Türkiye Ekonomisinin Temel Sorunları ve Çözüm Yolu
Yüksek Enflasyon ve Yüksek Faiz Sorunu
Türkiye’nin çok uzun bir süredir
yüksek enflasyon sorunu var. Yüksek enflasyonun varlığı faizlerin de yüksek
olmasına yol açıyor. Enflasyon sorunu döneme bağlı olarak farklı nedenlerden
kaynaklanarak çözümsüz biçimde ekonominin tepesinde duruyor. Son birkaç yılda
enflasyonun temel nedeni TL’nin yüksek dış değer kaybı yaşaması. Türkiye’nin
üretimde kullandığı girdilerin (hammaddeler, ara malları ve makine teçhizat
gibi sermaye malları) önemli bölümü ithal ediliyor. O nedenle TL’nin yabancı
paralara karşı değer kaybı bu girdilerin pahalanmasına ve dolayısıyla da üretim
maliyetlerinin yükselmesine yol açıyor. Üretim maliyetleri yükselince de ister
istemez bu artışlar fiyatlara yansıyor ve enflasyona neden oluyor. TL’nin değer
kaybı süreklilik gösterdikçe enflasyon da süreklilik sergiliyor. Enflasyon
yükseldikçe faizin yükselmesi de kaçınılmaz oluyor.
Bu sorunu çözmenin ilk yolu TL’nin değer kaybını önlemektir. Türkiye bunu 2003-2010 döneminde başardı, bankacılık reformu, kamu mali disiplininin sağlanması ve AB ile tam üyelik müzakeresi çerçevesinde riskleri düşürdü, kredi notu yükseldi, CDS primi düştü, riskler düşünce bütün ekonomi toparlandı, TL’nin değer kaybı duruldu, enflasyon düştü, faizler düştü.
İşsizlik Sorunu
Türkiye ekonomisinin 2001 krizi
sonrasında önemli sorunlarından birisi yüksek oranlı işsizlik oldu. 2001 krizine
kadar yüzde 7 – 8 arasında oluşan işsizlik oranı krizle birlikte iki haneye
yükseldi ve bir daha da eski düzeyine inmeyerek yüzde 12 – 13 arasında
gerçekleşir oldu. Aslında konu ettiğimiz resmi işsizlik oranı. Bir başka
ifadeyle bilgilerin toplandığı son 4 haftada işsiz olup da iş arama
kaynaklarına başvuranların işsiz olarak değerlendirilmesiyle oluşan oran. Bu
işsizlerin sayısından daha fazla sayıda insan işsiz olduğu halde son 4 hafta
içinde iş arama kaynaklarına başvuruda bulunmadığı için işsiz kategorisine dâhil
edilmiyor. Oysa bunlar da işsiz. Onları da katarak bakarsak geniş işsizlik
oranı denilen bir oran çıkıyor karşımıza ki bu oran yüzde 27 dolayında. Türkiye’nin
gerçeklerine en uygun olan tanım bu tanım, yani gerçek işsizlik oranı yüzde 27.
Bu çok yüksek bir oran ve bu sorunun çözülmesi gerekiyor.
Bu sorunun çözüm yolu da büyük
ölçüde riskleri düşürüp doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını Türkiye’ye
çekerek üretimi ve ihracatı artırmaktan geçiyor.
Açık Vermeden Büyüyememe Sorunu
Türkiye ekonomisinin bir başka
uzun geçmişli sorunu açık vermeden büyüyememek olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye ekonomisi ya bütçe açığı ya da cari açık vererek büyüyebiliyor. 2001 krizine kadar tercih bütçe açığı vererek
büyümekti. Kamu kesimi gelirinden fazla harcama yaparak (farkı da borçlanarak)
ekonominin büyümesine öncülük ediyordu. O dönemlerde bütçe açıkları GSYH’nin
yüzde 10’u dolayındaydı. 2001 krizi sonrasında kamu mali disiplini çerçevesinde
bütçe açıklarının düşürülmesi eylemine girişildi ve bütçe açıkları oldukça
azaldı. Buna karşılık bu kez özel kesim açık verip borçlanmaya ve cari açık
yükselmeye başladı.
Türkiye aslında dünyadaki birçok
ekonomi gibi ikiz açık (hem bütçe açığı hem de cari açık) veren bir ekonomi. Her
iki açığın da yüzde 2 – 3 dolayında olması ya da birinin yüzde 2 diğerinin
yüzde 4 olması fazla sorun yaratmıyor. Sorun yaratan her iki açığın da bu
oranların üzerine çıkması. Örneğin bütçe açığı yüzde 3-4 ve cari açık da yüzde
4-5 ise o zaman sonraki döneme devredilmiş sıkıntılar ortaya çıkmaya başlıyor. 2020
yılsonu itibarıyla Türkiye’nin bütçe açığı yüzde 3,5, cari açığı da yüzde 5.
Bir başka ifadeyle ikiz açığın ikisi de sorunsuz yönetilebilir oranların
üzerine çıkmış bulunuyor.
Bu sorun 2020 yılında büyük
ölçüde Covid-19 salgınıyla ortaya çıkmış bir sorun. Ne var ki bu sorun 2021
yılının en azından ilk yarısında devam edecek gibi duruyor.
Yüksek Risk Sorunu
Türkiye yalnızca ekonomik açıdan
değil sosyal ve siyasal açıdan da yüksek riskli bir ülke. Risklerin
yüksekliğini ölçmekte kullandığımız iki ölçü var: İlki kredi ölçüm kuruluşlarının
yaptığı ülke kredi değerlemesi ve buna göre verdikleri notlar. Bu notlar AAA’dan
(en iyi) başlıyor F’ye (en kötü, batık) kadar iniyor. Bu sıralamada BBB yatırım
eşiği olarak kabul ediliyor. Bu notun altındaki dreceler spekülatif (yüksek
riskli) derece olarak görülüyor. Türkiye’nin kredi notu üç büyük kredi
derecelendirme kurumu olan Moody’s’den B2, Standard and Poor’s’dan B+ ve Fitch’den
BB-. Bir başka ifadeyle Türkiye kredi derecesi olarak üç kurumda da yüksek
riskli ülke olarak değerlendiriliyor. İkinci ölçü CDS primi. Türkiye’nin CDS
primi uzun süredir 300’ün üzerinde. CDS primi 100’ün altındaki ülkeler düşük
riskli, 100 – 200 arasındaki ülkeler orta riskli, 200- 300 arasındaki ülkeler
yüksek riskli, 300’ün üzerindeki ülkeler ise aşırı riskli kabul ediliyor.
CDS primi ülkenin borçlanma kâğıtlarının
maliyetini belirliyor. Risk ne kadar yüksekse faiz de o kadar yüksek oluyor.
Çözüm Yolu
Türkiye, bugüne kadar bu
sorunları çözme girişimlerine hep sonuçtan; enflasyonu, hatta ondan önce faizi
düşürmeye çalışarak başladı. Bu girişimlerinin karşılığında bazen kısa vadede iyi
yanıtlar alır gibi olunca da yöneticiler sorunun bu yolla çözülebileceği yanılgısına
kapıldılar. Bu, yeni bir yanılgı değil. Yöneticiler değişse de aynı yanılgı
uzun yıllardır tekrarlanıyor. Bu yanılgı, yöneticilerin, risk yaratan
yaklaşımların kendi kararlarından doğduğunu kabul edememelerinden
kaynaklanıyor. Neden yerine sonuçtan çözüme gitme yaklaşımıyla enflasyonda kısa
süreli düşüşler gerçekleşti. Ne var ki bu olumlu sonuçlar vade uzayınca
kayboldu. Bir başka ifadeyle Türkiye bu olumlu havayı sürdüremedi. Çünkü
riskler ortadan kalkmamış, azaltılamamış hatta artmıştı. Bir başka deyişle
sonuçtan giderek nedeni çözmek mümkün olmadığı gibi risklerin de artmasına yol
açılmıştı.
Riskleri ortadan kaldıramadığınız
ya da en azından azaltamadığınız bir ortamda çözümler hep geçici olmaya
mahkûmdur. O nedenle Türkiye’nin kesin çözüm elde edebilmek için sonuçtan değil
nedenden yola çıkarak riskleri kaldıracak ya da azaltacak adımları atması
gerekiyor. Bunun da yolu komşularla sorunları çözmeye çabalamak (bu yolda çaba
göstermek bile yeterli olabilir), demokrasiyi geliştirmek, hukukun üstünlüğünü
yaşama geçirmek gibi adımlarla sağlanabilir. Bu adımlar atılabilirse Türkiye’nin
CDS risk priminin ciddi biçimde düşeceğini düşünüyorum. Risk primi düşerse TL’nin
yabancı paralar karşısında hızlı değer kaybı önlenebilir ve dolayısıyla
enflasyon da denetim altına alınabilir. Enflasyonda düşüş başlamasıyla faizler
de düşüşe geçer.
Özetle söylemek gerekirse bugünkü
ekonomik sıkıntıların çoğu aslında ekonomik olmayan nedenlerin yarattığı risk
artışından kaynaklanıyor. O nedenle çözüm de oralardan başlamak zorunda.
Hocam kaleminize sağlık.
YanıtlaSilSizce ülkenin tabanına yapısal reformların anlam ve önemini nasıl kavratabiliriz?
Saygılar.
Sosyo - Demografik kültürel değerlerinden dolayı, ülke tabanına anlatmak imkansızdır.
SilBatı ülkelerinde yapıldığı gibi uzun dönemli bir eğitim sistemi çocukları 5 yaşından itibaren ele alırsa, ilk nesil kafası biraz bulanık yetişir, ikinci nesil biraz anlar ve toparlanma başlar. Bu yöntem toparlanmayı 30-35 yılda başlatır. Bu yöntem için, mevcut başlangıç yönetiminin işin önemini anlaması beklenir, yoksa başlamaz.
100 yıldan biraz uzun bir süre önce, Almanlar Osmanlıya bunu önerdiler. Anadoludaki Türk ailelerin yanına, Polonya, Balkanlar ve bazı Avrupa bölgelerinden aileler gönderip nüfus aşılaması yapılması önerildi.
Bu yöntemde, ülke içindeki mevcut yönetim gerekli gelişim atılımlarını doğası gereği yapamayacağı için, başka bir ülkenin yönetiminin uygulaması beklenir. İkinci dünya savaşından sonra Japonya, Kore savaşları sonrasında Güney Kore güzel örneklerdir.
1. dünya savaşı sonrasında bazı Hindistan bölgelerinde de İngilizlerin çalışmaları başarılı sonuçlar vermiştir, çok önemli bir insan kaynağı Hindistandan İngiltere, Kanada ve Amerika için faydalı olmuştur.
Bu benim gördüğüm kadarı ile en etkili yöntem. Diğerleri de var, Türkiye özelinde, günümüz dünya koşullarında uygulanamazlar.
1QZxVqIoF$Ye5OR&
Belki sitenin okuyucuları arasında pek çok kişinin damarına basacağım ama olsun, riski şimdiden üstleniyorum:
Sil"İslam" dini, günümüz koşullarında tamamen bir itaat aracına dönüştürülmüştür. Geçmişte de farklı değildi. Ama geçmişte en azından, insanların hayatına bir tutam da olsa huzur algısı zerkedilebiliyordu "İslam" aracılığıyla.
Bugün "İslam", herhangi bir huzur kırıntısı vaat etmiyor. (Ufak tefek huzur örnekleri, geneli yansıtmıyor.)
