2018 Yılında Blog Dışında Yayınlanan Yazılarım
İkinci Çeyrek Büyümesi / 10.09.2018
Hizmetler Sektörü
Büyüdü
Türkiye, 2018 yılının ikinci
çeyreğinde yüzde 5,2 büyüdü. İlk çeyrek büyümesi de yüzde 7,4’den 7,3’e revize
edildi. Buna göre ilk yarı büyümesi yaklaşık olarak yüzde 6,3 oranında
gerçekleşmiş oluyor.
Büyümeye üretim yönünden bakarsak
karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:
Üretim Açısından
|
2017 II. Ç.
|
2018 II. Ç.
|
Tarım sektörü
|
7,0
|
-1,5
|
Sanayi sektörü
|
5,9
|
4,3
|
İnşaat sektörü
|
5,1
|
0,8
|
Hizmetler sektörü
|
6,3
|
8,0
|
Sektörler Toplamı
|
5,5
|
5,3
|
Vergi-Sübvansiyon
|
3,7
|
4,3
|
GSYH
|
7,3
|
5,3
|
Tabloya göre ikinci çeyrekte
tarım sektörü toplam katma değeri yüzde 1,5 oranında küçülmüş. Oysa geçen yılın
ikinci çeyreğinde tarım sektörü katma değeri yüzde 7 oranında yüksek bir artış
sergilemişti. Benzer bir durum inşaat sektöründe de söz konusu. Her ne kadar
sektörün katma değeri bu çeyrekte de yüzde 0,8 artmış olsa da geçen yıla göre ciddi
bir düşüş yaşandığı açıkça görülebiliyor. Üretim açısından GSYH’ye en önemli
katkı hizmet sektöründeki katma değerin geçen yıla göre yükselmiş olmasından
gelmiş durumda. GSYH’nin en büyük parçasını oluşturan hizmetler sektöründeki bu
artış, büyüme oranının yüzde 5,3 çıkmasının temel nedeni olarak karşımıza
çıkıyor. Hizmetler sektörü, bu artışla, tarım ve inşaat sektörlerindeki ciddi
gerilemeyi ve sanayi sektöründe geçen yıla göre yaşanan düşüşü bir anlamda
dengelemiş görünüyor.
Hizmetler sektöründeki katma
değer artışı büyümesinde turizmde geçen yıla göre yaşanan artışın önemli katkısı
var. Geçen yılın ikinci çeyreğinde toplam 8,9 milyon turist gelmiş ve 5,4
milyar Dolar döviz bırakmışken, bu yılın ikinci çeyreğinde toplam 11,1 milyon
turist gelmiş ve 7,1 milyar Dolar döviz bırakmış. Bunun yarattığı zincirleme iş
hacmi ve gelir etkisinin büyümeye olumlu katkı yaptığı anlaşılıyor. Turizm
gelirlerinin 2002 – 2014 arasında ortalama kişi başına 808 Dolar olmasına
karşılık 2018 yılının ilk yarısında 680 Dolarda kaldığını dikkate alırsak
burada gelir açısından artış için gidecek yer olduğunu görebiliriz.
Tüketimin
Çekiciliği
Büyümeye bir kez de harcamalar
yönünden bakalım:
Harcamalar Açısından
|
2017 II. Ç.
|
2018 II. Ç.
|
Hanehalklarının Tüketim Harcamaları
|
3,1
|
6,3
|
Devletin Tüketim Harcamaları
|
-1,8
|
7,2
|
GS Sabit Sermaye Oluşumu (Yatırımlar)
|
7,7
|
3,9
|
İhracat
|
11
|
4,5
|
(Eksi) İthalat
|
2,2
|
0,3
|
GSYH
|
5,3
|
5,2
|
Hanehalklarının ve devletin
tüketim harcamalarındaki artışlara baktığımızda GSYH büyümesine asıl katkının
tüketimden geldiğini görebiliyoruz. İlkinin GSYH içindeki ağırlığının yüzde 60,
ikincinin ağırlığının yüzde 15 olduğunu dikkate alırsak bu etki çok açık bir
biçimde anlaşılabiliyor.
Bu yılın ikinci çeyreğinde
yapılan yatırımlar geçen yılın ikinci çeyreğinde yapılan yatırımların yarısı
düzeyine gerilemiş görünüyor. Geçen yıl yaşanan yüksek büyümede yatırım
kapasitesinin artışı önemli bir etki yaratmıştı. Bu yılın ilk çeyreğindeki
yüzde 7,3 oranındaki yüksek büyüme oranının arkasında da yatırımların ilk
çeyrekte yüzde 7,9 artması vardı. Benzer bir düşüş net ihracatta da (ihracat –
ithalat) söz konusu. Tüketim artışı, yatırımlarda ve ihracat – ithalat farkında
geçen yılın ikinci çeyreğine göre ortaya çıkan düşüşleri önemli ölçüde telafi
etmiş bulunuyor.
İkinci Yarıda
İşler Zor
Yılın ilk yarısında elde edilen
yaklaşık yüzde 6,3 oranındaki büyüme dünya ile karşılaştırıldığında oldukça
yüksek bir ilk yarı büyümesine işaret ediyor. Ne var ki Türkiye ekonomisinde
özellikle kur temelli etkiler ikinci yarıda ortaya çıkmaya başladı. Kur sepeti
(½ USD + ½ Euro) ortalamasının TL Karşısındaki değeri ilk yarıda 4,86 iken,
ikinci yarıda (10 Eylül’e kadar) ortalama 5,82 oldu. Manşet enflasyon (TÜFE) ortalaması
ilk yarıda yüzde 12,4 iken ikinci yarıda (10 Eylül’e kadar) yüzde 16,04 oldu.
Bir yandan yatırımlarda başlayan
gerileme bir yandan tüketim harcamalarında kur ve enflasyon temelli olarak
ortaya çıkacak olan düşüş, üçüncü ve özellikle de dördüncü çeyrekte büyümenin
gerileyeceğinin göstergeleri olarak duruyor.
Özetle söylemek gerekirse bardağın
dolu bölümüne bakarsak Türkiye’nin yılın ilk yarısı itibariyle içinde bulunulan
ortama göre yakaladığı yüksek oranlı büyümeyi görüyoruz. Bardağın boş tarafına bakarsak
bu kurlar ve enflasyonla ikinci yarıda bu büyümenin sürdürülmesinin mümkün
olmadığını ve ekonominin sert bir iniş yaşayabileceği gerçeği gözümüze
çarpıyor.
Merkez Bankası Faizi
Niçin Arttırdı? 13.09.2018
Faiz Artışı
Öncesinde Durum
Merkez Bankası son dönemde bazen
TL likiditesini sıkıştırmaya, bazen döviz likiditesini gevşetmeye ve bu yolla
para politikasını yürütmeye yönelik çeşitli adımlar attı. Bu adımlara destek
olmak üzere Hazine ve BDDK da çeşitli düzenlemeler yaptı. Faiz cephesinde ise
Merkez Bankası, bankaları fonlamada bir süredir yalnızca gecelik borç verme
yöntemini kullanarak ortalama faizi (Merkez Bankası Ortalama Fonlama Maliyeti)
yüzde 19,25 olarak uyguladı. Böylece adı politika faizi olan ve aslında o
konumda çok kısa sürelerle kalabilen haftalık repo ihalesi faizini uygulamaz
oldu.
Merkez Bankası’nın yüzde 19,25
olarak uyguladığı faize karşılık piyasada faizler 2 yıllık tahvil için yüzde
24,5 düzeyinde 10 yıllık tahvil için yüzde 20 düzeyinde oluşuyordu. Bankalar
mevduata yüzde 20’nin üzerinde faiz verirken kredi faizlerini yüzde 35’e kadar
yükseltmişlerdi. Bunun temel nedeni TL’nin dış ve iç değerindeki hızlı değer
kaybı ve geleceğe ilişkin risklerdeki artış eğilimiydi. Ocak ayındaki Merkez
Bankası Beklenti Anketine göre 2018 sonu için USD/TL kuru beklentisi 4,12, enflasyon
beklentisi yüzde 9,55 idi. Eylül ayında yapılan ankette bu beklentiler kur için
6,59’a, enflasyon için yüzde 19,61’e yükselmiş bulunuyordu. Riskleri ölçmekte
kullanılan CDS primi yılbaşında 161 iken Merkez Bankası’nın kararı öncesinde
5,23 dolayında seyrediyordu.
Merkez Bankası
Faizleri Nereden Nereye Geldi?
Merkez Bankası, sadeleştirme
adımı çerçevesinde yaptığı düzenlemeyle bir süredir yalnızca politika faizi
oranını belirliyor, öteki faizler buna bağlı tanımlara göre kendiliğinden
oluşuyor. 13.09.2018 günlü Merkez Bankası Para Politikası Kurulu kararıyla
politika faizi yüzde 17,75’den yüzde 24’e yükseltildi.
