 'hassa ordusu'nun mensuplarına ülkenin çeşitli yerlerinde tahsis edilen topraklardır. Bu unsurlar (ikta sahipleri) toprağı işletmek ve savaşa askerle katılmak zorundaydılar.
Sayfa 226-227
Söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama ben atlamayayım. Ülke sathına yayılmış iktaların konrolü ve itaatini sağlamak için güçlü bir merkezin varlığı şart.
Sayın Mahdut Mesuliyetli,
SilSorunların, İslam ile alakalı olmadığını anlamak için Fuat Sezgin hocanın ''İslam'da Bilim ve Teknik '' kitabını şiddetli okumanızı tavsiye ederim. Saygılarımla.
Vay anasını satayım,tartışmaya bak. Adamlar hurafelerle uğraşırken islam yükselmiş,müslümanlar hurafelere dalınca diğer dinler. Bu kadar basit.
SilSayın Kadir Güleç,
SilGenelde çok uzun ve alıntılarla dolu yorumları okumadığım için sizinkileri de üstünkörü okuyup geçtim ama yukarıdaki yorumlardan birinde rumuzumu görünce ilgimi çekti. Şöyle demişsiniz:
1. Sorumlu İslam'dır.
1.1 Mahdut Mesuliyetlinin ana fikri bu. Müslüman ülkelerin geri kalma nedeninin din olduğunu söylüyor. Sonra Islam ile yönetilmeleri olduğunu söyledi.
Bu şekilde yazdığınızda iki yorumumda söylediğim şeyler arasında çelişki varmış gibi bir hava doğuyor, olası bir yanlış anlama açısından belirteyim; islâm ile yönetilmek demek islâm şeriatını esas alan bir yönetim biçiminin mevcut olması demektir, yani sonuçta sorumlu islâm olmaktadır...
İkinizin de yorumlarından çok şey öğrendim.
SilBen 1.3 de yazdığınız Ahmet Kuru'nun düşüncelerini paylaşıyorum.
Sn Mahdut'un belirttiği gibi din hep aynı din, merkeziyetçi yönetim de hep aynı.
Bu ikisi birbirini besliyor. Osmanlı vergisi ile Şeyhülislam beslerken, TC vergileri ile Diyaneti besliyor.
İronik şekilde coğrafyanın en doğusundaki Moğollarda, Cengiz Han bile büyük han olmadan önce şamanlardan kurulu bir örgüt kurmuştur.
Devlet ve Ulema, merkezi gücün temelini, biz istemesek bile oluşturuyor. Devlet mi dinden, din mi devletten çıktı diye sorulduğunda cevabı bilmiyorum. Devlet biraz aklı, Din biraz duyguyu temsil ediyor. Benden daha akıllı bazı felsefe ile uğraşan insanlar, devletin dinden çıktığını belirtiyorlar.
2xf8hHd^73PqcRxF
Sayın Mahdut Mesuliyetli; 4 Haziran, 16:08
SilKendi fikrinizden başkalarını pek okumadığınız için aynı ezberlerin içinde dönüp duruyorsunuz. Ayrıntılı bir eleştiri yapmayacağım. Bilim felsefesinden alıntılar bırakıyorum sadece. Okursanız belki koyu ezberlerinizde bir nebze incelme sağlar. Keyfiniz bilir.
http://www.flsfdergisi.com/sayi2/29-43.pdf
Aslına bakılırsa, bir araştırmacı ya da bilim adamının araştırmasını yaparken veya soruşturmasını yürütürken her zaman peşin hüküm, kavram ve varsayımlarla yüklü olduğunu hiç aklından çıkarmaması gerekir, çünkü bunlar bilimde kaçınılmaz olarak kılavuzluklarına muhtaç olduğumuz şeylerdir.
Bilimsel kuramlar dünyaya bakmanın yollarıdır ve kabul görmüş kuramlar kanı ve beklentilerimizi etkiler; dolayısıyla deneyimlerimiz de bundan etkilenir.Bilimsel çalışma için araştırmacıya, hangi verileri toplayacağını ve bunları nasıl yorumlayacağını gösteren kabul edilmiş kuramlar öbeğine ihtiyaç vardır.
Kuhn, paradigmalar değiştiğinde dünyanın da onlarla birlikte değiştiğini öne sürer. Yeni paradigmanın yönlendirdiği bilim adamları sadece yeni araçlar benimsemekle kalmazlar, yeni ve farklı yerlere de bakmaya başlarlar. Ayrıca devrimler esnasında, bilim adamları bildikleri araçlarla daha önce bakmış oldukları yerlere tekrar baktıklarında, yeni ve farklı şeyler görürler. Bilim adamları sanki başka bir gezegene gitmiştir; bilinen nesneler burada artık farklı bir ışıkta görünürler ve bilinmeyen bazı başka nesnelerle bir arada dururlar. İşte paradigma değişikliği bilimadamlarının araştırmayla bağlanmış olduğu dünyayı farklı şekilde görmelerine neden olur. Devrimden önce bilim adamının dünyasında ördek sayılan nesneler şimdi tavşan olmuşlardır. Bu, görsel bir kalıptan diğerine geçmenin iyi bir örneğidir. İşte bilimde kuramdan bağımsız gözlem olamaz savı bu demeye gelir.
Sn Kadir Güleç,
SilÖnerileriniz için teşekkür ederim. Birilerinin fikirlerinden yararlanmak istediğimde aracı kullanmadan o kişilerin yazılarını doğrudan okumayı her zaman tercih etmişimdir. Siz de sürekli uzun alıntılar yapmak yerine kendi fikirlerinizi kısa ve öz şekilde ifade ederseniz sizinkileri de okuyacağımdan emin olabilirsiniz...
sorun islamda değil islama dahil olup islamı yaşamayanda, günümüzde onlarca trafik kazalrı oluyor hiç kimse trafik kurallarını suçlamıyor tıpkı bu misal gibi islamı yaşayıp uygulamazsan islamın ne suçu var
SilHasılı esas atasözüne gelelim Hocam.