"İslam", artık, belli bir komünitenin içine dahil olmak için, belli bir "şirket-holding-iş-ihale-para-kâr mekanizması"nın dişlisi olmak için, adeta pasaport işlevi görmekten öte pek bir anlam ifade etmiyor. Heybetli gözüken ama içi çürümüş ihtiyar bir ağaç gibi bugün "İslam".
Bugün artık sadece ama sadece pasaport işlevi gören "İslam", Türkiye'deki itaat (veya "biat") kültürünün yegâne dayanağı.
Belki çok klişe olduğunu söyleyen okuyucular çıkacaktır, ama, "İslam'da reform" denen mesele yeniden ele alınmadıkça, üzerinde ciddiyetle düşünülmedikçe; Türkiye'nin birikmiş problemlerini çözmeye başlayamayacağız.
"Din" meselesinde, laikliği, bir düşman gibi gören insanlar var Türkiye'de. Laiklik, adeta bir "öcü" bu tür insanların gözünde.
Sadece bürokrasi dünyasında, kamu kurumlarında değil; hayatın en ince kılcal damarlarında, insanların gündelik hayatlarını sürdürdüğü en sıradan mekânlarda laiklik yaygınlaşmadığı sürece, sadece ama sadece ibadethanelerin (yani "cami"lerin) yüceltildiği bir kültürel iklimde; Mahfi beyin yıllardır uyardığı "Yapısal Reformlar" başlamayacak.
Laikliği, adeta, "İslam düşmanlığı" olarak kabul eden insanların bu düşüncesini değiştirmek için birşeyler yapmak gerekiyor.
Genel seçimle, bir çırpıda çözülecek bir mesele değil bu...
Bu yöntemi Kuteybe 700'lü yılların ilk çeyreğinde, Buhara ve çevresinde Türk ailelerin evlerine Arap aileleri yerleştirip Türklerin islami kurallara uygun yaşamalarını sağlayarak uygulamıştı. O kadar başarılı olmuş ki halâ etkisi devam ediyor :)
SilSevgili Anonim 21:14, İslam dini Hz. Muhammed'in peygamberliği ile tamamlanmıştır. Yani Hz. Adem'den beri hep vardır. Hz. Peygamberden önceki dinler de hak dinidir. Fakat Hz. Peygamberin gelişi ile diğer dinlerin hükmü kalmamıştır. Gelelim asıl meselemize. Maalesef bir çoğumuzun yaptığı hata; kişilerin veya kurumların davranışlarını İslamiyet'e mal etmek suretiyle dini istismar etmek. Bakın sadece siyasi veya diğer nedenlerden dolayı bir kişinin dini kullanarak menfaat elde etmesi değildir din istismarcılığı. Başkasının yaptığı din istismarcılığı karşısında inancın zayıflaması da istismarcılıktır bana göre. Örneğin, medeni hukuk kurallarına göre adam öldürmek suçtur. Ancak bir kişi cinayet işlediği zaman sistem onu cezalandır(a)mıyorsa, siz bunu medeni hukukun kötülüğüne yoramazsınız. Hukuku uygula(ya)madığınızdan dolayı nasıl ki hukuk kötü olmuyorsa, İslam dininin kurallarının da uygulan(a)maması İslam dinini içi çürümüş bir ağaç yapmayacaktır. Çözüm ne diye soracak olursanız; eğitim, eğitim, eğitim... Tıpkı sizin belirttiğiniz gibi laikliğin öcü sanılması da İslam'ın çürümüş bir ağaç zannedilmesi de eğitimsizlikten başka bir şey değildir. İktidardaki siyasi partiye dini nedenlerden dolayı oy verip Kur'an-ı Kerim'in ne anlattığına dair fikri olmayan o kadar çok insan var ki çevremde. İşte bu yüzden yapısal reformlara eğitim ile başlamalıyız, paskalyayı resmi tatil yaparak değil!
SilKur'an-ı Kerim'in ne anlattığına dair fikri olmayan ama kendilerini "müslüman" olarak tanımlayan on milyonlarca vatandaşımız bulunduğu görüşüne ben de sonuna kadar katılıyorum. Bir fikirleri olsaydı zaten kendilerini böyle tanımlamazlardı. Bu nedenle gerçekten de eğitim şart...
SilGaliba Diyanet İşleri Başkanlığımızın, veya genelde İslam Dünyamızın, Martin Luther'e ihtiyacı var.
SilAnonim 21:14
SilNasıl ki laiklik Din düşmanlığı olarak uygulanmaya çalışıldığı zaman yanlış yapıldıysa İslam'ın laiklik düşmani olarak lanse edilmesi de hatadır. Din ve vicdan hürriyetine laiklik kapsamında saldirilmasaydi yıllarca bu gün bu dediklerimiz de olmazdı. Maalesef laiklik İslam düşmanlığı olarak uygulanmaya çalışıldığı için bugün bu tepkide onun karşılığıdır.
Anonim (28 Ocak 2021 13:33'e) ve (28 Ocak 2021 17:32'ye) cevaben:
Sil"İslam"ın geçmişini, geçirdiği dönüşümleri ayrıntılı bir şekilde, uzun uzun yazışmak bu sitede mümkün değil.
Üslubumda bir miktar sertlik sezebilirsiniz, bunu kasıtlı olarak yaptığımı düşünmeyiniz. İfadelerimi yalın ve kısa tutmaya çabalıyorum. Bunu yaparken, üslubumda yumuşaklık veya sertlik gibi bir hesapta bulunmam; ifademin anafikrini gölgeler.
Kısaca:
Fransa'da 2015'teki "Charlie Hebdo" saldırısını hatırlayalım.
Karikatüristleri öldürenler, peygambere hakaret edildiğini kendilerine gerekçe yaparak bu cinayetleri işlediklerini söylüyorlar.
İslam'a veya herhangi bir dine inananlar, kutsiyet atfettikleri kişilerle veya değerlerle (örneğin peygamberle veya inandıkları kitapla) dalga geçildiğinde, hâttâ hakaret edildiğinde; bütün bunların 'ifade özgürlüğü' kapsamında olduğunu özümsemek zorundalar. Bu özümseme mecburiyeti, Türkiye'deki müslümanlar için de geçerli.
Fransa'daki insanlar hangi dine mensup olurlarsa olsunlar; 'ifade özgürlüğü'nü Türkiye'ye kıyasla özümsemiş bir ülke. [Başka ülkelerle de kıyaslanabilir. Uzatmamak için tek tek yazmaya gerek yok.]
'Laiklik' demek, sadece kanun maddelerinde bürokratik bir dille yazılmış, donuk, hayatın içinde geçerliliği olmayan bir kavram değil.
Laiklik: Gündelik hayatın en sıradan anlarında bile, birilerinin kutsallarıyla dalga geçildiğinde, hâttâ hakaret edildiğinde 'ifade özgürlüğü'nü teminat altına almak demektir.
Türkiye'deki müslümanlar, peygamberleriyle, inandıkları kitapla dalga geçildiğinde, hâttâ hakaret edildiğinde; sinirlerine hakim olmaya başladığı an, 'laiklik' özümsenmeye başlanmış demektir, Mahfi beyin yıllardır uyardığı 'Yapısal Reformlar' işte o an başlayabilir.
Özellikle müslümanların, sinirlerine hakim olmayı öğrenmesi gerekir. Bu, sadece okulda verilecek eğitimle yeterli sayılamaz. Özellikle camilerde anlatılmalı, hayatın her alanında yaygınlaşması sağlanmalı.
Bütün bunlar göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede olmaz.
Süreklilik gerekir...
Sabır gerekir...
Sevgili Anonim 22:13, bakın halen daha kişilerin davranışlarını İslam'a mal ediyorsunuz. İslam dinini bilmeyenlerin (hatta büyük ihtimalle İslamofobiyi yaymak için yapılmış bir eylem bile olabilir) eylemleri İslam'ı bağlamaz, İslam'ı kötü yapmaz.
SilBirilerinin kutsalına (dinine değil) hakareti ifade özgürlüğü olarak görüyorsunuz. Bir an için dünyanın böyle bir yer olduğunu düşünelim. Herkes herkese, annesine, çocuğuna vs. hakaret etsin. Bunun cezası olmayacak mı? Cezayı da geçtim, böyle bir ortam huzurlu bir ortam mıdır sizce? Böyle bir şey olabilir mi? Nerede kaldı özgürlük? Sizin hakaret etme özgürlüğünüz varsa benim de hakaret edilmeme özgürlüğüm var.
"Laiklik: Gündelik hayatın en sıradan anlarında bile, birilerinin kutsallarıyla dalga geçildiğinde, hâttâ hakaret edildiğinde 'ifade özgürlüğü'nü teminat altına almak demektir". Bence siz laikliğin ne olduğunu bilmiyorsunuz.
Anonim 28 Ocak 2021 22:13. Sizin bu dediğinizi İslamiyet'in içini iyice boşaltmak ve İslamiyet'i yaşam biçimi olmaktan çıkarıp tamamen bir fikir olarak hayata geçirmeye çalışan Feto ve ortakları yapmaya çalıştı zaten. Bunu sözde dinler arası diyalog adı altında yapmaya çalıştılar. Unutmayın ki Hz. Muhammed ve Kuranı kerim ile Hz. İsa ve İncil'in Hükmü kalmamıştır. Zira aynısı zamanında Hz. İsa ve İncil'in gelmesi ile Hz. Musa ve Tevrat'in hükmü kalmamıştır. Din ve peygamberler tarihi Bu şekilde Hz. Adem'e kadar gider. Ayrıca İslamiyet'in yanlış ve hatayı düzeltme düsturu vardır. Bir yanlış gördüğünüz zaman elinizle düzeltiniz, elinizle düzeltmeye gücünüz yetmez ise diliniz ile uyarınız, diliniz ile uyaramazsaniz kalbiniz ile buğz ediniz. Zira bu imanın en zayıf halidir.
SilŞimdi siz peygamber ve kitaba hakareti, dalga geçmeyi sindiriniz derseniz bunun karşılığı yoktur. Bu ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Eleştiri başka şeydir küfür ve hakaret başka şeydir. İstediğiniz herşey hakkında istediğiniz gibi düşünebilirsiniz ancak istediğiniz gibi küfür ve hakaret edemezsiniz. Şimdi birileri sizin karşınıza çıksa ve size küfür ve hakaret etse bunu ifade özgürlüğü kapsamında sindirecek misiniz? Bakınız Mahfi beyin ifade ve üslubuna söylediklerini aynı manada bin bir şekilde söyleyebiliriz. Ancak bir karşılığı olmaz. Kullanılan kelime ve cümleler öyle düşünülmüş ki adeta taşı gediğine öyle yerleştiriyor ki ne hakaret var ne küfür ne de dalga... Örnek alınız.
Anonim (29 Ocak 2021 15:11’e ve 16:03’e) cevaben:
SilKonuyu anlamamışsınız.
Daha net izah edeyim:
Konu, İslam’ı (veya başka bir dini) ‘iyi’ göstermek - ‘kötü’ göstermek ikilemi değil.
2 Temmuz 1993’te Sivas’taki Madımak Oteli etrafında, naralar atarak oteli yakanlar; eğer sinirlerine hakim olmayı öğrenmiş olsalardı, eğer ‘laikliği’ özümsemiş olsalardı, oteli yakmazlardı.
Laiklik demek; sadece ama sadece ‘devletlerin işleyişi’ ile ‘dinlerin işleyişi’nin birbirinden ayrı olması demek değil, aynı zamanda sıradan insanların da gündelik hayatlarının her anında laikliği özümsemesi demek. Bazı ülkelerdeki insanlar bunu özümseyebildi, bazı ülkelerdeki insanlar özümseyemedi. Türkiye’deki insanlar, henüz özümseyemedi.