MB Fonlama
İmkânı
|
Eski
Faiz (%)
|
Yeni
Faiz (%)
|
Gecelik
İmkânlar
|
||
Gecelik Borç Alma
|
16,25
|
22,50
|
Gecelik Borç Verme (Marjinal Fonlama)
|
19,25
|
24,00
|
Politika Faizi
(Bir Hafta Vadeli Repo İhalesinin Faizi)
|
17,75
|
24,00
|
Geç Likidite
Penceresi
|
||
Borç Alma
|
0,00
|
Değişmedi
|
Borç Verme
|
20,75
|
27,00
|
Buna göre Merkez Bankası’nın
faizi 6,25 puan artırdığı izlenimi doğdu. Başta yabancı fonlar olmak üzere
piyasanın faiz artışı beklentisi 5 puandı. Bu artış piyasanın beklentisinin
üzerinde olduğu için USD/TL kuru bir anda düşüşe geçti ve 6,00’ın altına indi.
Bir süre sonra tekrar yükselerek 6’nın üzerine çıktı.
Merkez Bankası
Gerçekte Faizi Kaç Puan Artırdı?
Merkez Bankası’nın gerçek faizi
gecelik borç verme faizi ile politika faizinin ağırlıklı ortalamasına göre
belirlenen ve adına TCMB Ağırlıklı Ortalama Fonlama Maliyeti denilen faiz. Bu
karardan önce Merkez Bankası, bir hafta vadeli repo ihalesi yapmıyor ve
bankaları yüzde 19,25’lik gecelik borç verme faiziyle fonluyordu. Bir başka
ifadeyle TCMB Ağırlıklı Ortalama Fonlama Maliyeti (Merkez Bankası’nın gerçek
faizi) yüzde 19,25 idi.
Merkez Bankası, politika faizinin
artırılmasına ilişkin Para Politikası Kurulu kararının ardından Türk Lirası
Likidite Yönetimine İlişkin bir duyuru yaptı. Duyuruya göre Merkez Bankası,
karar öncesi gecelik vadede gerçekleştirilen fonlamayı 14 Eylül 2018 tarihinden
itibaren politika faiziyle yapacak. Bu durumda TCMB Ortalama Fonlama Maliyeti
(Merkez Bankası’nın gerçek faizi) yüzde 19,25’den yüzde 24’e çıkmış, 6,25 puan
değil 4,75 puan artmış oldu.
Merkez Bankası
Faizi Niçin Bu Kadar Yüksek Oranda Artırmak Zorunda Kaldı?
Merkez Bankası’nın son açıklanan
beklenti anketine göre ankete katılanların 2018 yılsonu enflasyon beklentileri
yüzde 19,61 idi. Bu ankete katılanlar, kararları alanlar ya da karar alıcılara
tavsiyede bulunan kişiler. Dolayısıyla bu beklenti büyük ölçüde gerçekleşecek
olanı yansıtıyor. Bu aşamada Merkez Bankası’nın bu olumsuz beklentiyi kırması
gerekiyordu. Merkez Bankası bu aşamaya kadar faiz artışı dışındaki yolları
denedi ve bu beklentiyi kıramadı ve sonuçta faizi artırmaktan başka çaresinin
olmadığını gördüğü için faizi artırma yoluna gitti. Gecikmiş de olsa kısa vade
açısından doğru bir adımdır.
Grafik, Merkez Bankası’nın
enflasyon hedefini yıllardır tutturamadığını, son iki yılda hedeften iyice
uzaklaştığını gösteriyor.
Merkez Bankası bir kur politikası
izlemiyor. Ama enflasyon, kuru izliyor. Bu durumda Merkez Bankası’nın enflasyon
yaratan kuru denetim altına alması için de bu faiz artırımına ihtiyacı vardı.
4,75 puanlık bir faiz artışı
yüzde 27 dolayındaki bir artışa karşılık geliyor. Buradaki en ciddi soru şudur:
Bir önceki toplantıda niçin faiz artışı yapılmadı? Durumun buraya gittiği
görülememiş miydi? Çünkü bu kadar sorun biriktirmek yerine önceki toplantıda 2
puanlık bir faiz artışı yapılsaydı büyük olasılıkla bu toplantıda bu kadar
dramatik bir artışa gerek olmayacaktı.
Faizi Artırmak
Sorunu Çözer mi?
Faiz artışı öncelikle kurlardaki
tırmanışı tersine çevirip enflasyon beklentisini kırabilir mi? Bu soruya
vereceğimiz yanıt kısa vade için olumlu. Buna karşılık orta – uzun vadede
beklentiyi değiştirebilmek ekonomi politikasının yalnızca para politikası tarafında
değil maliye politikası tarafında da sıkılaştırılmasıyla gerçekleştirilebilir.
O halde faiz artışıyla sıkılaştırılan para politikasına sıkı maliye
politikasının eşlik etmesinin sağlanması gerekiyor. Bunun da yolu harcama
artırıcı projelerin tamamından vazgeçilmesinden geçiyor. Bir yandan faizi yüzde
24’e çekerken bir yandan harcamaları artırıcı projelere devam edilirse kısa bir
süre sonra piyasa yeni bir faiz artırımı talebini gündeme getirir.
Arabayı çeken iki atın da aynı
yöne koşmasının sağlanması gerekiyor. Aksi takdirde araba doğru gidemez.
Yeni Ekonomi Programı /
21.09.2018
Yeni Ekonomi
Programının Göstergeleri ve Analizi
Başta finans piyasaları olmak
üzere piyasalar tarafından dört gözle beklenen 2019 – 2021 yıllarını kapsayan
Yeni Ekonomi Programı (YEP) açıklandı. 2020 ve 2021 yılları uzak tahminler
olduğu için aşağıdaki tabloda 2018 gerçekleşme tahmini ile 2019 tahmini yer
alıyor.
YEP (2019 - 2021)
|
2017 Kesin
|
2018 Tahmin
|
2019 Tahmin
|
GSYH (Milyar TL)
|
3.107
|
3.741
|
4.450
|
GSYH (Milyar USD)
|
851
|
763
|
795
|
Nüfus (Yıl ortası, bin kişi)
|
80.313
|
81.339
|
82.377
|
Kişi Başına Gelir (USD)
|
10.602
|
9.385
|
9.647
|
Enflasyon (TÜFE, Yılsonu) (%)
|
11,9
|
20,8
|
15,9
|
USD/TL Ortalama Kuru
|
3,65
|
4,90
|
5,59
|
USD/TL Yılsonu Kuru
|
3,78
|
6,03
|
5,16
|
Yurtiçi Tasarruflar/GSYH (%)
|
25,4
|
25,9
|
25,3
|
Yatırım / GSYH (%)
|
31,0
|
30,5
|
28,5
|
GSYH Büyümesi (%)
|
7,4
|
3,8
|
2,3
|
İstihdam Oranı (%)
|
47,1
|
47,2
|
47,2
|
İşsizlik Oranı (%)
|
10,9
|
11,3
|
12,1
|
Bütçe Dengesi / GSYH (%)
|
-1,5
|
-1,9
|
-1,8
|
Faiz Dışı Denge / GSYH (%)
|
0,3
|
0,1
|
0,8
|
İhracat (Fob) (Milyar USD)
|
157,0
|
170,0
|
182,0
|
İthalat (Cif) (Milyar USD)
|
233,8
|
236,0
|
244,0
|
Dış Ticaret Dengesi/GSYH (%)
|
-9,0
|
-8,7
|
-7,8
|
Cari Denge/GSYH (%)
|
-5,6
|
-4,7
|
-3,3
|
Büyüme Oranının İçsel
Tutarlığı: GSYH büyümesinin 2017 yılındaki yüzde 7,4’lük yüksek düzeyden
2018 yılında yüzde 3,8’e ve 2019 yılında da yüzde 2,3’e düşeceği tahmin
ediliyor. 2018 yılının ilk yarısı yüzde 6,3 ortalamayla gerçekleştiğine ve
yıllık ortalama yüzde 3,8 olarak tahmin edildiğine göre yılın ikinci yarısında
büyümenin yaklaşık olarak yüzde 1,3 olması bekleniyor demektir. İçinde
bulunduğumuz üçüncü çeyrekte sanayi büyümesine bakıldığında büyümenin yüzde
3’den düşük çıkmayacağı tahmin ediliyor. Bu durumda ikinci yarının yüzde 1,3
büyüme ortalamasına gelmesi için son çeyrek büyümesinin kabaca yüzde -0,4
olması yani küçülme ortaya çıkması gerekiyor. Burada bir tutarsızlık yok. Buna
karşılık cari açığın ve bütçe açığının azalmaya devam ettiği 2019 yılında
büyümenin nasıl olup da yeniden yüzde 2,3 pozitif ortalamaya ulaşacağı
meselesinde tutarlılık görünmüyor.