YanıtlaSilDevletin malı deniz,yemeyen keriz!
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845681049681920/sistem-ve-kultur
SilMarx’ın, alıntılanan ünlü pasajında saptadığı gibi insanların bilincini toplumsal varlıkları belirliyorsa, Marc Bloch’un Feodal Toplum adlı eserinde anlatılan feodal dünyadaki toplumsal varlıkta insanlar sürekli olarak ikili bir etkiye maruz kalmış olmalıdırlar :
1. Feodal hiyerarşinin güç sahibi rollerindeki bireylerin her yerde, her an güçlerinin, hiyerarşinin dikey (alttan ve üstten) ve yatay (aynı düzeydeki ve roldeki diğer bireyler) aktörleri tarafından sınırlandığı gerçeğiyle yüz yüze gelmesi.
2. Feodal hiyerarşinin tabi rollerindeki bireylerin ise her yerde ve her an en önemli kararlarda bile küçük de olsa söz sahibi olduğu gerçeğiyle yüz yüze gelmesi.
Feodal hiyerarşideki her basamak, hiyerarşinin en üst ve en alt basamakları hesaba katılmazsa, hem güç sahibi hem de tabi rollerini aynı anda içerir. Bu rolleri dolduran bireyler de hem güç sahibi olarak hem de tabi olarak bu ikili etkiye sürekli maruz kalmışlardır. Sürekli bu etkilere maruz kalan bireyler uzun dönemde güçlerinin sınırlı olduğu ve tabi konumundayken bile kararlarda söz sahibi oldukları fikrini içselleştirmişlerdir. Bu fikirleri içselleştiren bireyler, toplum içindeki diğer rollerini (anne, baba, öğretmen, rahip) icra ederken de bu içselleştirdikleri zihniyet dünyasını o rolün izleyicisi konumundaki bireylere (çocuk, öğrenci, inanç sahibi) davranışları, kararları, eylemleri, jest, mimik, ses tonu, yüz ifadesi ve vücut dilleriyle sürekli aktarmışlardır. Böylece feodal toplumlarda daha demokrat ve özgürlükçü bir zihniyet dünyası ortaya çıkmıştır. ATÜT ile yaşayan doğu toplumlarında oluşan zihniyet dünyası ise tam tersine daha otoriter bir çekirdeğe sahip olmuştur. Uzun dönemde bu iki zihniyet dünyası arasındaki farkın yol açtığı nicel birikimler nitel bir sıçramayla sonuçlanmış ve batı ile doğu arasında bir uçurum oluşmuştur.
sayın kadir güleç,sizce küresel kapital emperyal, %70 yoksul olan ülkede, son 20 yılda dindar kesimin tüketim toplumu haline gelmesini nasıl, neden sağladı, kompleksli cehaleti besleyip büyütmesi bir neden mesela,
SilBazı arkadaşlar alıntıları eleştirmiş. Eyvallah. Herkes farklı düşünebilir. Yukardaki analizime temel teşkil eden alıntılardan oluşan yorum yayınlanmamış. Mahfi Hoca'nın her yorumu yayınladığını düşünüyorum. Ama o da alıntıların fazlalık olduğunu düşünmediği için yayınlamamışsa öğrenmek isterim. Öyleyse yorum yazmamayı tercih ederim. Bütünlük açısından zorunlu gördüğüm, analizime temel oluşturan alıntı şöyleydi(Marks'ın ünlü pasajını atlıyorum):
Silhttps://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845681049681920/sistem-ve-kultur
Mülkiyetin bireysel sahipler ve sahip oldukları şeyler arasında aracısız bir ilişki olarak görünümü, mülkiyetin özgül olarak kapitalist ilişkiler içinde aldığı görüngüsel biçimden doğan bir yanılsamadır. Mülkiyet tarihsel bir üründür.
Toplumun önceki biçimlerinde, ne sahipler olarak bireylerin ne de mülkiyetin günümüzdeki münhasırlığı veya basitliği vardı. Mülkiyet bir kişi ve şey arasındaki basit bir ilişki olarak bile görünmüyordu. Kimin neye sahip olduğu, kesinlikle sarih değildi; buradaki terimler bile anakroniktir. Bu tarihçi Marc Bloch'un modern mülkiyet kavramlarının ortaçağ Avrupasına uygulanamazlığı tartışmasında çok açık dile getirilir. Orada şuna işaret eder :
‘toprak mülkiyetine uygulandığı şekilde iyelik sözcüğü, neredeyse anlamsızdır. Kural olarak, babadan oğula geçecek şekilde, toprağı süren ve ürünü toplayan kiracı; kirasını ödediği ve belirli koşullarda toprağın tasarruf hakkını kendisinden geri alabilecek doğrudan bağlı olduğu derebeyi; derebeyinin derebeyi ve feodal yelpazede tırmanacak şekilde efendinin efendisi - her biri diğeri kadar -Burası benim tarlam- deme hakkına sahip kaç kişi olduğunu kim söyleyebilir? Bu bile hafifletici ifade olur. Zira bu dallanıp budaklanma dikey olduğu kadar yatay da uzanıyordu ve genelde mahsul toplanır toplanmaz tarımsal arazinin tümünün kullanım hakkını geri alan köy topluluğunun onayı olmaksızın mülkün alınıp satılamayacağı kiracının ailesinin ve derebeyler silsilesinin ailelerinin de hesaba katılması gerekir.’ (1967:115-116)'
Hocam, ben, yaklaşık 6 aydır resterontları, yolları vb tıklım tıklım dolduran insanları görünce yanımdaki kişilere "bu insanlar battılar ama haberleri yok" diyorum. Hatta bu sözüm dost çevremde espri slogana dönüştü. "İNSANLAR BATTILAR AMA HABERLERİ YOK"
YanıtlaSilTitanik batarken keman çalmaya devam eden kemancılar gibiyiz. 😊
40 yıldır batacak batacak denir, bu benim bildiğim 40 yıl, onun da bir 40 yıl öncesi var.