Fransa, ABD, Kanada, İngiltere, Almanya, Belçika, Finlandiya, Polonya, Hollanda, İtalya (listeyi daha da uzatabilirsiniz), Hristiyanlığa inanan insanların çoğunluğu oluşturduğu ülkeler.
Bu ülkelerde, ‘Jesus is an idiot and the Bible is full of garbage. (İsa bir budaladır ve İncil çöptür.)’ gibi bir sözü söylediğiniz zaman, yazdığınız zaman, karikatürünü çizdiğiniz zaman, bir film çekip sinemada yayınladığınız zaman, herhangi bir şekilde ifade ettiğiniz zaman; orada Hristiyanlığa inanan insanlar sinirlerine hakim olabiliyor, katliam yapmıyorlar. ‘Hristiyanofobi’ orada yok çünkü laiklik hem devletin işleyişinde hem sıradan insanların hayatının her anında özümsenmiş.
Türkiye’ye gelirsek: Yukarıdaki paragrafın girişinde tırnak ‘’ içinde yazılmış olan ifadede, ‘İsa’ yerine ‘Muhammed’, ‘İncil’ yerine ‘Kuran’ yazarsanız; Türkiye’de, hem kanuni yaptırıma maruz kalırsınız, hem de sıradan insanlar tarafından (hem sözel hem fiziki) lince uğrarsınız. Türkiye’de hem devlet hem sıradan insanlar, ‘laikliği’ henüz özümseyemedi.
Ramazan ayı geldiğinde, alkollü içecek satan lokantaların çoğu, bir ay süreyle alkollü içecek satmadan işine devam ediyor veya lokantalarını bir ay süreyle kapatıyor. Ramazan ayı boyunca bu lokantaların sahibi olan esnafın alkollü içecek satmamalarının sebebi; müslümanların sinirlerine hakim olamayıp, bu lokantalara saldırmalarından korkmalarıdır. Madımak Oteli’ndeki katliamın işaret ettiği tehlike bu lokantalar için de hâlâ var. ‘İslamofobi’yi Türkiye’de müslümanlar kendi kendine yaratıyor. Türkiye’de hem devlet hem sıradan insanlar, ‘laikliği’ henüz özümseyemedi.
Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan rektörle ilgili protestolar devam ediyor. 28-29 Ocak 2021’deki protestolar esnasında, rektörlük binası önünde, yere (zemine), üzerinde ‘Kâbe’nin olduğu bir resim konulduğu için; ‘İstanbul Valiliği’, 5 kişinin gözaltına alındığını, 2 kişinin de arandığını duyurdu. Türkiye’de hem devlet hem sıradan insanlar, ‘laikliği’ henüz özümseyemedi.
Dikkat ederseniz; Mahfi bey, hiçbir zaman herhangi bir dinin hegemonya kurup toplumu baskı altına almasını kabul etmiyor. Mahfi bey; ‘laiklik’i, ‘ifade özgürlüğü’nü, ‘eleştirel düşünce’yi savunuyor çünkü yıllardır hatırlattığı ‘Yapısal Reformlar’ın bu temeller üzerine inşa edilmesi gerektiğinin farkında. Örnek alabilirsiniz.
Sevgili Anonim 16:54, evet doğru söylüyorsunuz, sizi anlamıyorum. Hatta anlaşamıyoruz, siz de ısrarla beni anlamak istemiyorsunuz. Ben size ısrarla kişilerin davranışlarını İslam'a mal edemezsiniz diyorum. Siz hala karikatür cinayetlerini, Madımak'ı, ramazanda içki satamayan lokantaları örnek veriyorsunuz. Sürekli batı güzellemesi, Hristiyanlık güzellemesi yapıyorsunuz. Ama hiç Avrupa'yı İslam'a karşı koruma amaçlı yapılan Norveç katliamından bahsetmiyorsunuz. Yeni Zelenda'daki cami katliamından bahsetmiyorsunuz. Yanlış anlamayın ben o katillerin yaptıklarını Hristiyanlığa mal etmiyorum. Aksine onların dini de öldürmemeyi emrediyor. Cezaları neyse medeni hukuk kurallarınca uygulanır. Her mesajınızın sonunda Mahfi hocaya destek çağrısı yapmanız da güzel. Bu yaşadığınız fikir yalnızlığınızın bir göstergesi :) Ama üzülmeyin beğenmediğiniz İslam dininde buna da çözüm var: Leküm diniküm veliyedin... (Daha cevap beklemeyin benden çok işim var.)
SilAnonim 31 Ocak 2021 16:54 Laiklik kişinin sinirline hakim olup olanı biteni anlayıp ona göre varsa açıklaması onu dinleyip çözüm üretmeye çalışması gibi bir sonuç ortaya cikmiski bu insan olmanın gereğidir. Bir Müslüman olarak Hz. İsa bir peygamber dir. İncil(Hakiki) (Günümüzde aslı yoktur değiştirilmiştir) Allah'ın kelamı ve kutsaldır. Bir müslüman dan yukarıdaki dediğiniz gibi bir söz duyamazsiniz. Bir Müslüman Hz. İsa ve incile o şekilde söz söylerse Müslüman değildir artık. İmanın şartından birisi Allah'ın peygamberlerine inanmaktadır, birisi Allah'in kitaplarına inanmaktadır. Ülkemizde alkollü içecekler ikramı yapan yerler kapatıyor veya alkolsüz servis yapıyor demişsiniz. Bunu da müslümanın saldırısından korktuğu için yapıyor demişsiniz. Katılmıyorum yanlış düşünüyorsunuz. Alkollü içecek servisi yapan yerler ramazan da ülke genelinde oruç tutanların yoğunluğu nedeniyle ya oruç tutanların da akşam gelmeleri için alkolsüz servis yapıyor. Yada zaten (Alkollü-Alkolsuz) Ayrım yapmadan iftar menüsü veya servisi yapmayan yada yapmak istemeyen işletmeler müşteri olmadığı için kapatıyor.
SilSivas'ta otel saldisirina gelince İslamiyet ile alakaları olmayanlar tarafından yapılmış dönemin şartlarında sağ-sol mevzusuyla memleket birileri tarafından birbirine kirdirilmis. Siz bunu bile İslâm'a mâl etmeye çalışarak amacinizin laiklik değilde İslamiyet'in aşağılanması ve bunu yapanların savunuculuğunu yapmaya çalıştığınızı açıkça beyan etmissiniz.
İslamiyet ile alakası olmayan kişileri müslüman gibi görüp onların davranışlarını İslamiyet'in telkini yada öğretisi yada emri gibi yaymaya çalışmak cehaletten başka bişey değildir.
Lut kavmi helak olduğunda herkes erkek erkeğe ilişkiye girdiği için helak olmamıştır. Onlar o kadar azınlıkta olmasına rağmen toplumun tepki vermemesi üzerine helak olmuşlardır.
Herkesin bir imtihanı vardır. Bizim karınca misali ateşi sonduremezsek bile safimiz belli olsun. İslamiyet'e saldırarak bir yere varamazsiniz.
Başkalarının değerlerine saldırmayi, hakaret etmeyi, aşağılamayi ifade özgürlüğü zannetmeniz ve bununda Laiklik Olduğunu söylememiz acınası bir durum sadece. İfade özgürlüğü dediğiniz kişinin fikirlerini başkalarına saldırmadan, hakaret etmeden, aşağılamadan dile getirmesidir. Başkalarını hak ve kişiliğinin başladığı yerde ifade özgürlüğü diye bişey kalmaz. Eleştiri dediğiniz şey kişilik üzerine değil davranış üzerinedir. Sizin ne yapmaya çalıştığınız belli zaten. İslam'a saldirayim bunu da sözler Laiklik, ifade özgürlüğü vs kapsamında yapayım bir kisim topluluğu da yanıma alırım bu şekilde. ...
SilDürüstlük, samimiyet olsun ve yolsuzluk olmasın bu ülkede birçok şey yapılabilir. Yapısal reformlar dediğimiz şeylerde yapılır hemde çok kolay yapılır. Ancak benden olan sahtekâr olsada sorun yok karsidakiler dürüst olsun bakışı boş bir bakıştır. Bunun laiklikle o kadar bir alakası da yoktur. İktidara yandaş kayirıyor diyen muhalefet partisi milletvekili biz iktidara geldiğimizde benzer özellikli iki kişi varsa bunlardan biri partilimiz olursa elbette onu tercih edeceğiz demesi iktidarın yaptığından farksızdır. Yani benim adamım muhabbeti ne laikliktir ne başka Bir şeydir. Liyakati karşıdan beklerken bizde adamlamizi yerlestirecegiz derken samimiyet diye bişey kalmıyor. Yıllarca İslamiyet'i yaşamaya çalışanlara zulmedildi bu ülkede bir çok sözde Aydın'da buna destek verdi. Hiçbirinin umurunda değildi. Eşi başörtülü diye tsk personeli ordudan atıldı, Polis olması engellendi, annesi baş örtülü diye yapıldı aynı şeyler. Baş örtülü diye çok başarılı öğrenciler asagilandi, kürsüler de taciz edildi saldırıya uğradı, engellendi. Niye sözde laik kişiler yaptı bunu. Hani sinire hakim olmaktı, hani sindirmekti, niye laiklik kisvesi altında yapıldı bunlar... Dindarlar, laikler tarafından saldırıya uğrayınca doğru, sağ sol davasında siyasi saldırılar yapılınca sorun İslamiyette demek iki yüzlü olmanın ta kendisidir. İslamiyet bilinmese ilimede karşı değildir. Kur-an'i Kerim'in ilk Öğretisi "Oku" dur. "Yaratan Rabbinin adıyla oku". Hz. Muhammed s.a.v. İlim Çin'de de olsa gidip alınız, diyerek bilimin önemini anlatmıştır. Ki o dönemde ulaşım koşulları düşünüldüğünde bu ne kadar zor bir şeydir. Ayrıca bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum diyen Hz Ali'dir. Bunları bilmeden yada yok sayarak İslamiyet'in bilim düşmanı ilan edilmeye çalışılması cehalettir. Bilime karşı birşey yapılıyor ise bu İslamiyet'in adı altında yapılıyor ise sizde bunu bile bile fırsat çıktı diye İslamiyet'e saldiriyorsaniz Sizinde onlardan farkınız kalmaz.
Sil============ BÖLÜM 1 ============
SilAnonim (31 Ocak 2021 19:52’ye, 20.45’e, 22.17’ye ve 23.03’e) cevaben:
Konuyu anlamamışsınız.
Konu, İslam veya herhangi bir dinin içinde referans olduğuna ‘inanılan’ kaynakların; doğruluğunu-yanlışlığını, yararlılığını-zararlılığını, iyiliğini-kötülüğünü test etmek değil. Bütün bunlar ‘inanç sistemi’, bilimsel olarak test edilmesi mümkün değil. İnanmak isteyen inanır, istemeyen inanmaz. Laiklik, inanma özgürlüğünün teminatı olduğu gibi; ‘inançlar’ı, ‘dinler’i sorgulama özgürlüğünün de teminatıdır.