Dolar / TL Kuru ve İhracat ile
Tutarlılığı: Bu programlarda kur tahmini yer almıyor. TL olarak açıklanan
GSYH ve Dolar olarak açıklanan GSYH’den hareketle kurları hesapladığımızda 2018
yılsonu Dolar kurunu 6,02, 2019 yılsonu Dolar kurunu da 5,16 olarak
hesaplıyoruz. 2018 yılında ihracat, 2017 yılına göre 13 milyar Dolar, 2019
yılında ise 2018 yılına göre 12 milyar Dolar artıyor. Kurları ihracat
verileriyle karşılaştırdığımızda bu iki veri arasında 2018 yılında bir
tutarlılık görüyoruz. Çünkü 2017 yılı sonunda 3,78 olan USD/TL kuru 2018
sonunda 6,02 olarak tahmin edilmiş ve artan kurların ihracatın da artmasına yol
açacağı tahmin edilmiş bulunuyor. Buna karşılık 2019 yılına geldiğimizde
karşımıza bir tutarsızlık çıkıyor. Çünkü 2019 yılına girerken 6,02 olan USD/TL
kuru yılsonunda 5,16’ya düşüyor. Bir başka deyişle bu tahmine göre TL 2019
yılında ciddi biçimde değerleniyor. Bu durumda ihracatın önceki yıla göre 12
milyar Dolar artması tutarlı değil.
Enflasyon Oranı: YEP’de
2018 yılı sonunda yüzde 20,8’e yükseleceği tahmin edilen enflasyon oranının
2019’da yüzde 15,9’a düşeceği tahmin ediliyor. 2018 yılı tahmini gerçekçi bir
tahmin. Buna karşılık 2019’daki hedefin tutup tutmaması Dolar kurunun tahmin
edildiği gibi 2019 yılı sonunda 5,16 gibi iddialı bir düzeye inip inmeyeceğine
bağlı. Tahmin kendi içinde tutarlı görünse de kur tahminin tutarlılığının
tartışmalı olduğunu dikkate alırsak işler karışıyor.
İşsizlik Oranı: Büyüme
oranının iki yıllık bir dönem sonunda yüzde 7,4’den yüzde 2,3’e ineceğini
dikkate alırsak işsizlik oranının yüzde 12,1’den daha yukarılara çıkması
beklenmeli. Eğer 2019 yılının bir bölümü eksi büyüme ile giderse işsizlik oranı
daha da artabilir.
Bütçe: Programa göre 2019
yılı bütçesinde toplam 59,9 milyar TL harcama tasarrufu öngörülüyor. Programda
ihalesi yapılmamış ve ihalesi yapılmış ancak başlanmamış projelerin askıya
alınacağı belirtiliyor. Bu tür tasarruf önlemlerinin uygulanması, açıklanması
kadar kolay değildir. Üstelik yerel yönetim seçimlerinin 2019 yılında
yapılacağı dikkate alındığında bu düzenlemeler uygulanabilir düzenlemeler gibi
görünmüyor. Bu açıdan bakıldığında 2019 yılı bütçe açığının tahmin edilenin
oldukça üzerinde gerçekleşmesi olasılığı yüksektir.
2023 Hedeflerinin
Neresindeyiz?
Hükümet, 2012 yılı sonunda
Cumhuriyetin 100. yılı olan 2023 yılı için bazı ekonomik hedefler açıklamıştı.
Açıklanan YEP, 2023 hedeflerinden 2 yıl önceye kadar olan tahminleri
gösteriyor.
Gösterge
|
2012
|
2021 (YEP)
|
2023
|
GSYH (Milyar USD)
|
877
|
926
|
2.000
|
Kişi Başı Gelir (USD)
|
11.588
|
10.973
|
20.000
|
İhracat (Milyar USD)
|
162
|
204
|
500
|
2021 yılında YEP’de öngörülen bu
üç hedefe ulaşılsa bile 2023 için öngörülen hedeflerin yarısına ulaşamamış
durumda olacağız. Kişi başına gelirde 2021 yılında YEP hedefine ulaşılsa bile
2023 yılı hedefine yaklaşmak bir yana 2012 yılı düzeyini yakalayamamış durumda
olacağız.
Bankaların
Yapılandırılması Meselesi
Programda bankalar konusunda
şöyle bir ifade yer almaktadır: “Bankaların güncel mali yapılarını ve aktif kalitelerini
tespit etmek için mali bünye değerlendirme çalışmaları yapılacaktır. Bu
çalışmaların sonuçlarına göre gerektiğinde bankacılık sektörünün mali yapısını
güçlendirecek ve böylece reel sektörün uygun maliyetlerle krediye erişimini ve
mevcut kredilerinin yeniden yapılandırılmasını temin edecek, dünya örneklerine
ve ülkemizin geçmiş tecrübelerine dayanan kapsamlı bir politika seti devreye
sokulacaktır.”
Programın piyasalar tarafından
heyecanla beklenen yönü buydu. Bu konu programda bu şekilde değinilerek
geçildi. Önümüzdeki dönemde bu çerçevede kapsamlı bir düzenleme yapılması ve
hayata geçirilmesi bekleniyor.
Değerlendirme
Bu tür programlar genellikle bazı
istatistiksel ve sözel hedefler açıklar. Bu hedefleri başlangıçta içsel ve
genel tutarlılık açısından değerlendirmek ancak istatistiksel veriler üzerinden
yapılabilir. Sözel hedefleri uygulama dönemi sırasında ve dönem sonunda
değerlendirmek daha anlamlı olur.
Piyasa tahminlerini yansıttığı
için ilk bakışta cesur görünen tahminlerin bazı alanlarda önemli tutarsızlıklar
taşımasının yanında yapısal reformlara bir takvim çerçevesinde yer vermemiş
olması Programın ciddi eksikliklerinden birisi olarak ortaya çıkıyor.
Fed, Parasal
Sıkılaştırmaya Devam Ediyor / 26.09.2018
Fed, Beklendiği
Gibi Faizi Artırdı
ABD Merkez Bankası Fed’in Açık
Piyasa İşlemleri Komitesi (FOMC) faizi (Federal’s Fund Rate) 0,25 puan artırma
kararı aldı. Bu karar öncesinde piyasada Fed’in faiz artırımı yapacağına
ilişkin beklentiler yüzde 100 düzeyine çıkmıştı. Fed, bu kararıyla bir kez daha
Merkez Bankası’nın sürprize yer vermeden karar alarak beklenti yönetimini
olumlu yönde kullanması gereğinin dersini vermiş oldu. Özellikle Başkan
Trump’ın Fed karşıtı bazı açıklamalarının yarattığı tereddütler de bu yolla
aşılmış oldu.
Gelinen aşamada ABD ekonomisi ve
Fed hedefleri açısından durum şöyle görünüyor:
(1) Faiz (Fed’s
Fund Rate) 1,75 – 2,00 aralığından 2,00 – 2,25 aralığına yükselmiş oldu.
(2) Yılsonuna
kadar bir kez daha faiz artırımı yapılması neredeyse kesinleşmiş
görünüyor.
(3) Enflasyon,
ulaştığı yüzde 2,1 oranıyla, uzun vadeli hedefin (yüzde 2,0) üzerine çıkmış
bulunuyor.
(4) ABD
ekonomisi büyüme oranında yüzde 2,5 düzeyini aşarak potansiyel büyüme oranını
geçmiş görünüyor.
(5) İstihdam
ciddi toparlanma sergiliyor, işsizlik eldeki son veriye göre yüzde 3,9 oranına
gerilemiş bulunuyor. Bu oran, ABD için doğal işsizlik oranı olarak kabul edilen
düzey olan yüzde 4 oranının altındaki bir düzeye işaret ediyor.
(6) Fed’in bilanço
küçültme operasyonu planlandığı gibi devam ediyor.
ABD Ekonomisinin
Geleceğine İlişkin Tahminler ve Faiz Artırımları
Fed Açık Piyasa İşlemleri
Komitesi üyelerinin ekonomik göstergelere ve gelişmelere ilişkin ortalama
tahminleri de şöyle açıklandı (parantez içindeki oranlar üyelerin önceki
ortalama tahminlerini gösteriyor.)
2018
|
2019
|
2020
|
2021
|
Uzun Dönem
|
|
Büyüme (%)
|
3,1 (2,8)
|
2,5 (2,4)
|
2,0 (2,0)
|
1,8
|
1,8
|
İşsizlik oranı (%)
|
3,7 (3,6)
|
3,5 (3,5)
|
3,5 (3,5)
|
3,7
|
4,5
|
Enflasyon (%)
|
2,1 (2,1)
|
2,0 (2,1)
|
2,1 (2,1)
|
2,1
|
2,0
|
Faiz oranı (%)
|
2,4
|
3,1
|
3,4
|
3,4
|
3,00
|
Görüleceği gibi Fed Açık Piyasa
İşlemleri Komitesi üyelerinin tahminleri ABD ekonomisinin artık krizden
uzaklaştığını ortaya koyuyor. 2018 yılı için büyüme beklentisi (yüzde 3,1)
potansiyel büyüme oranının da üstünde bulunuyor. İşsizlik oranının önümüzdeki
iki yılda yüzde 3,5 oranında kalması bu iki yılda ABD ekonomisinde işsizlik
oranının doğal işsizlik oranının bile altında kalacağı beklentisini ifade
ediyor. Ki bu da istihdam açısından çok güçlü bir gelişme beklentisini ortaya
koyuyor. Enflasyonun beklentinin üzerine çıkma olasılığı da tahminler içinde.
Dolayısıyla bu görünüm faiz artırımlarının enflasyonist baskıyı engellemeye
yönelecek şekilde ayarlanacağını gösteriyor. Bu çerçevede üyelerin 2018 yılının
kalan bölümü için bir kez daha faiz artırımı öngörmeleri normal kabul edilmeli.