SilTürkiye'ye bişi olmaz.
Mahallemin esnafı 40 yıldır kepenk kapatacak, babaları çocuklarına işi bıraktı, ama işler iki nesildir kesat, iki nesil boyunca bedava çalıştılar, iki nesil boyunca yeni dükkanları yeni araba ve evleri hep nasılsa bir yerden gelen para ile aldılar.
Memur, 1980 de iki yakasını bir araya getiremezdi. 2022 oldu hala getiremiyor. Ama işe gidip geliyor.
Enflasyon canavarı hep vardı, hep ekonomiyi bitirirdi.
Her siyasetçi ülkeyi bitirirdi, ondan sonrası tufandı. Özal enkaz bıraktı, Demirel enkaz bıraktı, Tansu enkaz bıraktı, öbürlerine bakınca bunlar da enkaz bırakacak.
40 yıl önce İstanbul tepeleme insan doluydu, daha fazlasını şehir alamaz derlerdi, dört kat daha fazla insan geldi. İstanbul hala daha fazlasını alamazmış. Türkler üremeyi bırakınca, araplar-afganlar türedi, hala da şehir alamayacakmış, hala da doluyor.
Bakanlar 80 yıldır iş bilmezler arasından seçilir.
Bizim millet 80 yıldır her b.ku en iyi kendi bilir.
Nasıl batışsa, 80 yıldır batıyor mübarek, kurtaramıyoruz.
Batmaktan ne anladığınız önemli tabii. Hukukun üstünlüğü, demokrasi, yolsuzluklar, insan hakları, kadın cinayetleri, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi kavramlar sizin için bir şey ifade etmiyorsa, yalnızca yemek yiyip yiyemediğinize, arabaya binip binemediğinize falan bakıyorsanız tabii ki batma söz konusu değil.
SilSayın Mahfi Hoca,
YanıtlaSilellerine sağlık iyi yazı. Ama bu sıcak havalarda bu gibi konular insanın başını ağrıtıyor. Yan giden balığı tutma niyetim yok. :)
Demokrasi böyle bir şey herhalde: Problemler birikir ve birisi bu problemleri çözer.
Bildiğiniz gibi İktisatçı problem çözümleri sunar ama Karar verici değildir.
Serin bir Yaz ve en önemlisi Ilık bir Kış dilerim.
Saygılarımla
Şenol.
Para para kazanır, koç yiğit bağ beller.
YanıtlaSilHocam, 100 ürün satıp 20 gösterenler sanıyorum akp oy veren tipler diye düşünüyorum. Bizler bugüne kadar faturasız ürün almadık ve satmadık. Bize göre ticaret resmi faturalıdır. Geri kalan kısmı ticaret dışı işlemdir.
YanıtlaSilÇocuktum, tüccar amcamla yürüyoruz, esnaf bir hacı var.
SilHacı anlatıyordu; hacı vergi vermiyormuş,
Türkiye'ye vergi verilmezmiş,
Bu ülke darül harpmış,
Önemli olan kul hakkı yememekmiş,
Sıralarken amcam dedi ki;
Amcam + Şu kaldırım olmazsa evine gidebilir, yürüyebilir misin, şu yol olmazsa müşteri bulabilir misin?
Hacı - Olabilir mi abi öyle bir şey gibi bir şey geveledi.
Amcam + İşte bunlar benim verdiğim vergi ile yapıldı. Senin ticaretine benim hakkım karıştı. Ahirette senden hesabını sorucam. Sana hakkımı helal etmiyorum.
İşte bu kadar. Bunların beyinleri tek hücreliler döneminden kalmadır. Hacı bakakaldı.
Cevap bile veremedi.
Diyeceğim şu; hadsiz haddini bilmeyen insan her yerde vardır. Her zaman olacaktır.
Anında haddini bildirmek gerek. Unutursa bi daha bildirmek gerek. Sessiz kalmak onlara destek vermek demektir. Varlığımızı bilsinler, hiç çekinmediğimizi her gün görsünler ki, kendilerine çeki düzen versinler.
Bunlar şımarıklık, şımartılmışlar. Anladıkları dilden cevabı vermek gerek.
q6#^#6H$rzFunTyJ
Bu hacılardan ülkemizde maalesef çok var. benim bildiklerim çok güzel kul hakkı da yiyor. Hazine arazisine çöküp gecekondu yapar su elektrik kaçak. Aynı gecekonduyu müteahhide verip gelen dairelerin parası ile hacca gidip artık dünya işlerinden elimi ayağımı çektim diyor. Nasıl kafa ama...
SilÇocukluğumun bir hacısı vardı, küçük anadolu şehir hacıları hele de ticaretle uğraşırsa, hac şehirdeki reklamı için kullanılır.
SilHacı, gelene gidene zemzem ikram ederdi. Mübarek su iç iç bitmez diye de anlatırdı. Bi şişe doldurmuş, onu gösterir gösterir mutfaktan küçük fincanlardan verirdi.
Yakınımızdan olunca, sık sık dükkan ve evine de rahat girdiğim birisiydi. Bir gün bi baktım, zemzem şişesindeki su önceki güne göre artmış. 11 - 12 yaşındayım. Üstü arapça yazılı bir şişe bulmuş, her 5-10 kişi toplandığında dolabından çıkarır, durun size zemzem ikram edem der gider içerden çeşme suyunu fincanla ikram ederdi.
Tabi büyüdük, gerçek dinin de böyle bir şey olduğunu öğrendik.