Sadece Kuran’dan değil, bütün dinlerin kutsal saydığı ‘anlatı’lardan çeşit çeşit örnekler getirip buraya yazabilirsiniz; bunları referans alarak ‘inandığınızı’ belirtebilirsiniz, ‘Asıl İslam (veya başka bir din), işte bu referanslar’ diye çıkarımlarda bulunabilirsiniz. Dikkat ediniz, bütün bunlar birer ‘inanç sistemi’. Hiçbiri, bilimsel olgulara dayanmıyor. İnanmak isteyen inanır, istemeyen inanmaz. Laiklik, inanma özgürlüğünün teminatı olduğu gibi; ‘inançlar’ı, ‘dinler’i sorgulama özgürlüğünün de teminatıdır.
‘Lut kavmi’nin başına gelen olayların sebeplerinin neler olduğu, Yahudilik ve İslam başta olmak üzere çeşitli ‘inanç sistemleri’nde anlatılabilir, bunların hepsi birer (dini literatürde) menkıbedir. Hiçbiri, bilimsel olgulara dayanmıyor. İnanmak isteyen inanır, istemeyen inanmaz. Laiklik, inanma özgürlüğünün teminatı olduğu gibi; ‘inançlar’ı, ‘dinler’i sorgulama özgürlüğünün de teminatıdır.
Sizin pek bilmediğiniz bir örnek daha: Hinduların kutsal olduğuna inandıkları ‘anlatı’ların en meşhurlarından biri ‘Mahabharata’dır. 18 kitapta derlenip toplanan bu ‘anlatı’nın dönüm noktalarından biri olduğuna inanılan (6. kitap ‘Bhishma Parva’nın içinde geçen) ‘Bhagavad Gita’ kısmında: ‘Kurukshetra Savaşı’ esnasında, tanrı olduğuna inandıkları ‘Krishna’, savaş meydanındaki en prestijli prenslerden biri olan ‘Arjun’a gözükür; düzeni yeniden tesis etmek için bu savaşı kazanması gerektiğinin ne kadar mühim olduğunu anlatır ve kainatın kimin kontrolünde olduğunu, hindu inanışındaki bütün tanrıları ‘Krishna’ kendi vücudunda toplayıp ‘Arjun’a göstererek ona cesaret verir. Dikkat ediniz; bütün bunlar birer ‘inanç sistemi’. Mahabharata, gerçek olmayan bir ‘anlatı’. Bhagavad Gita, gerçek olmayan bu ‘anlatı’nın 6. kitabındaki bir kısım. Kurukshetra Savaşı hiç olmadı, yok. Krishna diye bir tanrı hiç olmadı, yok. Arjun diye bir prens hiç olmadı, yok. Hiçbiri, bilimsel olgulara dayanmıyor. İnanmak isteyen inanır, istemeyen inanmaz. Laiklik, inanma özgürlüğünün teminatı olduğu gibi; ‘inançlar’ı, ‘dinler’i sorgulama özgürlüğünün de teminatıdır.
İbrahimî dinlerin ‘hakiki dinler’ olduğuna inanıp, bunlar dışında kalanların ‘hakiki olmadığı’nı iddia eden pek çok inançlı insan var. Buna ‘kanıt’ olarak, yine, inandıkları dinin metinlerini ve yüzyıllara yayılan ‘anlatı’larını referans gösteriyorlar. Çoğunluğunu; hristiyanlar, müslümanlar, yahudiler oluşturuyor. Örneğin, Budizm, Hinduizm, özellikle Japon kültüründe yaygın bir inanış olan ‘Shinto’culuk (listeyi daha da uzatabilirsiniz); İbrahimî dinlere inanan pek çok insan için ‘hakiki’ değil. Laiklik, işte bu ‘hakiki sayılmayan’ dinlerin de teminatıdır. Türkiye’de ise hem devlet hem sıradan insanlar, ‘laikliği’ henüz özümseyemedi.
[Devamı 2. bölümde]
============ BÖLÜM 2 [SON] ============
SilNorveç’te yapılan saldırı, Yeni Zelanda’da yapılan saldırı, Fransa’daki ‘Charlie Hebdo’ saldırısı, İngiltere-Manchester’daki saldırı, Almanya-Berlin’deki saldırılar, Kanada’daki saldırılar, Sivas-Madımak Oteli’nin yakılması… Listeyi uzatabilirsiniz. Dini referans içeren saldırılar, otomatikman herhangi bir inanç sistemini marjinal gösterip, onları toplumdan dışlamak için yapılmaz. ‘Komplo teorileri’ne eğilim göstermeyecek kadar tecrübeli birine benziyorsunuz. Bu ülkelerde yapılan saldırılar niçin dünya gündeminde tartışılıyor da; Bağdat (Irak)’ta, Libya’da, Suriye’de, İran’da, Pakistan’da, Afganistan’da neredeyse her gün olan saldırılar dünya gündeminde çok az yer buluyor? Çünkü, laikliğin hem devletler tarafından hem sıradan insanlar tarafından özümsendiği ülkelerde, dini referans içeren saldırıların sayısı azdır, kanıksanmaması için çareler aranır. Fakat, Irak, Libya, Suriye, İran, Pakistan, Afganistan, Katar, Suudi Arabistan, Türkiye gibi ülkelerde, hem devlet hem sıradan insanlar laikliği özümseyemediği için; dini referans içeren saldırıların sayısı çoktur, laiklik ‘özümsenmediği için’ bu saldırılar kanıksanmıştır. Kanıksama, hâlâ devam ediyor. Müslümanlar ‘islamofobi’yi kendi kendine yaratıyor.
Batı ülkelerinde yaşayan insanların çoğu Hristiyan. Ve bu ülkelerde ‘laiklik’, hem devletler tarafından hem sıradan insanların günlük hayatlarının her anında özümsenmiş. Bu, bir tespittir. ‘Batı ülkeleri’ni otomatikman övmek, ‘Hristiyanlık’ dinini otomatikman övmek değildir. Laikliğin, işliyor olduğunu izah etmektir. (Yukarıda 31 Ocak 2021 16:54’te) ‘Jesus is an idiot and the Bible is full of garbage. (İsa bir budaladır ve İncil çöptür.)’ ifadesinin o ülkelerde özgürce söylenebildiğini, bunun teminatının ‘laiklik’ olduğunu unutmayınız. O ülkelerde Hristiyanlığa inanan insanlar sinirlerine hakim olabiliyor, katliam yapmıyorlar. ‘Hristiyanofobi’ oralarda yok çünkü laiklik hem devletin işleyişinde hem sıradan insanların hayatının her anında özümsenmiş.
‘Laiklik’in, ‘ifade özgürlüğü’nün, ‘eleştirel düşünce’nin olmadığı Suudi Arabistan’da, kadınlar, ehliyet alıp araba kullanmak için verdikleri mücadeleyi daha yeni kazandı. Manal al-Sharif, kadınların özgürlük mücadelesini nasıl verdiklerini bizzat kendisi anlatıyor: https://www.babil.com/yola-cikma-cesareti-kitabi-manal-al-sharif
Çoğunluğunu müslümanların oluşturduğu Türkiye gibi ülkelerden göç eden insanlar, niçin Irak, Libya, Suriye, İran, Suudi Arabistan, Pakistan, Afganistan gibi ülkelere göç etmeyi daha az istiyorlar da; Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika, İngiltere, ABD, Kanada gibi ülkelere göç etmeyi daha çok istiyorlar? Hristiyan mı olmak istiyorlar? Yoksa, bu ülkelerde ‘laiklik’, hem devlet tarafından hem sıradan insanların günlük hayatlarının her anında özümsendiği için mi? Laikliğin özümsendiği ülkelerde; ifade özgürlüğü vardır, eleştirel düşünce vardır, ekonomik yapısı istikrarlıdır, yatırım ortamı demokratiktir kayırmacı değildir, eğitim sistemi kalitelidir, müslümanlar ayrıldıkları ülkelerinde bulamadıkları özgürlük iklimini özellikle bu ülkelerde bulabildikleri için özellikle bu ülkelere göç ediyorlar. Müslümanlığı bırakıp hristiyan olmak için değil, laikliğin özümsendiği özgürlüğü yaşamak için.
Hocam sizin gibi blog yada köşe yazarı tarzı güncel tarafsız güvenilir kaynaklar tavsiye edebilir misiniz?
YanıtlaSilTarafsızlık zor iş.
SilHocam aslında ekonomik sorunlar bizim ekonomi kültürümüzle ilgili sorunlar değil mi ? lütfen aydınlatın hep siyasetçiler diyor tencere kaynamazsa hükümetler yaşamaz diyorlar ama yaşıyorlar geçmişte de böyle olmadı mı ? biz türkler olarak enflasyonu seviyoruz aslında nedense bilmiyorum mesela almanlar enflasyondan nefret ediyorlar. hocam eko kültür sıkıntısı çekiyoruz bence biz sorun orada bugün haberde izlemek istemiyorum ama rast geldim banka yönetim kurulunda eski bakan milletvekili bilmem ne üyesi falan adam 5-6 yerden maaş alıyor bir de bankadan alıyor maaş bu geçmişte de böyleydi sadece 1 partiye özel değil bu durum.Bizim kültürümüzde bir yozlaşma ve bir sıkıntı var devletin malı keriz bu laf neden çıktı.hocam her kültürde farklı etmenler var bence kültürümüzü değiştirmemiz kafamızı değiştirmemiz lazım herkesin muhalefeti ile iktidarı ile. almanların bir kültürü var çalışma japonların ingilizlerin amerikalıların ama bizi tanıyanlar bilenler sadece türkler iyi askerdir diyorlar tanımayanlar ise araptır. hocam kıymetli yorumlarınızı bekliyorum.
SilTürkiye ekonomisinin kurumsal ve temel sorunlarına çok fazla değinen insanımız var. Sağolsun hocamız bu konuda yine bizleri aydınlattı.
YanıtlaSilBen bu yorumda farklı bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Son 300 yıla bakalım. Son 300 yılın insanlarına bakalım. 300 yıl ve öncesinde Türkiye devletleri çok yönetici çıkarttılar. Teker teker isimlerini sayamayız. Türk yöneticilerin hepsi de alanlarının dünyadaki en iyi leri arasına girdiler.
Başka insanlara bakalım.
Son 300 yılda Türkiye (ve Osmanlı)
kaç tane yaratıcı insan çıkardı?
kaç tane endüstri lideri çıkardı?
kaç tane maceraperest insan çıkardı?
kaç tane sanatçı çıkardı?
Bu tip insan çıktığında neler yaptı?
Bu tip insanların çıkması için ne yatırımları yaptı?
Bu tip insanları nasıl değerlendirdi?
Aynısını dünyanın gelişmiş ülkeleri ile kıyaslayın.
Son 50 yılda bu tip insanların hepsinin faili meçhul öldürüldüğünü bu yazıyı okuyan herkes biliyor.
Sizin gözlerinizin önünde, size gelecek veren insanları öldürdüler. Siz de bakıp, üzülüp, unuttunuz. Hiç bir şey gizli değil, hiç bir şey faili meçhul değil, her şey ortada, her şey açık. Hayatın nimetleri elini uzatıp almayı bilenler, isteyenler içindir.
Ekonomiyi insan yaratır, ekonomi insan toplumu içinde olur.
İnsan toplumunun temel sorunları, aynı anda ekonominin de temel sorunları olur.
gm&NZ&wQ8*0C2FJq
Bu yorumunuza 300 yıllık perspektif dışında katılıyorum. Yaratıcı insanların yok edildiği de bir gerçek. Bu gerçek, dünya için de geçerli ve bu devam da ediyor.