Üyelerin çoğu, 2019 yılı için de 3 kez faiz artırımı yapılması gerektiği
görüşündeler.
Bir yandan bu
yıl için bir kez daha ve gelecek yıl için üç kez faiz artırımı konusunun üyelerce
öngörülmesi, bir yandan da bilanço küçültme operasyonuna artan miktarlarda
devam edilmesi piyasalarda likidite sıkılaşmasının artmasına yol açacak.
Parasal
Sıkılaştırma Yaygınlaşıyor
Fed, 2013 yılı ilkbaharında o
zamanki Başkan Bernanke’nin açıkladığı plana uygun olarak yoluna devam ediyor.
Bir yandan dağıttığı paraları geri çekiyor, bir yandan da faizi artırarak para
politikasını sıkılaştırıyor. Plana uygun olarak 2017 yılının son 3 ayında
piyasadan toplam 30 milyar Dolar çekildi. 2018 yılında 420, 2019 ve 2020
yıllarında 600’er, 2021 yılında da 400 milyar Dolar daha çekilecek. Böylece
Fed, bilançosunu, küresel kriz sonrasında ulaştığı 4,5 trilyon Dolar düzeyinden
2,5 trilyon Dolar dolayına düşürmüş olacak.
Bernanke, 2013 yılının
ilkbaharında likidite bolluğunun sonunun yakında geleceğini açıkladığında bu
konuyu ciddiye alarak uzun vadeli önlemlere girişen ekonomiler bugün daha rahat
konumdalar. Türkiye, kırılgan beşli arasında kabul edildiği halde, bu konuda
faiz artırımı gibi kısa vadeli önlemlerle yetinip daha köklü önlemler almayan
ekonomilerin başındaydı. O nedenle de son üç yıldır en fazla değer yitiren para
TL oldu.
Fed’in piyasalara dağıttığı
Dolarları geri çekmesinin yarattığı likidite daralmasının yanı sıra faizi de
artırması dünyadaki fonların ABD’ye yönlenmesine yol açıyor. Kriz sırasında ABD
ekonomisinde risk yüksek faiz düşüktü ve fonları yönetenler bu fonları riski
yüksek faizi de yüksek ekonomilere yöneltmeyi tercih ediyorlardı. Geldiğimiz
aşamada ABD ekonomisinde riskler düştü, faizler de yükselmeye devam ediyor. Bu
durumda fon yöneticilerinin yönettikleri fonları yatırmak için ABD ekonomisini
tercih etmeleri doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.
Dış Finansman
İhtiyacı Olan Ekonomilerin Durumu
Asıl sıkıntı, likidite
daralmasının daha da artacağı 2019 ve 2020 yıllarında çıkacak. Çünkü Fed’in
sıkı para politikasına Avrupa Merkez Bankası’nın da (ECB) eşlik edeceği döneme
doğru ilerliyoruz. Fed’in bir yandan faiz artırarak bir yandan da piyasadaki
parayı çekerek yaptığı sıkılaştırmaya karşın ECB, İngiltere Merkez bankası (BOE)
ve Japonya Merkez Bankası’nın (BOJ) faiz artırmadan piyasaya para sürmeye devam
etmeleri dış finansmana ihtiyacı olan gelişme yolundaki ülkelerin iyice
daralmasına engel oluyordu. ECB, önceki toplantısında önce parasal genişlemeyi
azaltma sonra da durdurma kararı aldı. ECB, uyguladığı parasal genişleme
programı çerçevesinde piyasaya ayda 30 milyar Euro veriyor. Açıklamaya göre bu
programa Eylül ayı sonuna kadar devam edecek, Ekim, Kasım ve Aralık aylarında
bu miktar aylık 15 milyar Euro’ya düşürülecek ve yılsonunda parasal genişleme
programı sonlandırılacak. ECB yetkilileri, bu paraları nasıl geri çekeceklerini
yani parasal sıkılaştırmaya ne zaman ve hangi boyutta başlayacaklarını henüz açıklamadılar.
Bu açıklamanın yapılmasıyla birlikte Fed’in yarattığı daralmaya ek olarak
ECB’nin yaratacağı daralma da başlayacak. Dolayısıyla dış finansman ihtiyacı
büyük olan ekonomiler açısından asıl sıkıntının ortaya çıkacağı 2019 ve 2020
yılları çok daha kritik bir dönem olacak.
Manşet Enflasyon mu
Enflasyon Manşette mi? / 3 Ekim 2018
Yılbaşından beri sürekli yeni
rekorlar deneyen enflasyonun Eylül ayında zirve yapması bekleniyordu ama
beklenenin çok ötesinde bir gerçekleşme çıktı karşımıza. Tüketici fiyatları
enflasyonu ya da manşet enflasyon (TÜFE) aylık yüzde 6,30, çekirdek enflasyon
(C Endeksi) aylık yüzde 6,76, yurtiçi üretici fiyatları enflasyonu da (Yİ-ÜFE)
aylık yüzde 10,88 artış ile enflasyonu yüksek sayılan ekonomilerin yıllık
enflasyonu kadar aylık artışlar sergilemiş oldu.
Ekim 2017’den Eylül 2018’e kadar 12
aylık enflasyon oranları şöyle bir tablo ortaya koyuyor.
Tarih
|
TÜFE
|
Yİ-ÜFE
|
C ENDEKSİ
|
TCMB Faizi
|
Ekim
|
11,90
|
17,28
|
11,82
|
11,96
|
Kasım
|
12,98
|
17,30
|
12,08
|
12,05
|
Aralık
|
11,92
|
15,47
|
12,30
|
12,53
|
Oca.18
|
10,35
|
13,69
|
12,18
|
12,75
|
Şubat
|
10,26
|
13,71
|
11,94
|
12,75
|
Mart
|
10,23
|
14,28
|
11,44
|
12,75
|
Nisan
|
10,85
|
16,37
|
12,24
|
12,86
|
Mayıs
|
12,15
|
20,16
|
12,64
|
14,30
|
Haziran
|
15,39
|
23,71
|
14,6
|
17,31
|
Temmuz
|
15,85
|
25,00
|
15,1
|
17,75
|
Ağustos
|
17,90
|
32,13
|
17,22
|
18,30
|
Eylül
|
24,52
|
46,15
|
24,05
|
24,00
|
Bu tablodaki TÜFE ve Yİ-ÜFE’yi bir grafiğe dönüştürelim.
TÜFE, 12 aylık bazda yüzde
24,52’ye ulaşırken Merkez Bankası’nın para politikasının en fazla etkili
olacağı kalemlerden oluşan çekirdek enflasyon da (C Endeksi) yüzde 24,05’e
ulaşmış bulunuyor. Çekirdek enflasyonun aylık bazda TÜFE’den daha fazla artmış olması
önümüzdeki aylarda enflasyondaki artışın yine yüksek düzeylerde devam edeceğini
gösteriyor. Asıl korkutucu nokta burası. Çünkü bu büyük artış Merkez
Bankası’nın para politikası uygulamasının işlevsiz kaldığını (ya da alınan
parasal önlemlerin etkisinin gecikmeli olarak ortaya çıktığını düşünürsek) çok
geç kalınmış önlemler olduğunu ortaya koyuyor.
Kurda yaşanan büyük artışların
fiyatlara yansıması kaçınılmazdı. Ve bu yansıma gecikmeli olarak artan oranda
yansımaya başladı. Merkez Bankası da gecikmeli yansımaya güvenip geciktikçe bu
sıçramanın durdurulması mümkün olamadı.
TÜFE (yüzde 24,52) ile Yİ-ÜFE
(yüzde 46,15) arasındaki büyük fark (21,63 puan) bir başka korkutucu durumu
ortaya koyuyor. Bu fark, özellikle kurdaki artıştan dolayı üretime gelmiş olan
fiyat artışlarının henüz tüketiciye yansıtılmadığını gösteriyor. Bu fark da
gelecek aylarda TÜFE’ye yansıyacak ve manşet enflasyon daha da yükselecek.
Türkiye, 40 yıldır yüksek
enflasyonla mücadele ediyor, buna karşılık enflasyonu bir türlü hedeflediği
yüzde 5 düzeyine yaklaştıramıyor. Bu düzeye en çok yaklaştığı yıllar 2010 ve
2013 yılları oldu. O iki yılda yakalanan yıllık enflasyon bugünkü aylık
enflasyon düzeyindeydi. Türkiye’nin, dünyada enflasyonun düşük seyrettiği bu
dönemde bu kadar yüksek düzeyde enflasyon yaşaması bu konuda gerçekten mücadele
etmediği anlamına geliyor. Başka hiçbir ifade yüzde 25’e gelmiş manşet
enflasyonu ve yüzde 46’yı aşmış üretici enflasyonunu açıklayamaz.
Enflasyonun, 1980’lerdeki gibi
denetimden çıkmış halde yükselmesinin en olumsuz etkisi enflasyon alışkanlığı
denilen olguyu tekrar gündeme getirmesi şeklinde karşımıza çıkacak.