3f%bZYR^g54P^35K
Sorunun esas kaynağı okumadan hacı-hoca geçinmek. Sorsan hacıya ecnebi yaşamak için cizye ödemek zorunda der, o da bir vergi. Maden darül harp sen de vereceksin. İslamı eleştirenlerin çoğu ya okumamış ya da peygamber dönemini atlayıp İslamdan uzaklaşılan bir dönemi kaynak almıştır. İslam sorgulama dinidir. Sorgulama olmasaydı bu kadar mezhep olmazdı. En az 8 sünni mezhep var. İslam alimleri öğretirken önce kabul et sonra tenkid et derlerdi.....
SilEvet insanlar artık sadece para kazanma derdindeler, paranın nerden ve nasıl geldiği önmeli değil. insanlar bu duruma geldi ama onları bu duruma islammı getirdi, islamın suçu ne. Aksi gibi islamda kul hakkına çok önem verir .
SilÇok güzel çarpıcı bir yazı olmuş Hocam.
YanıtlaSilSonunda ayağımızı yorganımıza göre uzatmaktan başka çare kalmayacak galiba. Tabi hâlâ bir yorganımız kaldıysa...
Sağ olun.
SilSon atasözü " Zenginin malı züğürdün çenesini yorar " olabilir mi Mahfi bey ? Devir o dev!r gibi... Yazınız için sağolun..
YanıtlaSilDoğru ama zenginlik eğer ahlaksızca edinilmişse çenemizden fazlasını yorması gerekir.
SilSiz bahsetmemişsiniz ama atasözleri ve ekonomi deyince Sabri Ülgener'i anmamak olmaz. Çıkardığım bir özet şurda:
YanıtlaSilhttps://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670844900899717120/iktisadi-cozulmenin-zihniyet-dunyasi
İktisat ahlakı ve iktisat zihniyeti! Biri uyulması istenen normların ve hareket kurallarının toplam ifadesi! Öbürü gerçek davranışında kişinin sürdürdüğü değer ve inançların toplamı!
İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, Sayfa 17
Altta, temel değerleri ve politik yapısı ile 'Ortaçağlaşmış' bir dünyanın iktisat ahlakı!
Ve zamanla onun üstüne gelip oturacak olan ikinci tabaka: Çözülme devri zihniyeti!
İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, Sayfa 18
Esasında dinin, 'kitabi' tarafı bir yana, geniş yığınlara uzanan sade, gündelik telkinleri ile insanın davranış biçimini ve o yoldan değer ölçülerini etkilemektenuzak kalmış olacağı düşünülemezdi.
Sayfa 8
Kaynak seçime ve değerlendirmede tutulan yolun ilk çalışmalarımızdakinden farklı olmadığı her halde dikkatinizi çekmiş olmalıdır. Orada olduğu gibi burada da geçmiş bir çağın zihniyetini ve onun temsilcisi insanı çevrenin temel kaynaklarından ve yerine göre sanat ürünlerinden giderek yüz çizgileri ile yeni baştan 'inşa' etme yolunda mesafe almaya çalıştık.
Sayfa 152
Özetlemek gerekirse: Gerçek hayatın derinlerinden kaynaklanan değer ve idealler kelime yapılarına çoğu zaman ilişilmeyerek öz ve muhtevaları ile bir zaman dini-mistik kalıplara (ve deyimlere, ilk kitapta var, KG) aktarılmış oluyor. İkna gücü ve inandırıcılıkları da büyük ölçüde oradan geliyor.
Sayfa 120
Hocam borsaya atılmayı düşünüyorum fakat öncesinde iyice öğrenmek istiyorum hangi kitabı önerirsiniz
YanıtlaSilHocam özel bankalarda kredi faizlerinin %40-45 arasında olduğu hakkında ne düşünüyorsunuz?
YanıtlaSilBastırılmış enflasyonun bile % 80 olduğu bir ekonomide % 40 - 45 kredi faizi çok ucuzdur.
SilYa da tersinden düşünün, enflasyonun yarı fiyatına kredi alan firmalar bile iş yapamıyorsa ne kadar büyük verimsizlik sorunu olduğu aşikardır.
SilBen şunu merak ediyorum. Bir başka yazınızda da değindiniz problem ekonomi değil sonuç demiştiniz. Bu kesin bir gerçek. Ek olarak bazı insanlar bir kurtarıcı ve bir suçlu arama peşindeler ben bunun en büyük problemlerden biri olarak görüyorum. Çözüm olarak her bireyin sorumluluk aldığı ve bir temsilci seçme eğiliminde olmamız gerektiğini düşünüyorum. Asıl nokta şu ki kendimden başlayarak bu noktada nasıl ileriye gidebilirim. Son olarak bu yazı için teşekkür ederim. İyi çalışmalar.
YanıtlaSilSağ olun.
SilNe yazık ki sorunuza verebilecek bir yanıtım yok. Çünkü aynı soruyu kendime de soruyorum ve yanıtlayamıyorum.
Selam Sn Birsen,
SilMahalleden başlayıp, siyasi parti üyeliği ve vekilliğe kadar giden seçim süreçlerinde sıkıntı var.
Siyasi partiler kanunu, parti başkanlarına istedikleri kişileri seçme, seçtirme, parti delegeleri ile oynama hakkı veriyor.
Yani, sandıkta birileri bizi temsil etsin diye oy veriyoruz ama sandıktaki o kişileri biz seçemiyoruz. Yukardan aşağı bir atanma, atanmışlar arasından birini seçme süreci var.
Sonra bir bakıyoruz, hilkat garibesi karakterler bizleri temsil ediyor. Onlar da siyaset işinin profesyoneli olmuşlar. Halk yerine kendilerini atayan siyasi parti organlarına bağlılar. Yani, siyasi gücün halktan gelmediğini biliyorlar. Böyle olunca mahalle ve belediyelerden ülke yönetimine kadar giden siyasi meşruiyet halka dayanmıyor.