SilBununla birlikte umarım yorumunuza bir katkı olarak görürsünüz, şunu da söylemek istiyorum. Türk insanın "temel kötü özelliği" dünyayı daha iyi bir yer haline getirebileceğine dair bir ihtiyaç duymamasıdır. Bu ihtiyaca sahip olmaması nedeniyle hayal gücü gelişmemiştir, gelişmiyor da. Türk yaratıcıları da yaşadıkları toplumun kodlarına bağlıdırlar. Hayal güçleri sınırlıdır. Yok edilişlerden ders almazlar. Bunun farkına varıp, buna dair bir mitos yaratabilme güçleri de yoktur. Tek tanrıcılık fikri, her alanda tekleşme motivasyonunu yükseltir, dayanışmayı aşağılar.
Türklerin tarihi, devlet yok etme tarihidir aynı zamanda. Başka devletleri de kendilerini de yıkarlar. Bugün bile bu değişmez gerçeği yaşıyoruz. Bu cumhuriyeti de bitirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Dış güçler değil, iç güçler :)
Bilmem belki katılırsınız, belki katılmazsınız, Atatürk öyle bir patlama yapmış ki bu kadere karşı, 100 yılda yıkılamadı cumhuriyet, ve hâlâ o çekirdek ateş canlı. Gerçi vakti azalmış da olabilir, hatta öyle bir dönemdeyiz ki, artık bu kavramların da bir anlamı kalmıyor. Türklerin aslında iyi olduklarına dair fikirlerle itiraz edeceklere de hiç itirazım yok. Hayatta kalmayı çok iyi bilen bir ırkız biz. Bizim için en önemli şey bu. Canlı kalmak. Bulmak istediğimiz şeyi diğerlerini yok ederek arıyoruz, bu problem galiba.
Atatürk ulusçu devrimleriyle zihniyette bir evrim başlatabilmek istedi, belki de bunu başardığı için aslında hâlâ şansımız var. Ama gerçekten bizde olmayan iki şeyi görmek lazım. Dayanışma kararlılığı ve yüksek birlik anlayışı. Yok bunlar bizde. Düşmancılık büyük bir dert.
Yani yaratıcı insanların da kendilerini ezdirmeyecek, süründürmeyecek aklı geliştirmeleri gerekiyor. Bence şansımız var, çünkü nüfusumuz genç ve yeni anlamlara aç. Her şey bugün başlasa, geçmişi hatırlamaya ihtiyaç bile duymayacağız. O denli hızlı ilerleyecek her şey.
Çok sevgiler.
Aydın Balçık
Absürt gelebilir ama sizi Mahfi Bey'in iç sesi olarak düşünüyorum. 🦧
SilSayın Aydın Balçık; Bence davranış gelişimiyle ilgili biraz araştırınız. Bir basın yazı başlığı:''Türkler;Türkiye dışında ki her ülkede başarılarıyla damga vuruyor.'' hayal gücü olmayan insan olmaz.İnsani olmayan yönetimler, insanların önüne köstek oluyor. Hayatta kalma içgüdüsü temel bir iç güdüdür.her canlıda vardır. Düşman veya tehdit yaratmak bir yönetim tekniği zaten. Uygulanıyor da.
SilSayın Balçık, Anonim 27 Ocak 2021 20:47, Anonim27 Ocak 2021 17:55, Anonim31 Ocak 2021 16:54, Mahdut Mesuliyetli27 Ocak 2021 21:43 Maddi kültür(yaşamak için kullandığımız alet, edavat ve ürünler) manevi kültürü(yaşam şeklimizi) etkisi altına alır veya aynı anlama gelecek şekilde üretim güçleri üretim süreçlerini ve dolayısıyla toplumun sosyo-ekonomik yaşamını belirlemektedir ki yaşamın doğası dediğimiz olgu da bundan ibarettir. Son 300 yılı dikkate aldığımızda Türk kültürü de dahil olmak üzere doğu kültürlerinin batıya karşı geri kalmışlığı yadsınamaz bir gerçekliktir. Ancak önemli olan bu geri kalmışlığın sebeplerini doğru algılamak gerekir. İnsanlık medeniyetini & tarihini batı(günümüzün gelişmiş ülkeleri) ve öteki(az gelişmiş ülkeler) olarak algılamak/kabul etmek içinde bulunduğumuz durumu yanlış değerlendirmelerle gerçekten farklı sonuçlara ulaşmamıza neden olacaktır. Unutmayalım ki bugün dünya medeniyetine en yüksek katkıyı sunan batı(Avrupa özellikle yukarıda günümüz demokrasisinin örneği olarak sayılan kuzey/batı Avrupa bölgesi) Roma imparatorluğu için barbarlardan ibaretti fakat Roma'nın tarihten silinmesinin üzerinden 1.000 yıldan fazla zaman geçti. Bugünün gelişmiş ülkelerinin temeli yeni dünyayı ve yeni ticaret yolarının bulunması ile ortaya çıkan zenginliği doğru kullanarak sanayi devrimini gerçekleştirmelerine ve dünya ekonomik sistemini kendi menfaatlerine uygun olacak dizayn etmelerine dayanmaktadır. Günümüz için medeniyete yüksek katkı sunan (kaldı ki son 20 yıldır eski kültürlerdeki(Asya) gelişim karşısında çaresiz kalan) gelişmiş & demokratik ülke ve toplumların da kendilerinden öncekiler gibi ne kar süreyle zirvede yer alacakları meçhuldür. Ayrıca Batının bu güce ulaşmasında kendilerinden önceki kültürlerin katkısı yadsınamaz. Kültürlerin medeniyete katkısı ise iki şekilde olmaktadır. Birincisi insanların hayatlarını kolaylaştıran maddi kültür(icatlar, aletler vs.) unsurları, ikincisi ise diğer kültürleri gelişmeye zorlamalarıdır. Bugünkü batı yeni ticaret yollarını ve yeni dünyayı(Amerika) macera aşkından dolayı bulmadı. Bu gelişmelerin temel itici gücünün Roma'nın çöktüğü ve Batının çıktığı zaman aralığında(ki bu zaman aralığı 300 yıldan daha uzundur) Dünyada hakim olan kültürler olduğu unutulmamalıdır. Bu durum meselenin dinle ilgili olmadığını açıkça göstermektedir. Zira +
SilAvrupa'ya Türk kültürünün üç büyük etkisi vardır. Birincisi karadenizin kuzeyinden yapılan Türk göçleri, ikincisi Türk - Moğol İmparatorluğunun (Osmanlı Devletine de büyüme fırsatını sunarak) gerek İpek yolunun yaklaşık otuz(30) farklı gümrük bölgesini tek gümrük bölgesi haline getirmesiyle birlikte gerekse de Asya'dan batıya yoğun Türk Göçlerine neden olması ve üçüncü olarak Osmanlı İmparatorluğunun(rakip kültür olarak) Avrupa üzerine etkisidir. Kısacası Türk millet ve kültürünün Dünya medeniyeti üzerine etkisi bir çok kültürle kıyaslanamayacak kadar büyük ve önemlidir. Üstelik bu katkılar İslamiyet'ten öncede sonrada çok büyük olmuştur. Ayrıca Türkler medeniyete katkı verdiği süreçler boyunca devlet yönetim sistemlerinde öncelik her zaman liyakat temelli ve günün şartlarına göre oldukça laiktir. Çünkü din insanla insanı yaratan arasında bir ilişkiden ibarettir ve Türk devletlerinde dini inançlara yönelik bir müdahale ve baskı diğer kültür ve milletlerle kıyaslandığında yok denilebilecek kadar azdır. Ayrıca Türk İslam anlayışının temeli özetle "akla yatkın olmayanın dine de uygun olmayacağı" şeklinde özetleyebileceğimiz maturidiliktir. Kısacası Fatih'in İstanbul'u fethi de dahil olmak üzere siyaseten başarılı olunan dönemlerde başarının temeli(toplar, gemiler ve yollar vs.) bilime dayanmaktadır hatta rivayete göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a girdiğinde dua eden dervişin “Devletlû hünkârım, sevgili padişahım! Bizim duâmız sayesinde sen İstanbul’u fethettin.” söylemine “Belî! Derviş baba doğru söylersin fakat bunun(elinde ki kılıcı göseterek) da hakkını unutma“ diye cevapladığı anlatılır. Kısacası insanlık medeniyetine yaptığımız katkıların övünç sebebi son ve son 300 yıllık duraklamanın geçici olduğunu, karanlıktan çıkmanın Mahfi Eğilmez hocamın sürekli vurguladığı gibi aklın ve bilimin ışığıyla mümkün olduğunu unutmamamız gerekirken geçmişte Arapların İslam adına batı Türkistan'da yaptığı kültür emperyalizmini (bugün Çinliler Doğu Türkistan'da uyguluyorlar) dün de bugün de yanlış ve insanlık dışı olan ve lanetlenmesi gerekirken bir uygulamanın(üstelik arada Alman faşizminin üstün ırk safsatası olarak tavsiye ettiği söylenen (ki doğru mudur? bilmiyorum ilk defa gördüm) çare diye sunulması nasıl bir akıl tutulmasıdır anlamadım. Din yada herhangi bir inancın(laiklik vs) afyon olarak kullanılması, milleti bölmeye malzeme yapılması ortalamanın üstünde bir entellektüel seviyeye sahip olanlar tarafından takip edildiğine inandığım(yeri gelmişken Mahfi hocam emeklerinizden dolayı müteşekkirim) bu blogta beni şaşırttı. Sonsöz olarak sonsuz özgürlük diye birşey yoktur. Bireylerin özgürlük alanlarının sınırı diğer bireylerin özgürlükleridir. Yani kişi yada kişilerin inancına hakaret fikir özgürlüğü olarak kabul edilemez, bir birlerimizin fikir ve inançlarına katılmayabiliriz, inanmayabiliriz, sevmeyebiliriz ama saygı duymak zorundayız. Sevgide hürriyet/serbestlik, saygıda mahkumiyet/zorunluluk vardır.
SilÇok iyi yazı hocam.
YanıtlaSilPeki yerli hammadde ve sermaye üretmek için nasıl adımlar atılmalı ?
Selam,
SilSermaye üretimi için yatırım yapılması lazım. Türk bankacılık sisteminde yeterli üretim yapılacak bilgi birikimi var. Mevcut üretilenler atıl alanlara gidiyor.
Türkiyenin komşusu AB gibi bir ekonomik dev var. Dünyanın 3 büyük ekonomi güç odağından biri. Daha da güzeli Türkiye birlik ile üyelik süreci yürütüyor.
Maddenin doğası gereği AB ile ilişkileri geliştirmek lazım. Türkiye ilişkilerini geliştirmekte zorlanıyor. AB, özelinde Batı Avrupa ülkeleri fazla uzun olmayan 100 yıl önceki zaman diliminde, Türk varlığını Balkanlardan silebildiler.
Günümüz dünyasını düşününce, Anadolu Türk varlığını da silebilecek güçleri var. Türk devletinin Çin ve Rusya ile beraber hareket etme çabası belki bundandır, bilemiyorum. Çin ve Rusya, AB devletlerini bu konuda engelleyebilecek çapta değiller.
Türkiyenin varlığını Lozan garanti altına aldıktan sonra yerli hammadde, sermaye üretimi, ekonomik alt yapı çalışmalarına girişilmişti geçmişte. Benzeri bir hamle mevcut Türk yönetiminden de bekleniyor olabilir, bilemem.
Günümüz koşullarında, Türkiye'de yaşanan insani sorunlar, hukuki sorunlar, demokrasi uygulamasındaki sorunların önümüzdeki 100 yılı kapsayacak şekilde düzenlendiğinin dünyaya gösterilmesi, ekonomik gelişimlerin yeniden başlamasını sağlar.