Enflasyonist beklentilerin yerleşmesi halinde insanları enflasyonun düşeceğine
inandırmak artık kolay olmayacak. Bu gelişmenin bir olumsuz etkisi de
dolarizasyonun (para ikamesi) artmasına yol açması olarak yaşanacak.
Türkiye ekonomisi, yanlış ekonomi
politikası uygulaması sonucu tam bir kısır döngünün içine girmiş durumda.
Geldiğimiz noktada Merkez Bankası, faizi bir kez daha yüklü biçimde artırmak
açmazıyla karşı karşıya bulunuyor.
Türkiye, enflasyonla gerçekten
mücadele etmek ve o arada ekonomiyi de küçültmeden bu işin içinden çıkmak
istiyorsa yargı reformu başta olmak üzere bir takvime bağlı olarak yapısal
reformları ilan etmeli ve bir an önce yaşama geçirmeye başlamalıdır.
IMF Dünyada
Toparlanma Öngörürken Türkiye’de Zor Günler Bekliyor / 9.10.2018
Dünyanın Genel
Ekonomik Görünümü
IMF’nin Dünyanın Ekonomik
Görünümü (Ekim 2018) Raporundaki verilerden yola çıkarak bir dünya ekonomisi
görünümü değerlendirmesi yapalım. Öncelikle verileri bir tablo eşliğinde
sunalım:
2017
|
Sayı
|
GSYH Payı (%)
|
Nüfus Payı (%)
|
Kişi Başına Gelir Payı (%)
|
Gelişmiş Ekonomiler
|
39
|
41,3
|
14,4
|
2,87
|
ABD
|
15,3
|
4,4
|
3,48
|
|
Euro Bölgesi
|
19
|
11,6
|
4,6
|
2,52
|
Japonya
|
4,3
|
1,7
|
2,53
|
|
İngiltere
|
2,3
|
0,9
|
2,56
|
|
Kanada
|
1,4
|
0,5
|
2,80
|
|
Diğerleri
|
16
|
6,5
|
2,3
|
2,83
|
Gelişmekte Olan Ekonomiler
|
155
|
58,7
|
85,6
|
0,69
|
Çin
|
18,2
|
18,8
|
0,97
|
|
Hindistan
|
7,4
|
17,8
|
0,42
|
|
Rusya
|
3,2
|
2,0
|
1,60
|
|
Brezilya
|
2,5
|
2,8
|
0,89
|
|
Meksika
|
1,9
|
1,7
|
1,12
|
|
Türkiye
|
1,7
|
1,1
|
1,55
|
|
Not: (1) GSYH hesapları Satınalma Gücü Paritesiyle yapılmıştır.
|
||||
(2) Yüzde paylar dünya büyüklüğü
içindeki payları gösteriyor.
|
Eğer dünya 100 kişinin yaşadığı
yıllık geliri 100 Dolar olan bir köy olsaydı: Bu köyde gelişmiş ekonomilerden
gelen yaklaşık 14 kişi toplam 100 dolarlık gelirin 41 dolardan fazlasını alıyor
olacak ve dolayısıyla bu kişilerin kişi başına geliri yaklaşık 3 dolar
olacaktı. Buna karşılık gelişme yolundaki ekonomilerden gelen 86 kişinin toplam
geliri 59 dolar olacak ve bu kişilerin eline kişi başına 0,7 dolar geçecekti.
Amerikalıların eline kişi başına yaklaşık 3,5 dolar geçerken, köyün 100
dolarlık toplam gelirinden en fazla payı Çinliler aldığı halde sayıları çok
olduğu için kişi başına ellerine 1 dolardan az düşecekti.
Dünya Ekonomisinin
Gidişi
Dünya ekonomisinin yakın
geçmiş verileri ve geleceğe yönelik IMF tahminleri özetle şöyle bir tabloda
gösterilebilir.
2000 - 2009
|
2010 - 2017
|
2018
|
2019
|
|
Dünya
|
||||
Büyüme (%)
|
3,9
|
3,9
|
3,7
|
3,7
|
Ticaret Hacmi Artışı (%)
|
5,0
|
5,0
|
4,2
|
4,0
|
Büyüme (%)
|
||||
Gelişmiş Ekonomiler
|
1,8
|
2,0
|
2,4
|
2,1
|
ABD
|
1,9
|
2,2
|
2,9
|
2,5
|
Euro Bölgesi
|
1,4
|
1,3
|
2,0
|
1,9
|
Japonya
|
0,5
|
1,5
|
1,1
|
0,9
|
Gelişmekte Olan Ekonomiler
|
6,1
|
5,3
|
4,7
|
4,7
|
Çin
|
10,3
|
8,8
|
6,6
|
6,2
|
Hindistan
|
6,9
|
7,3
|
7,3
|
7,4
|
Rusya
|
5,4
|
1,8
|
1,7
|
1,8
|
Enflasyon (Yıllık Ortalama) (%)
|
||||
Gelişmiş Ekonomiler
|
1,8
|
1,2
|
1,8
|
1,8
|
ABD
|
2,2
|
1,8
|
2,3
|
2,1
|
Euro Bölgesi
|
2,0
|
1,0
|
1,5
|
1,6
|
Japonya
|
-0,3
|
0,4
|
1,2
|
1,3
|
Gelişmekte Olan Ekonomiler
|
6,8
|
5,2
|
5,0
|
5,2
|
Çin
|
1,8
|
2,5
|
2,2
|
2,4
|
Hindistan
|
5,8
|
7,2
|
4,7
|
4,9
|
Rusya
|
13,9
|
9,9
|
2,8
|
5,1
|
Cari Denge / GSYH (%)
|
||||
Gelişmiş Ekonomiler
|
0,4
|
0,7
|
0,5
|
|
ABD
|
-2,4
|
-2,5
|
-3,0
|
|
Euro Bölgesi
|
2,0
|
3,0
|
2,9
|
|
Japonya
|
2,3
|
3,6
|
3,8
|
|
Gelişmekte Olan Ekonomiler
|
0,6
|
0,0
|
0,0
|
|
Çin
|
3,2
|
6,2
|
5,2
|
|
Hindistan
|
-2,3
|
-3,0
|
-2,5
|
|
Rusya
|
3,2
|
6,2
|
5,2
|
Tablo bize uluslararası
ticarette geçmiş yıllara göre düşüş olacağını, bunun da etkisiyle dünyanın
geçmiş yıllar ortalamalarına göre daha yavaş büyüyeceğini gösteriyor. ABD’nin
büyüme sorununu atlatmasının beklendiği, Euro bölgesinin bu konuda hala biraz
geride olduğu, Japonya’nın ise yavaş büyümeye devam etmesinin beklendiği
anlaşılıyor. Geçmiş dönemde ve özellikle de küresel kriz süresince dünya
büyümesinin lokomotifi konumunda olan gelişmekte olan ekonomilerin yine yüksek
büyümeleri buna karşılık büyüme ivmelerinde biraz düşüş olması bekleniyor.
Çin’in büyüme hızındaki hızlı düşüş bu gelişmenin temel nedeni olarak karşımıza
çıkıyor.
Dünyanın enflasyon sorununu
büyük ölçüde çözdüğü tablodan görülebiliyor. Gelişmiş ekonomiler yüzde 2,
gelişmekte olan ekonomiler de yüzde 5 dolayında bir enflasyon ortalamasında
istikrara gelmiş görünüyorlar.
Cari denge sorunu da küresel
krizin etkisiyle genel olarak çözülmüş bulunuyor. Buna karşılık IMF
tahminlerine göre, Trump’ın korumacılık politikasına karşın, ABD’de cari açığın
büyümesi bekleniyor.
Bu tahminlere bakarak küresel
krizden çıkışın artık gözle görülür bir aşamada olduğunu söylemek mümkün.
Türkiye Tahminleri
IMF’nin Türkiye ekonomisine
ilişkin tahminleri de aşağıdaki tabloda yer alıyor:
Türkiye Ekonomisi (IMF)
|
2000 - 2009
|
2010 - 2017
|
2018
|
2019
|
Büyüme
|
3,8
|
6,9
|
3,5
|
0,4
|
Enflasyon (yıllık ortalama)
|
21,7
|
8,4
|
15,0
|
16,7
|
Enflasyon (yılsonu)
|
20,8
|
8,5
|
20,0
|
15,5
|
Cari Denge/GSYH
|
-3,3
|
-5,6
|
-5,7
|
-1,4
|
İşsizlik Oranı
|
9,8
|
9,8
|
11,0
|
12,3
|
IMF’nin raporunda Türkiye’nin
2017 yılı süresince ve 2018’in başlarında son derece güçlü olarak büyüdüğü
ancak bu büyümenin keskin bir düşüşe dönüşeceği öne sürülüyor. TL’nin değer
kayıpları ve borçlanma maliyetlerinin hızla yükselmesinin tüketim ve yatırım
talebinin düşmesine bunun da ekonomiyi yavaşlatarak büyüme oranını düşürmesine
yol açacağı tahmin ediliyor. IMF’nin 2019 için yenilediği yüzde 0,4’lük tahmini
Nisan ayında yayınlanan Dünya Ekonomik Görünümündeki tahmininden 3,6 puan daha
düşük bir orana işaret ediyor. IMF, raporunda, Türkiye ekonomisinin sermaye
akımlarında görülebilecek ani yön değişikliği ve jeopolitik risklere karşı son
derece savunmasız durumda olduğunu vurguluyor.