Çözüm iki türlü. Biri yine siyaset. İkincisi silahlı mücadele ile siyasi yapıların temizlenmesi. İkinci şık Türk insanının karakterine uymaz. Birinci şıkta ise sorunun kaynağından çözüm beklenemez.
Türk halkı açmaza giriyor, yazdığınız gibi. Birey olarak ne yapabilirim? Sorusunun cevabını halk bulamıyor. Sokakta gezen insanın karşısında bir kamu binası var da, binaya halk boş boş bakmak dışında bir iş yapamıyor. Siz de günlük hayatınızda hissedersiniz. Bir kamu binasına girince içinizden bir huzur gelmez, huzur veren yerler değildir. Maliye, SGK, Belediye, diğer sivil tüm kamu dairelerine girdiğimde içimde beliren huzursuzluk hissidir. Bunun üzerine bir de uzun yıllar bir kaç nesildir işlemeyen Cumhuriyet ve Demokrasi ortamı, halkımızın az olan siyasi sistemi etkileme, siyasi kurumlar ile etkileşim yeteneklerini de bitirdi. Halk şimdi bir bakıyorum, sesi gür çıkıp, biraz mantıklı konuşan insanların tek adam partilerinin peşinden gidiyor yine.
Bu tip siyasi ortamlarda sorun yine siyaset ile, ancak, bilinç seviyesi yüksek bireylerin kurumları etkileme gücü olan iktidar partisinden siyasete girmesiyle çözülür. Yani, bilinç seviyesi yüksek bireyler, bir nevi iktidar partisinin elindeki işe yaramaz kadroları içerden rehabilite eder, liyakati getirir, ardından gücü alınca da mevcut siyasi parti sistemini değiştirir. Siyaseti halka verir.
Tabi insanımız, siyasetin güç dengelerini işleyişini bilmeyince bana tepki olarak yahu ben işte o islamcı partiye girmem, değerlerime aykırı, siyasi görüşüme aykırı gibi boş eleştiriler yaparlar.
Önemli olan, bilinçli insanların kıt olan enerjisiyle, şikayet edilen insanların sayısını kendi varlıkları ile iktidar partisinden azaltmasıdır. Şikayet eden milyonlar çıkar da, yazdığımı yapan 5-6 bin insan Türk siyasetini değiştirir.
Çözümüme getirilen en mantıklı eleştiri, başkanlık sistemi sonrasında, başkanın yetkileri ile artık siyasi de kapatması yüzünden, siyasi partideki insanların başkan etrafındaki klikleri etkilemeyeceğidir. Bu geçici zaman için geçerlidir. Bir gün emri hak vuku bulduğunda yeni başkan adayları da iktidar siyasetinden çıkacaktır. Yani benim gibi düşünen insanların en korktuğu senaryo olan, 2. başkanın 1. ye rahmet okutacak biri olmasını iktidara giren bilinçli halk kitlesi engelleyecektir.
Tabi, ben de bu çözümü, kendim bulmadım. Dünyanın önemli Irak kökenli bir siyaset uzmanı, Saddam Hüseyin iktidarı özelinde misalleri ile anlattı. Saddam iktidarında sözde muhalefete giren bilinçli insanların nasıl politik haber akışından soyutlandığını, nasıl önlem alamadıklarını, alınan önlemlerin ise ancak ve ancak Saddam'ın Baas Partisine girmiş bilinçli insanların ilgili muhaliflere aktarması ve onların da kamuoyunu harekete geçirmesi ile old açıklamıştı.
Hem benden akıllı, hem de damdan düşmüş, hem de uluslar arası çapta çalışmış adam. O bilmiycek de ben mi bilicem?
Bu saatten sonra naif insanımızın başka bir siyasi çözümü yok.
Dhc5j9#T#BWqVygs
Esnaf faturasız mal satar, kirasını düşük gösterip stopaj kaçırır, kendi 4b primini bile ödemez af peşinde koşar. Zincir marketler başarılı olur istihdam yaratıp işcisine doğru dürüst maaş öder haklarını verir devlete prim vergi öder ama onlara da rekabet kurumu çöküp hiçbir başarı cezasız kalmaz der. Elektronik ticaret uygulaması ile e-ticaret yapan yabancı sermaye şirketlerin peşine düşer siz misiniz bu kadar ciro yapıp binlerce adam çalıştıran yaklaşımı ile ticaret kısıtlması getirir. Eticaret düzenlemesini gören yabancı yatırımcı bir startup eticaret şirketi ile due diligence aşamasındayken deal off der. Olan Türk girişimciye olur. Bu kafa ile gidersek askere...alırız teskere.
YanıtlaSilSistem bozulmuş, ahlak yapısı çökmüş, hükümet yoksulun elinde avucunda ne var yok topluyor. Geleceğimize de ipotek koyuyor. İnsanlarımızda yanlışa yanlışla cevap verip kendilerine ait olmayan parayı harcıyor. İnsanlarda bir arsızlık, bir umursamazlık hali almış başını gidiyor. Ülkeyi soyan, soymaya devam ediyor…
YanıtlaSil“Acındırırsan arsız olur, acıktırırsan hırsız olur.”
Hocam TCMB bankaların tuttuğu döviz karşılıkları ve yabancı ülkelerle yaptığı swap yoluyla elde ettiği dövizleri satabilir mi?
YanıtlaSilSattı bile.
SilYazılarınızın altında bulunan yorumlardan çok faydalandık. Fakat sayfalarca yorumları buraya yapıştıranlar yüzünden bu her geçen gün daha da zor oluyor. Bununla ilgili bir önlem alırsanız çok faydalı olabilir.
YanıtlaSilSayfalarca yorum yapıştırmak saygısızlık. Lüzümsuz yer işgali. Sanki birileri okuyacak.