AB ile güçlü ilişkiler ülkeye güveni artırır. 20 yıl önce yaşadık, gördük.
rT2lfyk2wpXJC8&d
emeginize saglık hocam. riskleri azaltmadan bir yerlere gidemeyecegiz gibi duruyor.
YanıtlaSilTeşekkürler, evet ve işin kötüsü azaltacak yerde her gün yenisini ekliyoruz listeye
SilSayın Hocam,
SilYazınız büyük bir ilgi ile okudum. Yazınızda ülke risk priminin düşmesinin ülke para biriminin değerini artıracağını ifade etmişsiniz. Nacizane bir düşüncem olarak aynen katılıyorum. Ama aynı zamanda çeşitli politik tedbirlerle ülke para biriminin değerlenmesi de ülke risk primini düşürmeyecek midir?
Hocam nedenler belli çözüm yolları belli inatla bu şekilde büyümeye çalışmak neden ?
YanıtlaSilSelam. Mahfi Bey'in yazılarını ve yorumlarını kaçırdığınızı düşünüyorum. Bu blog çok değerli. Size tavsiyen geçmiş yazıları ve yorumları okumasanız bile şu dakika itibari ile yeni yazı ve yorumları okuyup irdelemeniz. Sorunuzun cevabı bilmem kaçıncı başlığın bilmem kaçıncı yorumun altındaki Mahfi Bey'in yazdığı gibi; Reform ama gerçek reform yapmak acıdır. Oy kaybettir. Uzun sürelidir. . . Yani şimdiki iktidarın gerçek reformları yapması imkansız. Neden diye bir soru sorabilirsiniz. Çünkü günümüz iktidarı ülke kalkınmasını bile inşaat ile yaptı. Zaman kayıplarına tahammülleri yok. Zaten bunu yapabilecek kapasiteleri de yok. Kapasiteleri olsa inşaat ile değil sanayi ile ülkeyi kalkındırırlardı.
SilElinize sağlık. Zaten demokrasi, insan hakları ve hukukun üstlüğünü savunursak ve tam kapitalist bir ekonomiye geçersek, bizim hiçbir şey yapmamıza bile gerek yok. Yabancı yatırımlar ülkeyi kalkındırabilir.
YanıtlaSilPeki mahfi hocam, şuanda Türkiyede toplam tasarruflar vadeli vadesiz TL mevduat 160-180 milyar dolar civarında. Bu rakam 700 milyar dolarlara çıkarsa sonuçları ne olur, milli gelire katkısı ne düzeyde olur, ekonomide yaratacağı gelişmeler nelerdir?
O zaman yatırımlar için dış kaynağa gerek kalmaz ve ekonomi bambaşka bir yola girer. Ama böyle bir hayal kurabilmemiz için her şeyden önce riskleri düşürüp kendi insanımızı yastık altına döviz ve altın saklamaktan vazgeçirmemiz lazım.
SilMahfi bey, Türkiye'de federal yönetim sistemini nasıl karşılarsınız etkileri nasıl olur?
YanıtlaSilMesela doğu şehirlerinde üretim çok az buna karşılık istanbuldaki insanlarla aynı paraları kazanıyorlar, bu durum normal midir? Bir de istanbulun ankaranın ödediği vergi sadece o şehirde kullanılsa, başka şehirlere gönderilmese bunun sonuçları daha iyi olmaz mı?
Türkiye'deki her bölgeye özerklik verilirse daha demokratik bir yönetim sağlayacağımızı ve pek çok sorunu çözebileceğimizi düşünüyorum. Örneğin Kocaeli kişi başına 20 bin dolar yıllık ödeme yapılacak kadar büyük bir üretime sahip.Bu gelirden sadece Kocaeli faydalansa, üstelik Kocaeli'ndeki kişiler başka eyaletlere gidip para harcayarak veya ticaret yaparak diğer şehirlerin de zenginleşmesini sağlayabilirler.
Selam Sn Çağatay,
SilTürkiye toprağı özelinde uzun dönem boyunca özerk bölgesel yönetim kültürü olmayacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı merkezi yönetim esasına dayanan devlet yapılarıydı.
Osmanlı öncesinde Bizans, Roma İmparatorluğu...
Alevi ve Kürtler, Türk sünni çoğunluğu ikna edebilirlerse federal yönetimler olur. Son 600 yılda ikna edemediler.
Roma İmparatorluğunun Anadoluyu alma süreci ile Türklerin Anadolu yu alma süreçleri birbirlerine çok benziyor. Özellikle İç Anadolu insanını neredeyse aradaki yüzlerce yıla rağmen neredeyse aynı yöntemler ile birbirine benzer insan kaynağı ile almışlar.
AB, böyle bir çalışmayı Türk insanı üzerinde onlar kadar açıktan yapmadı. Yapsaydı, şimdi bölgesel talepleri daha çok görürdük, özellikle Aleviler arasında özerklik yanlısı talepler artardı. Kürtler kısmen yapıyorlar. Aleviler de benzer isteklerde bulunmadığı sürece federal yönetim gelmez. Aleviler merkeziyetçi.
jp5H$uGh3h4XBXrZ
O illeri ekonomik özerk yapma işi ülkeyi parçalar. Başta İstanbul sarsılır çünkü ithalatı çok fazla ve ihracatı nüfusa ve ithalata oranla çok düşük. Diğer illerin şirket merkezleri İstanbul'da onlar da üretim tesislerinin olduğu illere gelse göstergeleri de düşer. Bursa'da en fazla ihracat fazlası veren il, Kocaeli, Manisa, Denizli ve Adana, Tekirdağ, Adapazarı da ayırırsan İstanbul fena açık verir. Olan Bitlis'e değil İstanbul'a olur.
Silİhracat ithalat devleti ilgilendiren bir sorun. Yani en azından ben öyle biliyorum, diyelim ki İstanbul dış ticaret açığı verdi deli gibi olan Türk Lirasına olacak İstanbul Lirası yok ki. Yani bilemiyorum gelişmiş ülkeler bu soruna nasıl çözüm buluyorlar.
SilArtı olarak İstanbul ve Marmara genel olarak en büyük ve en refah ekonomiye sahip. Doğal olarak buradaki insanların cari açığı kapatabilmeleri çok daha kolay olur diğer vilayetlere göre. Eğer dış ticaret işi ülkece bir bütün olarak düşünülmezse zannediyorum ki para birimleri de değişmek zorunda kalır.
Mahfi bey, tekrar hatırlatmak zorundayım:
YanıtlaSilDolar/TL kuru sakinleştiğinde, sanki bütün ekonomik sorunlar çözülmüş, sanki bütün piyasa güllük gülistanlık oluvermiş gibi bir algı oluşuyor.
2017'de yazdığınız "Piyasa Aldırmazlığı" yazınızın ehemmiyeti ortada:
https://www.mahfiegilmez.com/2017/12/piyasa-aldrmazlg.html
Şirket patronlarının "aman Dolar/TL kuru sakin kalsın, başka şey umrumuzda değil!" umursamazlığı devam ettiği sürece,
İnsanların "aman maaşımdan para kesilmesin!" korkusu devam ettiği sürece,
Türkiye, kurtulamayacak.
Selamlar. Ülkemizin kurtulmayacağının en nedeni halk. İstanbul'da sıklıkla toplu taşıma kullanıyorum. Bir semte mahalle arası diye bildiğiniz bir yerde oturuyorum. Ve en önemlisi gözlemliyorum. Devamlı halkın içindeyim. Halk yolda yürümeyi bilmiyor, halk metroya binerken önce inmelerini beklemiyorum, yediği malın poşetini yere atıyor, yürüyen merdivende solda duruyor . . . . Yani bu kadar basit kuralları bile öğrenemeyen halktan çok birşey beklememek gerektiğini düşünüyorum.Halk değişmeden nasıl değişebilir ülke. Siyasetçiyi seçen yapay zeka değil. Onları seçen bizzat Türkiye Halkı
SilHocam gsyh ye önceden 737 diyordunuz şimdi ise 705 diyorsunuz bunun sebebi nedir hocam aciklayabilirmisiniz
YanıtlaSilOrtalama kur değişti. Ben kendi ortalama kur tahminimi alıyordum şimdi tahminden çıkıp gerçekleşen ortalama kur belli oldu. O daha yüksek olduğu için de GSYH düşüyor. Ama 4. çeyrek GSYH'si ve büyümesi belli olmadığı için bu da hala bir tahmin.
SilHocam merak ediyorum, acaba cumhurbaşkanı bunları biliyor mu yada bu sorunları ona söylüyor mu bürokratları?
YanıtlaSilYoksa bu sorunları çözmemek kendi ayağına sıkmak gibi bir şey be seçim kaybettirir.
Hiç bir fikrim yok.
SilBiat kültürü
YanıtlaSilBiat kültürü
Biat kültürü
Türkiye'nin temel problemi.
Ülkenin tek problemi, problemlerinin olduğunu inkar edip iyiymiş gibi yapıp, zamanla iyi olduğuna inanmaları. Bir de doğuluların ve kuzeylilerin ülke yönetiminde olmaları olduğunu düşünüyorum.
SilEn çok göç veren ve aşiret-boy kültürü olan yerler, göç ettikleri yerlerde birbirlerine pozitif ayrımcılık yapıyorlar. Örneğin biri bir batı ili belediyesine üst düzey olursa boş pozisyonları hep hemşerilerini çağırarak dolduruyor ya da olmayan pozisyon açıyor. Hemşerisine indirim yapıyor, ihale veriyor. Her dönem AKP ve Kılıçdaroğlu CHP'si böyle. En çok gözlemlediğim bazı Suriyeliler böyle böyle köşe oldular. Vergi de vermiyorlar. Bir de dernekler kurup voltran oluşturmuşlar. Dernekler yardım görünümünde mafyalar. Kendi içlerine tefecilik vs. Banka hesabı açamayan herkes parasını ona emanet eder, banker gibi.
SilKendi hayat sürecimde gördüğüm, Türk Ekonomisinin bir şekilde dünya ile adaptasyon sorunu var. Bu sorunu kimse çözemedi, çözülmüyor.
YanıtlaSilSiyasi ayağa baksam, hem dünyayı bilen hem ülkeyi bilen siyasetçiler var. Kritik kararlara dayalı soru önergelerini veren, meclis komisyonlarında çalışan, yasa önerileri veren kişilerde konu hakimiyeti oluyor.
Bürokraside de aynısı var, sivil toplum kuruluşlarında da.
Ancak, bunların hepsinin bir arada çözüm üretmesi imkansız olmuş, ayaklardan biri diğerini kabul edemiyor.
Siyasetçi ve bürokrat bir konu üzerinde uzlaşıp, yasa haline getirse, bir dönem sonraki siyasetçi bir şekilde yasayı iptal ediyor. Mahfi Hocamızın Hazine Müsteşarlığında yaptığı önemli çalışmalar sonraki siyasetçi eliyle nasıl temizlendi, internette var.
İnternet demiş iken, 90 lı yıllarda kimse interneti bilmez iken, PTT nin internet yatırımlarına girmesi, iletişimin geleceği, firmaların internet üzerinden çalışacağı, uydu teknolojilerinin önemi, Aselsan a ek bütçe ayrılması, ordu içinde teknolojik birimlerin oluşturulması, milli güvenliğe katkıları, hukuki altyapısı vs konularda fizibiliteler, proje çalışmaları, günümüzün ötesinde fikirler devlet tarafından oluşturulmuş, raporlanmış, hazırlanmış.