Geçtiğimiz günlerde açıklanan
hükümet tahminlerini içeren Yeni Ekonomi Programında (YEP 20119 – 2021) yer
alan tahminleri de aşağıdaki tabloda gösterelim.
Türkiye Ekonomisi (YEP)
|
2018
|
2019
|
Büyüme
|
3,8
|
2,3
|
Enflasyon (yılsonu)
|
20,8
|
15,9
|
Cari Denge/GSYH
|
-4,7
|
-3,3
|
İşsizlik Oranı
|
11,3
|
12,1
|
Bu iki tabloyu bir arada ele
alırsak büyüme konusunda IMF’nin çok daha kötümser olduğu ortaya çıkıyor.
IMF’nin daha düşük büyüme beklemesinin doğal sonucu olarak YEP’deki tahminlere
göre cari açık daha düşük, işsizlik oranı ise daha yüksek tahmin edilmiş bulunuyor.
İki tahmin setinde birbirine en çok yaklaşan gösterge enflasyon tahmini olarak
çıkıyor.
Değerlendirme
IMF’nin tahminlerinin
gerçekleşeceğini kabul edersek küresel krizin büyük ölçüde geride kalmaya
başladığını görüyoruz. Buna karşılık birçok alanda kırılganlıkların halen devam
ettiği de raporun çeşitli bölümlerinde vurgulanıyor.
Özellikle ABD ve Euro
Bölgesinin krizden çıkışı bizim açımızdan iyi ve kötü yanları olan bir gelişme.
İşin iyi yanı ihracatımızın ve turizm gelirlerimizin ağırlığını taşıyan
bölgelerin krizden çıkmasının ihracatımıza ve turizm gelirlerimize olumlu katkı
yapacak olmasından kaynaklanıyor. Kötü yanı ise kriz süresince dünyaya bol
likidite sağlamış olan bu iki büyük ekonominin krizden uzaklaştıkça parasal
sıkılaştırmayı artıracak olmalarından kaynaklanıyor. Bu iki ekonomi parasal
sıkılaştırmayı artırdıkça bizim dış kaynağa erişimimiz zora girecek.
Özetle; 2019 yılının küresel
sistem için iyiye gidişe, Türkiye açısından ise kötüye gidişe işaret ettiği
açık biçimde görülebiliyor.
Stagflasyon Endişesi / 31.11.2018
Stagflasyon
Stagflasyon, durgunluk anlamına
gelen stagnation sözcüğü ile enflasyon sözcüğünün bir araya getirilmesiyle
türetilmiş bir bileşik sözcük. Enflasyon içinde durgunluk anlamına gelmek üzere
ekonomide enflasyon olgusuyla birlikte ortaya çıkan sıfır dolaylarındaki büyüme
halinin tanımlanmasında kullanılıyor. Stagflasyon, ekonomik dengesizlik
hallerinin en zor giderilebilenlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Bir yandan enflasyonu düşürmek, bir yandan
büyümeye geçmek, bir yandan da bunlara eşlik edecek olan işsizlik artışını
engelleyip istihdamı artırabilmek birbiriyle çelişen hedefler olarak ortaya
çıkıyor.
Türkiye
Ekonomisinin Stagflasyon Deneyimleri
Türkiye ekonomisi geçmişte stagflasyonla
birkaç kez karşılaştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1948’de enflasyon (TEFE)
yüzde 7,5’e yükselmişken, GSYH yüzde 0 büyümede kalmıştı. 1991 yılında ekonomi
yüzde 0,4 büyürken enflasyon (TÜFE) yüzde 71,1’e çıkmıştı. 2008’de yüzde 0,8’e
düşen büyüme ve yüzde 8,1’e varan enflasyon ile Türkiye ekonomisi stagflasyona
yaklaşmıştı.
Türkiye ekonomisi, yaşadığı bu
stagflasyon deneyimlerinden genellikle hızlı bir biçimde çıkmayı başarabiliyor.
Şimdiye kadar yaşanan deneyimlere bakarsak Türkiye ekonomisinin, bir yılda
ortaya çıkan stagflasyon olgusunu genellikle bir sonraki yılda atlatabildiğini,
krizden hızlı bir çıkış gerçekleştirebildiğini görüyoruz.
2019 Yılında Stagflasyon
Olgusu Yeniden Karşımıza Çıkabilir
Türkiye ekonomisinin bugünkü
gidişine bakılırsa 2018 yılının son çeyreğinden ya da 2019 yılının ilk
çeyreğinden başlayarak yeni bir stagflasyon olgusuna girmesi olasılığı
karşımızda duruyor. Önce mevcut görünümü ve gidişe ilişkin tahminleri ortaya
koyan bir tablo yapalım (2017 yılı sonuçları gerçekleşmeleri sergiliyor. YEP
Yeni Ekonomi Programındaki tahminleri, IMF ise IMF’nin tahminlerini
gösteriyor.)
Enflasyon
|
Büyüme
|
İşsizlik
|
|
2017
|
11,9
|
7,4
|
10,9
|
2018 YEP
|
20,8
|
3,8
|
11,3
|
2018 IMF
|
20,0
|
3,5
|
11,0
|
2019 YEP
|
15,9
|
2,3
|
12,1
|
2019 IMF
|
15,5
|
0,4
|
12,3
|
IMF’nin 2019 büyüme tahmini yüzde
0,4 ve enflasyon tahmini yüzde 15,5. Eğer IMF’nin bu tahminleri gerçekleşirse
2019 yılında stagflasyonla tekrar karşılaşacağız demektir.
Şimdi de bu iki tabloyu grafik
haline getirelim (kırmızı; büyümeyi, yeşil işsizlik oranını, mavi de enflasyon
oranını gösteriyor.)
Grafiklerin ortaya koyduğu sonuca
göre Hükümet 2019 yılında yüksek enflasyon ve yüksek işsizliğe karşılık düşük
de olsa pozitif bir büyüme beklemekte, Türkiye’nin stagflasyona girmeyeceğini
tahmin etmektedir. IMF ise benzer biçimde 2019 yılında yüksek enflasyon ve
yüksek işsizlik beklerken büyümenin sıfır dolayında olacağını, dolayısıyla
Türkiye’nin stagflasyona gireceğini tahmin etmektedir.
Stagflasyonla
Mücadele
Ekonomik krizlerde hangi ekonomi
politikasının seçilip uygulanacağı konusu krizin çeşidine, derinliğine ve
ülkenin ekonomik ve sosyal koşullarına yakından bağlıdır. Bazı hallerde maliye
politikası, bazı hallerde para politikası, bazı hallerde heterodoks ekonomi
politikası araçlarının devreye sokulması, bazı hallerde ise bu politikaların
bir arada birbirini destekleyecek biçimde uygulanması gerekebilir. Öte yandan
bu gibi ekonomik krizlerde beklentilerin olumsuz görünümden olumlu görünüme
çevrilebilmesi de büyük önem taşır. Bu gibi durumlarda beklenti yönetimi etkin
bir politika aracı olarak kullanılabilir.
Türkiye ekonomisi, bugünkü
görünümü itibariyle stagflasyona doğru gidiş içinde görünüyor. Bu gidişi
durdurabilmenin ve hasarı mümkün olacak en düşük düzeyde tutabilmenin bir yolu
da olumsuz hale gelen piyasa beklentilerini tersine çevirebilmekten geçiyor.
2018 yılbaşında 161 olan Türkiye’nin CDS primi (ülke riskini gösteriyor) yıl
içinde 570’lere kadar yükselmişti. Bugünlerde 390 dolayında seyrediyor. Demek
ki Türkiye’nin riskleri olağan dışı bir biçimde artmış ve sonra gerilemiş olsa
da yılbaşındaki düzeyine inememiş. Bu risk artışının bir bölümü dış dünyadan
geliyor olsa da daha büyük bir bölümü Türkiye’nin yaklaşımlarından
kaynaklanıyor. O halde piyasada oluşan olumsuz beklentileri kırabilmenin ilk
yolu içeriden kaynaklanan risk artırıcı eylemlerden ve açıklamalardan vaz
geçmek olmalı. Bunu, ekonomiyi düzeltecek maliye ve para politikası
uygulamaları izlemeli. Merkez Bankası’nın faiz artırımıyla sonsuza kadar devam
etmek mümkün değil.
Yüksek Enflasyon - Yavaşlayan Büyüme Açmazında Sıkışmak ve Merkez
Bankasının Kararsızlık Kararı / 26.10.2018
Merkez Bankası’nın
Kararı
Merkez Bankası Para Politikası
Kurulu (PPK), Ekim ayı toplantısında faizleri değiştirmemeye karar verdi. Buna
göre bankanın borç vermekte uyguladığı faizler gecelik borç vermede % 25,5,
haftalık repo ihalesinde yüzde 24 (politika faizi) ve geç likidite penceresi
uygulamasında yüzde 27 olmaya devam edecek.