SilGereksiz yere uzayan, az bilgi içeren (ki bu da kişiye, ilgili kişinin birikimine bağlıdır) yazılar bana da zaman kaybı olarak geliyor. Fazla ve uzun alıntı yapan başka birini göremeyince üstüme alındım. Haklı olduğunuzdan çok haksızsınız bence.
SilYaptığım alıntılar (benim alıntıları kastettiğinizi varsayıyorum) her şeyden önce son derece kritik ve değerli bilgiler içeriyor. Tabii birikiminiz fazlaysa bu zaman kaybı olabilir. Ama gerçekten öyleyse buradaki birçok bilgi sizin için fazladır ve zaman kaybıdır. Ayrıca birçok bağlantı verdim ve o bağlantılardan önemli gördüğüm yerleri alıntıladım. Ayrıca minimum miktarda alıntı yapmaya gayret ediyorum. Ama meramı anlatmak için daha azının mümkün olmadığı durumlar var.
İkinci olarak, siz çoğunluktan daha birikimlisiniz diye bu alıtıları yapmasam, bilmeyen insanların hiç haberi olmaz. Bu da meraklı ve daha az birikimli çoğunluğa haksızlık olur. Tabii meraklısı bağlantıları okusun diyebilirsiniz, ama o da meraklılara aşırı yük bindiriebilir. Bağlantının tamamını okumak zorunda kalabilir ve gereksiz yere zaman kaybeder. Oysa ben bağlantıdaki kritik yerleri alıntılayıp kurgulayarak işini kolaylaştırmış olurum. Tabii kurgulamak belli bir fikri dikte etmek anlamına da gelebilir.
Üçüncü olarak, alıntıları ve yorumları okumamak gibi bir özgürlüğünüz var. Okumadan ya da atlaya atlaya hızlıca okuyarak geçebilirsiniz. Özetle yaptığınızın gereksiz bir bencillik ve kapris olduğunu düşünüyorum.
Son olarak, somut olarak örnek vermezseniz söyledikleriniz tamamen havada kalır. Değersiz, gereksiz zaman kaybı olarak gördüğünüz alıntılara örnek vermenizi ve nedenlerini rica ediyorum. Ayrıca adsız eleştiri yazmak ve talepde bulunmak da ne kadar etik bilemiyorum.
Alıntılara gelen eleştirilerde en az iki tip gözlüyorum. 1. Hangi saiklerle olduğunu bilmediğim, ezbere ve kendini merkeze koyan eleştiriler. Mustafa Yüksel örneği gibi ki bu ismin gerçek olup olmadığı da şüpheli. 2. Mahdut Mesuliyetli gibi samimi itirazlar.
SilYorumlarımda alıntılar ve analizler iç içe ve birçok şey birbiriyle bağlantılı olduğu için bütünlük açısından ister istemez birlikte vermek gerekiyor. Ayrıca bir örnek vereceğim.
Yorumlarımda gerçek ismimi kullanmaya özen gösteriyorum. Google hesabımla yapıyordum ama bir sorun var. Herkesin de böyle yapmasını tercih ederim ama büyük Türk Milletinin nezih evlatları adsız genelde.
Yazıdan uzun yorum mu olur diye sitem etmiş bir arkadaş. Cevap vermek zul aslında. Konular birbirine bağlanıyor ve birbiriyle bağlantılı. Çok sesli bir ortam da olunca çok farklı ana fikirler dillendiriliyor ve onlara verilen cevaplar da yazının ana fikrinden uzaklaşıp o ana fikirle bağlantılı oluyor. Böyle olacağını Mahfi Hoca da biliyor muhakkak.
Yazıdan uzun yorum mu olura tekrar dönersek. Picasso Guernica'yı yaratır, Orhan Pamuk bir roman yazar, bunların üstüne yıllarca, yüzlerce yetkin insan yazar, bunları yorumlar, tartışır.
Hakikaten cevap vermek zul.
Yorum ve alıntınn KAÇINILMAZ BİRLİKTELİĞİNE bir örnek:
SilÖnce Yorum:
Mülkiyetin bireysel sahipler ve sahip oldukları şeyler arasında aracısız bir ilişki olarak görünümü, mülkiyetin özgül olarak kapitalist ilişkiler içinde aldığı görüngüsel biçimden doğan bir yanılsamadır. Mülkiyet tarihsel bir üründür.
Toplumun önceki biçimlerinde, ne sahipler olarak bireylerin ne de mülkiyetin günümüzdeki münhasırlığı veya basitliği vardı. Mülkiyet bir kişi ve şey arasındaki basit bir ilişki olarak bile görünmüyordu. Kimin neye sahip olduğu, kesinlikle sarih değildi; buradaki terimler bile anakroniktir. Bu tarihçi Marc Bloch'un modern mülkiyet kavramlarının ortaçağ Avrupasına uygulanamazlığı tartışmasında çok açık dile getirilir. Orada şuna işaret eder :
‘toprak mülkiyetine uygulandığı şekilde iyelik sözcüğü, neredeyse anlamsızdır. Kural olarak, babadan oğula geçecek şekilde, toprağı süren ve ürünü toplayan kiracı; kirasını ödediği ve belirli koşullarda toprağın tasarruf hakkını kendisinden geri alabilecek doğrudan bağlı olduğu derebeyi; derebeyinin derebeyi ve feodal yelpazede tırmanacak şekilde efendinin efendisi - her biri diğeri kadar -Burası benim tarlam- deme hakkına sahip kaç kişi olduğunu kim söyleyebilir? Bu bile hafifletici ifade olur. Zira bu dallanıp budaklanma dikey olduğu kadar yatay da uzanıyordu ve genelde mahsul toplanır toplanmaz tarımsal arazinin tümünün kullanım hakkını geri alan köy topluluğunun onayı olmaksızın mülkün alınıp satılamayacağı kiracının ailesinin ve derebeyler silsilesinin ailelerinin de hesaba katılması gerekir.’ (1967:115-116)
Sonra analiz:
Marx’ın, alıntılanan ünlü pasajında saptadığı gibi insanların bilincini toplumsal varlıkları belirliyorsa, Marc Bloch’un Feodal Toplum adlı eserinde anlatılan feodal dünyadaki toplumsal varlıkta insanlar sürekli olarak ikili bir etkiye maruz kalmış olmalıdırlar :
1. Feodal hiyerarşinin güç sahibi rollerindeki bireylerin her yerde, her an güçlerinin, hiyerarşinin dikey (alttan ve üstten) ve yatay (aynı düzeydeki ve roldeki diğer bireyler) aktörleri tarafından sınırlandığı gerçeğiyle yüz yüze gelmesi.