Benim alanıma girersem, 90 lı yıllarda büyük teknoloji firmaları ile de görüşülmüş, onların insan kaynağı olarak Türkiye'yi kullanmasının ilerde milli güvenlik endişesi oluşturup oluşturmayacağına kadar tartışılmış ki, her gün ürünlerini kullandığınız büyük teknoloji firmaları o zamanlar Türkiye'yi yatırım üssü halinge getirmek için düşünmüşler. Düşünmekle kalınmamış, dış işleri seviyesinde ülkeler arası komisyonlar tartışmış, milli eğitim işin içine dahil edilmiş, fizibilite ve eğitim içerikleri sunulmuş. İlgili yerler belirlenip görüşler alınmış. Yetmemiş, devlet başkanları nezdinde de ikili bire bir toplantıda dile getirilmiş (Bill Clinton ve Süleyman Demirel). Ki bu çalışmalar yapılırken halka, Cumhurbaşkanlığı döneminde Turgut Özal'ın meşhurluğu kullanılarak, bilgisayarı nasıl kullandığına dair sunum yapılmış, Türk halkı bilgisayar kelimesi ile de tanıştırılmış.
Gelinen noktada ise yatırımlar, Ukrayna, Hindistan, bazı doğu avrupa ülkelerine gitmiş. Teknolojiden bile kopuk ülke haline gelinmiş.
Özet ile, bir kurum, bir birey, bir yapı olarak Türk devleti bir şekilde dünya gerçeklerini yakalıyor, raporluyor, projelendiriyor. İşin koordinasyon ile topluma yayılması, pratiğe dökülmesi, devlet içinde konuya sahip liderlerin oluşturulması konularında tökezliyor. Dünya ile adapte olamıyor.
$qyBe$6oY4R*a*mm
Teşekkürler
SilHocam son 1-2 aydır yabancıların giriştiği yıkama yağlama operasyonu hakkında ne düşünüyorsunuz?
YanıtlaSilKaz gelecek yerden tavuk esirgenmez diye bir atasözümüz var biliyorsunuz.
SilHocam bence 2003-2007 dönemi de diğer dönemlerden farksızdı.
YanıtlaSilBu dönemde akp üzerine bindirilmiş fetö nasıl olsa ülkeyi batının arka bahçesine çevireceğine inananlar türkiye ye para yağdırdı. Bunların çoğunluğu türkiye pazarıni ele geçirmek, mevcut tesisleri satın almak üzere geldi. Gelen bu para ekonomiyi hızlandırdı, parayı tüketim ve inşaata gömdük. Para musluğu kısılmaya başlayınca bu kez borçlanarak aynı düzeni büyüterek devam ettik. Makro parametrelerde farklı gözükse de aslında tek fark 2003-2007 döneminde paranın daha uzun dönemli kâr beklentisi için biz istemeden gelmiş olması. Son yıllarda ise para basarak, mevcut döviz reservini harcayarak durumu idare ediyoruz.
Cari açık yoksa, yatırım yok sözü, bence çok yetersiz. İçerde alış verişe konu olacak malları piyasaya sürmek eninde sonunda cari açığa sebep olan bir ekonomik yapımız oluyor. Bu ister cari açık, isterse bütçe açığı olsun. Olmayan parayla baskasının malını tüketmek oluyor.
Oyunun hangi sahnesi oynanırsa oynansın bu paraların sefasını süren sınırlı bir kesim, cefasını çeken diğerleri.
Benim gördüğüm, İki temel sorun var idari kaynaklı. 1- Erdoğan, belediyeci yaklaşımla ülkeyi yönetiyor. Köprüler, yollar, metrolar, inşaatlar yapıyor. Bunlar da ihtiyaç ama öncelikli olarak kalkınmaya önem verilmeli, halkın esas ihtiyaç duyduğu işlere yatırım yapılması gerekir. Örnek: %27 işsizlik oranı var ve tarıma önem verip Hollanda örneği uygulanmalıdır. Bu kadar insanın hayatı, gençliği, eğitimi gösteriş amaçlı yatırımlar nedeniyle heba ediliyor. Boşta milyonlarca insan atıl kalıyor. İnşaata yatırımımdan, insana ve direkt ekonomiye etkisi olan yatırıma geçişmeli. Dünyada zengin ülkeler bile inşaata bu kadar yüklenmiyor. Sonuçta verimli ama daha az verimli. Finansal ve beşeri kaynakların yanlış kullanımına yol açıyor. 4 te 1 i işsiz olan ve bunun dışında ayrıca kadınların işgücüne katılım oranının bu kadar düşük olduğu ülkede saadet bulamayız, bulamadık. 2- Erdoğan’ın hitabet yeteneği güçlü. Haklı da haksız da olsa iyi konuşmasıyla alkış alıyor. Ama buraya kadar oluyor ve fiiliyatta işlere çözüm sağlamıyor. Avrupa, ABD, Mısır, Körfez ülkeleri, İsrail, Rusya ile tansiyonu hep yüksek tutup, ‘ey’ dedi. Bu ‘Ey’lerin bu aşamada Erdoğan’ın artık güçlü yönü değil, zayıf yönüne dönüştüğünü belirtmek istiyorum. Bu ey’lerin Türkiye’yi zayıflattığını düşünüyorum. Yerinde, zamanında ve düşünülerek uygulanmalı.
YanıtlaSilHocam maalesef risk konusunda asıl gerçeği gözardı etmişsiniz,o da 21.yy a taşınan darbe geleneğimizdir,Böyle bir risk algısının günümüze taşıması sivil hayat ve ekonomi için onarılması güç uzun vadeli sorunlar teşkil etmeye devam edecektir.
YanıtlaSilBu risk en azından 2000'lerde yoktu.
SilMerhaba Hocam,
YanıtlaSilHer ekonominin büyümesi gerektiği gibi Türkiye ekonomisi de büyümeli, büyümek zorunda hatta. Eğer istihdam da bir artış istiyorsak böyle. Türkiye için de büyüme, en azından kısa vadeli düşünüldüğünde, ya cari açık ya da bütçe açığı doğuruyor. Hocam benim sorum da bununla ilgili. Türkiye ne yaptığında iç tasarruflarını artırabilir? En azından cari açık sorununu hafifletmek adına. Yapısal reformlar denilebilir tabi ki hiç şüphe yok ama kısa vadeli de olsa bi şeyler yapmak mümkün değil mi?
Teşekkürler hocam.
Riskleri ortadan kaldırmak yeterli.
SilTürkiyede hiç kimse sorunların kendinden kaynaklıdığını düşünmüyor. Bu hükümet içinde aynı muhalefet içinde aynı.
YanıtlaSilEğer olanlar yanlışsa ve siz o yanlışları anlatamıyorsanız sorunun sizden kaynaklandığını kabul edeceksiniz ve çekileceksiniz.
Bugün herkes derdini anlatmaya çalışıyor ancak kimse kendinde kusur görmüyor muhalefette yıllardır aynı muhalefet değişen birşey yoksa eğer işte ozaman iktidarda sorun bende değil demesi normal.
Değişimi kendinizden başlayacaksınız siz değişmeden birşey değişmez. Kendi hakkınızda ki hükmü değiştirmedikçe herşey aynı kalır.
Halk içinde böyle değişim için uğraşmadıkça herşey yerinde kalır.
Fakat hayat gariptir ve herşey aynı kalmaz ve yaşlanan nüfus ile yeni nesil arasındaki teknolojik fark açıldıkça eğitim ve beklentiler değiştikçe değişim zorunlu olur.
Bugün kendini temsil etmeyen partilerle değişim olmayacağı gibi. İktidardaki aynı şahıslardan değişim beklemekte boşunadır aldatıcıdır.
1980 ile 1999 arası doğumlu 26.000.000 y kuşağı var.
2000 ile 2020 arası doğumlu 26.000.000 z kuşağı var.
Yani siz istemeseniz de yaşlanıyorsunuz ve yeni nesil eskiden herzaman daha iyisini ister.
Ekonomik olarak belirsizlik en kötüsüdür krizlerden çok daha felakettir.
İşte yaşadığımız sıkıntı bu heryer herşey belirsiz.
Kısaca bizim çözümü görme imkanımız yok. 100 sene sonra belki 😌
YanıtlaSilUmut vardır
SilMahfi bey siz kafanızı bilim-milim gibi şeylerle bulandırdığınız için sorun varmış sanıyorsunuz.
YanıtlaSilSorun sizde ve en acı tarafı siz bunun farkında değilsiniz.
SilHocam hükümete yol göstermeyin, çekip gitsinler artık!
YanıtlaSilBurası bizim ülkemiz, hükümet doğrusunu yaparsa ülkeye ve bize yararı olacak.
SilSelam Hocam,
YanıtlaSilYazınız için teşekkür ederim, şöyle bir düşünem var, neler düşünürsünüz.
Biz Suriye'den 5 milyon kişi getirdik. Bunun yerine Çin'den 10 milyon kişi getirseydik, hem dünyanın güçlü bir ülkesi ile akraba olurduk.
Hem de Çinlilerin TC vatandaşı olması ile AB üyelik süreci Çinlilerin de yakınen takip ettiği bir konu olmaz mıydı? Çin hükümeti TC'nin AB üyeliği için baskı yapamaz mıydı?
Bir şekilde Çin'den 10 milyon kişi getirilir diye düşünüyorum, ya ucuza ev verilir, ya Çin şirketlerine bu kadar insan çalışsın AB pazarına mal satsın diye uygun yatırım ortamı sunulur, bir şeyler mutlaka yapılır.
Siz ne dersiniz?
Hocam güzel yazı kaleme almışsınız, elinize ve ömrünüze sağlık.
YanıtlaSilTürkiye bağımsız olma mücadelesine girdikçe sorun yaşamasada illa ki sorunlar ortaya çıkaracaktır kendi kaynaklarını bulma yoluna girsede birileri illaki sorunların baş mimarı olarak Türkiye'yi her zaman hedef gösterecektir Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün emparyalizmle 100 yıl önceki mücadelesini şuan Cumhurbaşkanımız vermektedir Erdoğan gider bir başkası vermeye çalışır kişiler üzerinde takılmayın bu manşet bana da ait değil yabancı medyaya ait bir manşet Erdoğan gider X gelir Y gelir fark etmez Türkiye bir adım atsa dahi bir şeyler yapmaya çalışıp hareket etse dahi bunlar karşımıza hep çıkacaktır yani biraz hocanın CDS primi hakkındaki yükselişin çok olacağını düşünüyorum ki Syces Picot gibi anlaşmalar 2012 de tekrar masaya yatırıldı ortadoguyu revize etmek isteyenler Türkiye'nin gücünü kabullenmek isteyemecektir bunu niye anlatıyorum hocamın da yazısında dediği gibi aslında hepsinin ekonomik olmayan durumlardan kaynaklandığını söylediği için.(Tabi bunda siyasi iradelerin biraz dış politikada ağzını yumuşak tutması kaydı ile).
Teşekkür ederim. Ama bu anlattıklarınız risklerin tam da tanımı.
SilHocam elinize sağlık, işsizlik sorunu yakın zamanda azalacağa hiç benzemiyor :(
YanıtlaSilDeğerli üstad,
YanıtlaSilBu konu daha ne kadar zaman gündemde kalacak belirsiz ama hem siz hem bizler işin teknik boyutu dışında , ahlaki ve ilkesel bozulmadan kaynaklandığını ve siyasilerin; adam gibi adamlardan seçilmedikçe düzelmeyeceğini biliyoruz ! Usunuza , elinize sağlık, hiç değilse yazılarınızı ve yorumları okurken bizim gibi düşünenler de var deyip, avunuyoruz :-)
Hocam yıl sonuna doğru faiz indirimi gelir mi ?