PPK, faizleri mevcut düzeyinde
bırakırken bu kararını şu açıklamalara dayandırdı: “Son dönemde açıklanan
veriler ekonomideki dengelenme eğiliminin belirginleştiğini göstermektedir. Dış
talep gücünü korumakla birlikte finansal koşullardaki sıkılaşmanın da etkisiyle
iktisadi faaliyetteki yavaşlama devam etmektedir. Yakın dönemde enflasyon
görünümüne ilişkin gelişmeler fiyat istikrarı açısından önemli risklere işaret
etmiştir. Döviz kurundaki hareketlerin de etkisiyle fiyat artışlarının alt
kalemler bazında genele yayılan bir nitelik gösterdiği dikkat çekmektedir. İç
talep koşullarındaki zayıflamanın enflasyon görünümündeki bozulmayı kısmen
sınırlayacağı düşünülse de fiyatlama davranışlarına dair yukarı yönlü riskler
devam etmektedir. Bu çerçevede Kurul, sıkı parasal duruşun korunmasına karar
vermiştir. Merkez Bankası fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda elindeki
bütün araçları kullanmaya devam edecektir. Enflasyon görünümünde belirgin bir
iyileşme sağlanana kadar para politikasındaki sıkı duruş kararlılıkla
sürdürülecektir.”
Stagflasyon
Belirtileri
Sanayi üretiminde ciddi bir ivme
kaybı var. Bu kayıp, GSYH büyümesinde yaşanacağı tahmin edilen düşüşün öncü
göstergesi niteliğinde. Bunu TÜİK verilerini kullanarak yaptığımız grafikte
görebiliriz (grafik yılbaşından Ağustos sonuna kadar bir önceki yılın aynı
ayına göre ve takvim etkisinden arındırılmış endekslerden hesaplanmış
verilerden çizilmiştir.)
Grafik bize sanayi üretimindeki
düşüşü açık biçimde gösteriyor. Bu durumda büyümenin düşmemesi mümkün
görünmüyor.
Konuya bir de enflasyon açısından
bakalım. Yine TÜİK verilerini kullanarak TÜFE ve Yİ-ÜFE verilerini ele alarak
yılbaşından Eylül sonuna kadar enflasyonu bir grafiğe taşıyalım (TÜFE kırmızı,
Yi-ÜFE mavi.)
Bu grafik de bize gerek tüketici
düzeyinde gerekse üretici düzeyinde ölçülen enflasyonun hızlı bir artış içinde
olduğunu gösteriyor. Öte yandan Yİ-ÜFE’nin TÜFE’den farklı biçimde yukarıda
olması gelecekte TÜFE’nin artmaya devam edeceğini ortaya koyuyor.
Bu iki grafikten yola çıkarsak
Türkiye’nin yavaş yavaş büyümenin sıfıra yaklaşacağı buna karşılık enflasyonun
yüksek kalacağı bir ortama yani stagflasyona (reel büyümenin olmadığı,
enflasyonun bulunduğu denge hali ya da durgunluk içinde enflasyon) doğru
gittiğini söyleyebiliriz.
Merkez Bankası’nın
Kararı Doğru mu?
Ekonomik büyümenin hızla düştüğü,
enflasyonun ise yüksek kalmaya devam ettiği ve bunlara bir de zaten yüksek olan
işsizlik oranının artarak eşlik ettiği bir ortamda bulunduğumuz görülüyor.
Mevcut durum itibariyle Türkiye’nin ekonomi politikası bir açmazla karşı
karşıya: Enflasyonu tek hedef alıp da üzerine gitseniz zaten ivme kaybetmiş
olan büyüme iyice düşecek, hatta eksiye geçecek, büyümeyi kollamaya yönelik
uygulamalara girseniz bu kez enflasyon iyice azacak ve hiper enflasyona
dönüşecek.
Ekonominin içinde bulunduğu bu
açmaz ister istemez Merkez Bankasına da yansıdığı için PPK’nın açıklaması
tutarsızlık ve çelişkiler taşıyor. Bir yandan fiyatlama davranışlarına dair
yukarı yönlü risklerin devam ettiğine değiniliyor ve sıkı parasal duruşun
korunmasına karar verilmiş olduğu vurgusu yapılıyor öte yandan enflasyondaki bu
yukarı gidişi durduracak faiz artışı yapılmıyor. Açmazın Merkez Bankası’na
yansıması böyle oluyor: Faizi artırsa PPK açıklamasında değinilen finansal
koşullardaki sıkılaşmanın da etkisiyle iktisadi faaliyette devam eden yavaşlama
daha hızlı bir yavaşlamaya dönüşebilecek, büyüme iyice düşecek, o zaman da
Merkez Bankası büyümenin küçülmeye dönüşmesinin sorumlusu gösterilecek.
Açmazdan Çıkış Var
mı?
Açmazlardan çıkış yolları
bulunabilir. Ne var ki bu tür çıkışlar çoğunlukla kol kesilerek yapılmak
durumundadır. Yani eğer enflasyonu düşürmek hedefleniyorsa o zaman ekonominin
bir süre küçülmesini, işsizliğin artmasını göze almak gerekir. Eğer büyümeyi
toparlamak hedefleniyorsa o zaman da enflasyonun denetim dışına çıkmasına
katlanmaktan başka çare yoktur.
Uygulamaya baktığımızda
Türkiye’nin tam anlamıyla arada kaldığını, hem büyümeyi kollamaya hem de
enflasyonla mücadeleye devam etmeye uğraştığını görüyoruz. Bir yandan arada bir
gecikmeli de olsa faiz artırılıyor, öte yandan büyük harcamalar gerektiren
projelere girmeye devam ediliyor. Bir taşla iki kuş vurmak ancak istikrar varsa
mümkündür. Mesela Türkiye bunu 2001 krizinden sonra başarmıştı. Ne yazık ki
bugün aynı konumda değiliz.
Asıl olan gidişin buraya doğru
olduğunu görüp önlemleri ona göre almak, kısa vadeyle uğraşmak yerine uzun
vadeli hedefleri belirleyip oraya doğru yürümek yani açmaza girmeyi
engellemekti. Bu fırsat Türkiye’nin eline 2008 sonrasında dünyada likidite
bolluğu başlamışken birkaç kez geçti. Bernanke’nin 2013 ilkbaharında yaptığı
parasal sıkılaştırmanın başlayacağı açıklaması ise adeta alarm ziliydi. Ne
yazık ki bu zil de bizi uyandıramadı.
Merkez Bankası’nın son kararında
çelişkiler taşıyan açıklamalarının nedeni içinde bulunulan bu açmazdır. Faizi
artırsa büyümedeki düşüşün sorumluluğu üzerine kalacak, faizi artırmazsa enflasyonu
denetleyemeyecek. Tam anlamıyla bir kırk katır, kırk satır açmazı.
Dolayısıyla PPK aslında bu
toplantıda kararsızlık kararı vermiş oldu.
Enflasyon Hız Kesmiş Görünse de Rekor Kırmaya Devam Ediyor / 5.11.2018
Bugün açıklanan veriler, üretici
fiyatları enflasyonunun (Yİ-ÜFE) hafif bir gerileme içinde olduğunu buna
karşılık tüketici fiyatları enflasyonunda yükselişin devam ettiğini gösteriyor.
Önce bu yıla ilişkin aylık ve 12 aylık (birikimli) enflasyon verilerine bir
bakalım:
Yİ - ÜFE
AY
|
TÜFE AY
|
Yİ - ÜFE
12
|
TÜFE 12
|
C Endeksi
|
|
Ocak
|
0,99
|
1,02
|
13,69
|
10,35
|
12,18
|
Şubat
|
2,68
|
0,73
|
13,71
|
10,26
|
11,94
|
Mart
|
1,54
|
0,99
|
14,28
|
10,23
|
11,44
|
Nisan
|
2,60
|
1,87
|
16,37
|
10,85
|
12,24
|
Mayıs
|
3,79
|
1,62
|
20,16
|
12,15
|
12,64
|
Haziran
|
3,03
|
2,61
|
23,71
|
15,39
|
14,60
|
Temmuz
|
1,77
|
0,55
|
25,00
|
15,85
|
15,10
|
Ağustos
|
6,60
|
2,30
|
32,13
|
17,90
|
17,22
|
Eylül
|
10,88
|
6,30
|
46,15
|
24,52
|
24,00
|
Ekim
|
0,91
|
2,67
|
45,01
|
25,24
|
24,34
|
Bu tablodaki 12 aylık verileri
bir grafiğe dönüştürelim (mavi Yİ – ÜFE’yi, kırmızı da TÜFE’yi gösteriyor)
Tablo bize aylık olarak
alındığında Yİ-ÜFE ve TÜFE’nin yıl içinde inişli çıkışlı bir patika izlediğini,
Eylül ayında rekor düzeye ulaştıktan sonra Ekim ayında hız kestiğini
gösteriyor. Buna karşılık her iki göstergenin ve çekirdek enflasyon göstergesi
olarak kabul edilen C endeksinin 12 aylık olarak ele alındığında Mart ayından
itibaren sürekli bir yükseliş içinde olduğu görülüyor.