2. Feodal hiyerarşinin tabi rollerindeki bireylerin ise her yerde ve her an en önemli kararlarda bile küçük de olsa söz sahibi olduğu gerçeğiyle yüz yüze gelmesi.
Feodal hiyerarşideki her basamak, hiyerarşinin en üst ve en alt basamakları hesaba katılmazsa, hem güç sahibi hem de tabi rollerini aynı anda içerir. Bu rolleri dolduran bireyler de hem güç sahibi olarak hem de tabi olarak bu ikili etkiye sürekli maruz kalmışlardır. Sürekli bu etkilere maruz kalan bireyler uzun dönemde güçlerinin sınırlı olduğu ve tabi konumundayken bile kararlarda söz sahibi oldukları fikrini içselleştirmişlerdir. Bu fikirleri içselleştiren bireyler, toplum içindeki diğer rollerini (anne, baba, öğretmen, rahip) icra ederken de bu içselleştirdikleri zihniyet dünyasını o rolün izleyicisi konumundaki bireylere (çocuk, öğrenci, inanç sahibi) davranışları, kararları, eylemleri, jest, mimik, ses tonu, yüz ifadesi ve vücut dilleriyle sürekli aktarmışlardır. Böylece feodal toplumlarda daha demokrat ve özgürlükçü bir zihniyet dünyası ortaya çıkmıştır. ATÜT ile yaşayan doğu toplumlarında oluşan zihniyet dünyası ise tam tersine daha otoriter bir çekirdeğe sahip olmuştur. Uzun dönemde bu iki zihniyet dünyası arasındaki farkın yol açtığı nicel birikimler nitel bir sıçramayla sonuçlanmış ve batı ile doğu arasında bir uçurum oluşmuştur.
Bankaların %14 ile repo yaptığı doğru. Ancak Merkez Bankasında tuttuğu TL Zorunlu karşılıklardan %0 faiz aldığını düşünürsek TCMB'den yaptığı borçlanma faizi efektif olarak çok daha yüksek olur. YP zorunlu karşılıklara %5 faiz ödemesi de cabası.. Bankaların MB'ndan ucuza borçlandığı söyleminde bu noktaların da hatırlanması faydalı olur görüşündeyim.
YanıtlaSilBunları da eklersek % 17 olur. Enflasyonun % 80 olduğu bir yerde ucuz değil adeta karşılıksız borçlanıyor desek yeridir.
SilHocam bu okuduklarım bana Mortgage krizi öncesinde oluşmuş balonu anımsattı. Sanki onun bir benzerini yaşıyoruz. Bizde de tüketicinin alım gücüne yaslanan bir ekonomik gidişat var. Nasıl ki balonun patlamasıyla Mortgage oluştu, bizde de alım gücü balonu dolarla, işsizlikle, enflasyonla yavaş yavaş eriyecek ve lokomotifi itemez hale gelecek. Kıt ekonomik bilgimle büyük resim beni rahatsız ediyor.
YanıtlaSilAzgın hırsız ev sahibini döver! Nas deyip, faiz haram deyip emeği, tl birikimleri olanları (tc devletinin parasına güvenenleri), emeklileri göz göre göre hic utanmadan soyanlar, sesini çıkaranı da faizci, hain laftasıyla bastırıyor. 20 yılda kurtukları yanlış, tüketim ekomisini sürdürmeye çalışıyor. Garibanı soyup batması gereken şirketleri yaşatıyor. Zengini ihya ediyor. Bir de bunlar müşlüman! mış.
YanıtlaSilEKONOMİ AHLAKTIR!
BU YAPILAN DA HIRSIZLIKTIR, FAİZ MAİZ HİKAYE!
Kimse neden durdurun bu hırsızlığı demiyor!
Hep bunu diyoruz ya zaten.
SilSelam, öyle gözüküyor ki işin sonu gene herhalde 19 defa olduğu gibi IMF'ye bağlanacak. Ekim, kasım gibi cari açık iyice açılacak. Kış, AB ve bizim için soğuk geçecek gibi. İş, swaplarla, ihracatçıların dövizlerine el koymakla, KKM'ı uzatmakla yönetilecek aşamadan çıkacak. El, İMF'ye mecbur! 40-50 milyar $ alınıp ilk baharda da seçim gibi gözüküyor. Ne dersiniz? Saygılarımla.
YanıtlaSilSağdan soldan swapla falan çok yüksek maliyetlerle borç para aramak yerine IMF'den kaynak kullanmak çok daha akıllıcadır. Yalnız IMF ile ötekiler arasında önemli iki fark var: (1) IMF hesaplarınızı inceler, (2) Verdiği parayı nereye harcayacağınızı sorar.
SilHocam teşekkürler. Affınıza sığınarak bir hususta ekleme yapmak isterim. Dilimize yanlış şekilde yerleşmiş olmasına karşın atasözünün aslı "Hayy'dan gelen Hu'ya gider." şeklindedir. Yani Allah'tan gelen yine Allah'a döner. Hayy ve Hu Allah'ın isimlerindendir. Yerleşmiş de olsa bu isimlerin yanlış kullanılmaması gerektiği görüşündeyim.