YanıtlaSilYilsonuna kalmaz... Nisan bilemedim Mayıs'ta bakalım ne kadar indirilecektir... Zira öyle yada böyle bir şekilde düşürmek isteyeceklerdir...
Silhocam doğrudan yatırımların artması için öncelikle politik riskleri ortadan kaldırma konusunda haklısınız bu da tamamen siyasi bir durumdur ancak makro ekonomi boyutunda değerlendirirsek doğrudan yatırımları arttırmanın bir yolu da faiz oranlarını düşürmek değil midir ? yabancı yatırımcı yüksek faize sıcak parasıyla geliyor. İşine gelmeyince geri çekiyor.fabrikalar açması için faiz oranlarının minimum düzeyde olması ve üretime dönüşmesi gerekiyor. Böylece hem üretim artacak işsizlik azalacak ve ihracat artacak bu da döviz girdisi ile tl değer kaybını önleyebilir enflasyonu düşürebilir. enflasyon ve faiz sorunu o kadar iç içe geçmiş ki daha spesifik bir çözüm yolu bulmak gerekiyor diye düşünüyorum ama nasıl ?
YanıtlaSilTabii,ama niye uretim yapmak yerine ithal etmesinler ki ..al Cinden 1 liraya sat AVM de 15 liraya ..sezon sonunda 5 liraya kadar dusur ..
SilHocam elinize sağlık, çok güzel ve yine bol bilgilendirici bir yazı kaleme almışınız.
YanıtlaSilBen de sonuç kısmına, yine sizin söylediklerinizden yola çıkarak, bir katkıda bulunmak isterim;
Ekonomide 2003-2010 yıllarında da gelinen iyi seviye, komşularla iyi geçinme, demokrasinin geliştirilmesi ve hukukun üstünlüğü sayesinde elde edilmiştir. Tekrar aynı yönteme başvurarak iyi bir ekonomik seviyeye ulaşılabilir. Başka çaresi de bulunmamaktadır. :)
O dönem ülkeyi IMF yönettti. Adamlar borç verdikleri ülkeye kötülük yapacak değiller ya. Yanlış bilmiyorsam IMF yönetimindeki ülke çok sıkı denetleniyor yolsuzluk vs yapılmasına müsaade edilmiyor. Artı Türkiye büyüme modelini değiştirdi, cari açıkla büyümeye başladı Mahfi hocam da bundan sık sık bahseder, ancak bu da bir yere kadar. Artık ciddi tassaruflara ihtiyacımız var, demokratik bir ülke olmadığımız için yabancı yatırım da gelmiyor, kendi tasarrufumuzla büyümek zorundayız.
SilBenim tahmiim artık sanayi devrimini ıskaladık, bizi geliştirse geliştirse bilişim sektörü geliştirir, o da en az sanayi kadar üretimi hızlandıran iş gücü ihtiyacını azaltan faktörlerden biri. Bizzat kendimden örnek vereyim, kendi işimi yapıyorum ve iş başı ücret aldığımdan hep nasıl daha çok iş yapabileceğimi araştırırım. Kullandığım yazılım programları iki sene öncesine göre aynı sürede iki kat fazla iş yapmamı, doğal olarak kazancımı artırdı. Çok önemli bir şeyt bilişim.
Hocam bana tavsiye edeceğiniz polisiye roman kitabı var mı ? En son doğu ekspresinde cinayet kitabını okudum.
YanıtlaSil
YanıtlaSilHocam yazdıklarınız çok doğru bir tespit yanlız. Siyasiler işşiz kalmamak için bu tespitleri yerine getirmiyor gibi geliyor bana saygılarımla
Hocam merhaba, Suriyeli misafirlerimiz, Türkiye, Suriye ve BM ile uzlaşması ile ülkesine 3-6 ay içinde dönse, bunun enflasyona, işsizliğe, gayrimenkul ve kiraya etkisi ilginç bir makale konusu olmaz mı? Bunu sizden beklesek çok şey mi bekleriz? Çok mu belirsiz bir konu?
YanıtlaSilSuriyeliler harici Afgan, Irak, Tacik, İran, Somali, Senegal, Kongo, Pakistan, Kenya, Filistin, Vatansız. 1 milyon kişi var. Uluslararası Koruma Başvurusu sahibi olarak sosyal yardım ve bedava hizmet alıyorlar.
SilAnonim 15:21
SilSuriyelilerin 3-6 ayda dönmesi hayalden öte birşey değildir. Burada bir şekilde hayatını kazanmaya başlamış olan hiç kimse Suriye'ye dönmek istemez. Bu kişilerin dışındaki kişiler genelde atil-metruk aşırı düşük kiralık evlerde çok kalabalık şekilde 2-3 aile konaklamaktadir. Kiralarda artış kızı yavaslayabilir. Çok düşük kiralık olan ve aslında konaklamak için uygun olmayan bu evlerde boş kalabilir. Muhtemelen onlarda dönüştürülür sonrasında. Açlık sınırının altında yaşam sürmeye çalışan ve kirada yaşam sürdüren vatandaşlarımız için olumlu katkıları olacaktır.
Eğer ki Suriyeliler dediğiniz şekilde dönerse bunun konut kira alanında değilde toplumsal huzur ve gelecekte oluşma ihtimali olan Suriyeli kaynaklı toplumsal olayların ve iç savaşa gidecek olayların önüne geçilmesi anlamına gelir ki bu ülkemiz için büyük bir iyilik olur. Bu durum risk azaltıcı olarak cds düşmesine bile yarar... Ancak talep yönlü azalma olur gibi olsada düşük ücret ile(Suriyeli çalışan) üretim yapan tarim-insaat gibi bazı sektörlerde çalışan (ücret) maliyetini artıracak durumlarda ortaya çıkar.
Bu tartisma uzar gider. Olmali, yapmali, artmali, engelliyorlar, yapmiyorlar, falan filan.
YanıtlaSilSorun ortada. Oecd ortalama Sina baktim calisabilir nufusun %64.4u calisiyor. (Bizim gibi ulkeleri dusunce heralde %70'in uzerindedir) Bizde ise bu oran 1/3 gibi. (Bu oran ayni zamanda milli gelir farkinin onemli bir kismini da acikliyor aslinda, calismaya kesimin potansiyelinin kullanilamamasi) O da kayitsizlar, ucretsiz Aile is isi ile birlikte) Baska deyisle gelismis ulkeler ortalamasini yakalamamiz icin mevcut calisan nufusun Iki Kattan fazla artmasi gerekiyor. Eskiden yeni istihdam saglamak icin gerekeni yatirim tutari tahminlerinden sozedilirdi. Eminim simdi de vardir. Basit bir hesapla, yada aptal hesabiyla 20 milyon yeni is yaratmak gerekiyor destek. Her bir is icin Ne kadar yatirim gerekir.herhalde cok para. Eh bu para olmadigini gore, borclansak odeyecegimiz faiz edwcegimiz Kari gecer. Tabi yuksekbteknoloji falan diyenler cikar. Ama kac kisi var bu alanda girisim yapabilecek? Zaten un fabrikasi, tekstil, vb klasik sektorlerde fazla kapa site var. Dolayisyla cozumu Baska yerde aramak sart. Acikca si uretemiyorsan urememeyi ogrenmek zorundayim.
Sonuc. 1.Bos hayallerle tutmayacak tahminleri yapmak Yerine, hedef olarak dunyanin nufusu en cok azalan ulkesi olmak hedefiyle 500 milyar prezervatif kampanyasi yapsaydik 10 yil sonra is bulmamiz gereken sayi en az 5 milyon daha az olurdu.
2. Benim ayarimdaki cahilin bile bildigi ve duymaktan biktigi, hukuk, istikrar, yapisal degisimi, teknoloji, vb. Basmakalip onerilen icin artik cok gec. Sakin yanlis anlamayin hepsi cok gerekli ama yeterli ve uzun soluklu olabilecegini sanmiyorum.
3. Yabanci sermayenin en son onceligi herhalde sizi kalkindirmak.
4. Uzatmayim
Sayın hocam kaleminize sağlık. Son açıklanan hibe desteği! ile ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Acaba Türkiye'de yıllık cirosu 3 milyonun altında olup da 2020'de % 50 azalan kaç tane restoran veya kafe vardır? Üstelik bu enflasyonist ortamda menü fiyatlarının da yükseldiği hesaba katılırsa, nominal anlamda bile % 50 ciro kaybı yaşayan var mı acaba? Bu hibe destekleri ile ilgili herhangi bir mecrada açıklama yapılacak mıdır? Zaten verdikleri destek de devede kulak ama Esnaf Konfederasyonu başkanına göre can suyu! olacakmış :)
YanıtlaSilHocam teşekkür eder ve bir soru sormak isterim.
YanıtlaSilRomanya bizi Avrupa birliğinin Vergi Konularında İşbirliği Yapmayan Ülkeler Listesine koymasındaki müzakerelerde gri listede tutarak Türk malı alan Romen firmalarına vergi getirmiş. Firmalar aldıkları malın ödemesini gider gösteremeyecekler.
Bu konudaki fikirleriniz nedir?
AB önümüze Romanya YI koyarak bizi stres testine mi sokuyor?
Bildiğim kadarıyla romanyanın bunu yapacak politik ve ekonomik yeterliliği yok. Fakat onları çıpalayavak abileri çok.
Teşekkür ederim.
İyi günler Mahfi bey; İşsizlik istatistiklerini inceliyorum. Burada 15+ Nüfus 62,9 milyon kişi bunun 31,4 Milyonu iş gücü ve yine 31,4 milyonu iş gücüne dahil olmayanlar şeklinde belirtilmiş. Bu tanım neyi ihtiva ediyor kısaca belirtirseniz sevinirim. Gerçek işsizlik sayısına ulaşmak amacıyla inceledim ve rakam ne yazık ki 13-20 milyon aralığında bir yerde gözüküyor (mevsimsel çalışanlar, 4 haftadan fazla iş arayanlar, Kısa Dönem Çalışma ve ücretsiz izin kapsamında olanlar, iş aramaktan vazgeçmiş olanlar dahil).
YanıtlaSilTeşekkürler, saygılar.
hocam elinize sağlık temel sorunlar inşallah çözülecek
YanıtlaSilMahfi hocam elllerinize sağlık
YanıtlaSilTeşekkürler Mahfi hocam, emeğinize sağlık.🌸 Biraz eski bir yazına yorum yapacağım ama bir şey sormak istiyorum. Türkiye'de on yıllardır yüksek enflasyon krizleri yaşanıyor. Türkiye'nin üretimde kullandığı girdilerde, ara mallarda ithal ürün oranı çok yüksek. Devlet bu oranı düşürecek şekilde yatırım teşvikleri verse, bu ara malların üretimi Türkiye'de gerçekleşse, ekonomik sıkıntılar yaşadığımızda kur çok yüseldiğinde en fazla benzin vb ürünler maliyeti yükseltir ve maliyet enflasyonu belli bir düzeyde kalacağı için talep enflasyonu da oluşmaz, tüfe değerleri bu kadar yukarılara çıkmaz değil mi? Devlet neden on yıllardır bu durumu düzeltmiyor?
YanıtlaSilBu dediğiniz yaklaşım kesinlikle en doğru yaklaşımdır. Ne var ki bunu başarabilmek için çok daha farklı bir teşvik politikası izlemek gerekiyor. Kimse bunlarla uğraşmak istemiyor. Siyasetçilerin tek uğraşı alanı kendi geleceklerini garantiye almak haline dönüşmüş.
Sil