YanıtlaSilDoğru diyorsunuz. Türkçede yerleşik kullanımıyla 'kolay ve emeksiz elde edilen şeyler kolay harcanır' anlamında kullanıldığı için belki de haydan gelen huya gider diye bırakmak daha iyi olacak.
SilSayın hocam,
YanıtlaSilBelki de kaostan yeni bir düzen doğar.
Bizde doğmuyor.
SilBir aile kurallara ahlaki temeller üzerinde uyup uygular ve uygulanırsa aile bütün değerlerine saygı gösterilmesi gerekliligin bilir devletlerde bu düzen içindedir yalan baş göstermiş bencilik başta ise o devlet rezildir ailede başka söze gerek yok
SilNedense 1.5 milyar müslüm ısrarla sorun islamda değil diyor. Öyle bir kitapları var ki tek bir ayetin 1.5 milyar ayrı meali olabiliyor. Bu kadar anlaşılmaz olmak yaradıcının asıl niyeti olduğuna inanıyorsanız ne mutlu size..
YanıtlaSilYorumlar yazının ruhunu boğmuş.Yazıdan uzun yorum mu olur. Selamlar ve Saygılar
YanıtlaSilEkonomi, toplumsal verimliliğin ne düzeyde olduğunun, aynasıdır. Türkiye, maalesef geri kalmış bir yarı sömürge ekonomisidir. İzlenen tüm ekonomi politikaları, 1970’lerden beri, Batıda da uygulanan “kredi büyümesi modeli” üzerine kurulmuştur. Ancak, 2050’de vergi gelirlerinin %40’ını “faiz ödemesine” ayırmak zorunda kalacak ABD ve temsil ettiği “Batı Kapitalizmi” için, kredi büyümesi modeli, artık sürdürülebilir değildir. Bu tür batık ekonomilerde, paranın önemi yoktur, zira tamamiyle “fiktif” bir kavramdır. Öte yandan, enerjiyi ne kadar ucuza mal ettiğiniz ve ne kadar verimli kullandığınız, uzun vadede iktisadi yapınızın, ne kadar sürdürebilir olduğunu de belirlemeye devam edecektir.
YanıtlaSilHaydan gelen huya gider kısmında vergi mükelleflerinin çok da haksız olduğunu düşünmüyorum. Çünkü devlet vergiyi yine vatandaşı için alır ve insaflı davranmak zorundadır. Ticaret yapmaya pişman edecek yada vatandaşına zulmedecek şeklinde olmamalı. O yüzden demek ki vergilerin %80'i gereksiz. Makul olani %20'lik kısmı.
YanıtlaSilMaalesef devlet aldığı vergiyi israf edecek şekilde kullandığı için vergisini hakkıyla ödemeyenlere bir gerekçe vermiş oluyor. Ne var ki vergisini hakkıyla ödemeyenler de toplanan vergilerin nereye harcandığını soramıyor. Kısır döngü.
SilKonunun Bendeki Yansımaları:
Sil*Yollar uzun, memleket şartları çetin. Yorumlar uzun, içerik zengin. *Biz artık gidelim.
Emeğinize sağlık hocam.
(*Tayfun Talipoğlu)
Batmaktan ne anladığınız önemli tabii. Hukukun üstünlüğü, demokrasi, yolsuzluklar, insan hakları, kadın cinayetleri, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi kavramlar sizin için bir şey ifade etmiyorsa, yalnızca yemek yiyip yiyemediğinize, arabaya binip binemediğinize falan bakıyorsanız tabii ki batma söz konusu değil. --> Mahfi abi bu cevabınla güzel bir tespitte bulunmuşsun. Duyarsız bir toplum, sadece materyalist bakış açısı. İşimiz zor. Ama yazıların harika. Karanlıkta bir ışık bu yazılar.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
SilUzun uzun yorumlamaya gerek yok uzun lafın kısası durum sosyolojik kimse kimseye güvenmiyor. Herkes kendine göre güvence oluşturup 500 milyar dolar kayıt dışında alınmış…
YanıtlaSilHocam, yazınızda vatandaşların faiz borçlarının silineceğini düşünerek kredi borçlarını tekrar borçlanarak ödediğinizi belirttiniz yazınızda. buna benzer bir uygulama oldu mu daha önce?
YanıtlaSilDoğrudan vatandaşın faizi silinmedi ama afet vb. hallerde silindi.
Silİsraf ekonomisi bizi batırdı,verimli ekonomiye dönmek zorundayız.
YanıtlaSilElinize sağlık, her zamanki gibi çok güzel bir yazı. Kayıt dışı ekonomi başlığı altında gayrımenkul alım satımlarının etkisi konusundaki düşüncelerinizi de paylaşabilir misiniz? Belediye rayiç fiyatları ile piyasa değerleri arasındaki uçurum, gayrımenkul alım satımlarında bedellerin bankadan ödenmesi zorunluluğunun bulunmaması gibi sebeplerle kayıt dışı ekonominin buradan da çokça beslendiği kanaatindeyim. Bahsettiğiniz 500 milyar USD kayıt dışı servetin hatırı sayılır bir kısmı da buradan geliyor olmalı.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
SilHaklısınız. Bir bölümü oradan geliyor.
Hocam hizmetler sektöründe enflasyonun normal enflasyona göre daha düşük olmasının ana nedeni hizmetler sektöründe işgücü payının yüksek olması ve işgücüne enflasyonun altında yapılan zamlar mı?
YanıtlaSilHocam, görünenin ardında gerçekten ne var? Bu yazıda belirtilen ekonomik eğilimlerin uzun vadeli etkileri ve sürdürülebilirliği hakkında ne düşünüyorsunuz?
YanıtlaSil