Bir önceki yılın Ekim ayı
verilerine bakarsak Yİ-ÜFE’nin aylık 1,71’lik artıştan 0,91’lik artışa
gerilediğini görüyoruz. Bu, büyük ölçüde kurda Ekim ayında yaşanan gerilemeden
kaynaklanıyor. Eylül ayında USD/TL kuru ortalaması 6,37 iken Ekim ayında 5,85’e
geriledi. Kurdaki yükselme ve gerilemenin ilk etkisi Yİ-ÜFE’de görülüyor.
Üretimde kullanılan girdilerin önemli bir bölümünün ithal mallardan oluşması
nedeniyle kurdaki iniş çıkışlar üretim maliyetlerini ve dolayısıyla Yİ – ÜFE’yi
kısa sürede etkiliyor. Bütün bunlara karşın Yİ-ÜFE’nin geçen yılın Ekim ayında
yüzde 17,28, bu yıl Ekim ayında yüzde 45,01 olduğunu düşünürsek ortaya çıkan
enflasyonun büyüklüğünü daha iyi kavrayabiliriz.
Kurda yaşanan düşüşün etkisinin
TÜFE’ye aktarılması zaman alıyor. O nedenle Ekim ayında Yİ – ÜFE’de artış hızı
kesilirken TÜFE’de beklenen hız kesilme başlamadı. Geçen yıl Ekim ayında TÜFE
yüzde 2,08 gibi oldukça yüksek bir artış sergilediği için bu yıl bunun altında
kalacak aylık artış sonucu 12 aylık bazda gerilemesi bekleniyordu. Ne var ki bu
beklenti gerçekleşmedi ve Ekim ayında TÜFE aylık bazda yüzde 2,67 gibi yüksek
bir artış gösterince 12 aylık bazda yüzde 25,24 ile geçen ayın üzerine çıkarak
yükselişine devam etti.
TÜFE’de aylık en büyük artış
yüzde 12,74 ile giyim ve ayakkabı grubunda oldu. Maliyetlere gelen artışlar
gecikmeli olarak fiyatlara yansıyor. Gıda ve alkolsüz içecekler ise yıllık
bazda yüzde 29,26 yükseliş ile yıllık artış rekorunu elinde tutmaya devam
ediyor. Yİ-ÜFE’de aylık artış rekoru da (yüzde 5,37) yıllık artış rekoru da
(yüzde 81,61) enerji grubunda bulunuyor. Son dönemde dünyada petrol (ve dolaylı
olarak doğal gaz) fiyatlarında yaşanan düşüşün fiyatlara yansıması gecikmeli olarak
geleceği için ileride olumlu etkisi görülebilir.
Enflasyon gelişmeleri konusunda
dikkat edilmesi gereken son ve belki de en önemli nokta C endeksi. Özel
kapsamlı TÜFE göstergeleri içinde çekirdek enflasyonu en iyi temsil eden
gösterge olarak kabul edilen C endeksi; enerji, gıda ve alkolsüz içecekler,
alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve altın hariç TÜFE’yi gösteriyor. Hariç
bırakılan bu kalemler Merkez Bankasının para politikasının etki alanı dışında
kaldığı kabul edilen kalemler olduğu için geriye kalan kalemler para
politikasının etkileyebileceği kalemler olarak kabul ediliyor. C endeksinin
yüzde 24,34 oranına yükselmesi ve daha endişe verici olarak yükseliş eğiliminin
kesintisiz olarak 7 aydır sürüyor olması para politikasının etkisiz kaldığının
göstergesi olarak karşımızda duruyor.
Para politikasının sıkı olmasına
karşılık maliye politikasının gevşek olmasının bu sonucu yaratması şaşırtıcı
değil.
Dış ticaret Açığının
Azalması Ne Pahasına Sağlanıyor? / 12.11.2018
TÜİK tarafından son açıklanan
verilere göre Türkiye’nin ihracatı artıyor, buna karşılık ithalatı düşüyor ve
dolayısıyla dış ticaret açığı daralıyor. Dış ticaret açığının daralması cari
açığın da azalmasını sağlıyor.
Önce bu durumu TÜİK’in
verilerinden yararlanarak ortaya koyalım.
2018
|
İhracat
(FOB)
|
İthalat
(CIF)
|
Dış
ticaret dengesi
|
İhracat/İthalat
|
|||
Aylar
|
Milyar USD
|
Değişim
(%)
|
Milyar USD
|
Değişim
(%)
|
Milyar USD
|
Değişim
(%)
|
(%)
|
Ocak
|
12,4
|
10,6
|
21,5
|
38,0
|
-9,1
|
109,2
|
57,8
|
Şubat
|
13,2
|
8,8
|
18,9
|
19,7
|
-5,8
|
54,9
|
69,4
|
Mart
|
15,5
|
7,5
|
21,4
|
12,7
|
-5,9
|
29,3
|
72,6
|
Nisan
|
13,8
|
7,7
|
20,6
|
15,6
|
-6,7
|
36,1
|
67,4
|
Mayıs
|
14,3
|
5,0
|
22,1
|
5,5
|
-7,8
|
6,3
|
64,6
|
Haziran
|
12,9
|
-1,5
|
18,5
|
-3,8
|
-5,5
|
-8,7
|
70,1
|
Temmuz
|
14,1
|
11,5
|
20,1
|
-6,7
|
-6,0
|
-32,4
|
70,1
|
Ağustos
|
12,4
|
-6,7
|
14,8
|
-22,7
|
-2,5
|
-58,6
|
83,4
|
Eylül
|
14,5
|
22,4
|
16,3
|
-18,3
|
-1,9
|
-77,1
|
88,5
|
Tabloya göre ihracat geçen yıla
göre genel olarak yükseliş içinde buna karşılık ithalat da genel olarak bir
gerileme içinde görünüyor ve bu gelişimin sonucu olarak da dış ticaret açığı
azalıyor. Bu durum son ayda iyice belirgin bir biçimde ortaya çıkmış bulunuyor:
Eylül ayında ihracat yüzde 22,4 oranında artarken ithalat yüzde 18,3 oranında
gerilemiş, dış ticaret açığı da yüzde 77,1 oranında azalmış. Bu görünüm
ihracatın ithalatı karşılama oranına da benzer biçimde yansıyor. Eylül ayında
ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 88,5’e yükselerek rekor kırmış
görünüyor.
Büyümedeki düşüşten soyutlayarak
bakarsak ilk bakışta sevindirici görünen bu gelişmenin gerçekte o kadar
sevindirici olup olmadığını anlayabilmek için biraz daha ayrıntıya girmemiz,
daha derin bir analiz yapmamız gerekiyor.
Önce bu analizde kullanacağımız bazı kavramları
tanımlayalım.
Dış ticaret açığı; ihracat ile ithalat arasında ihracat aleyhine
oluşan farktır. Bir ülke ihraç ettiği malların değerinden daha fazla değerde
mal ithal ediyorsa o ülkenin ödemeler dengesi dış ticaret açığı veriyor
demektir. Türkiye, geleneksel olarak dış ticaret açığı veren bir ekonomidir.
Ekonomisinin canlı olduğu, büyümenin yüksek olduğu dönemlerde dış ticaret açığı
artar, tersi durumlarda ise azalır. Çünkü Türkiye’de üretimde kullanılan
girdilerin önemli bir bölümü (yaklaşık yüzde 65’i) ithal mallardan oluşur.
Ekonomik büyümesi yükseldikçe üretimi artar, üretimi arttıkça ithalatı artar ve
dolayısıyla dış ticaret açığı artar. Dış ticareti etkileyen önemli unsurlardan
birisi de kurdur. TL, yabancı paralara ve özellikle de ihracat ve ithalatın
yoğun olduğu bölgelerin parası olan Dolar ve Euro’ya karşı değer kaybettikçe
ihracat artar, ithalat düşer.
Ticaret haddi; alınan
satılan malların miktarı ve bu malların değişim oranını gösteren ölçüdür. Belirli
bir dönemde alınan ve satılan malların fiyatları karşılaştırılarak o dönemdeki
kayıp ya da kazanç ölçülebilir.
Değer endeksi; toplam
ihracat ve ithalat değerlerinde meydana gelen değişimi ölçmekte kullanılan bir
endekstir. Değer endekslerinin hesaplanmasında temel yıl dolar değerleri
kullanılır. TÜİK’in kullandığı değer endeksinde temel yıl 2010 = 100 olarak
alınıyor. Buna göre endeksin 100’ün üzerinde olması ihracat veya ithalat
değerinin temel yıla göre daha fazla olduğu, düşük olması ise daha az olduğu
anlamına geliyor.
Miktar endeksi; ihracat ve
ithalat miktarlarındaki değişmeleri göstermeye yarayan endekstir. Bunda da
temel yıl 2010 = 100 olarak alınıyor ve endeksin 100’ün üzerinde olması ihracat
veya ithalat miktarlarının temel yıla göre daha fazla olduğu, düşük olması ise
daha az olduğu anlamına geliyor.
Dış ticaret hadleri;
ihracat birim değer endeksinin ithalat birim değer endeksine oranlanmasıyla
elde ediliyor. Dış ticaret haddinin 100'ün üzerinde bulunması; dış ticarete
konu malları baz yılına göre pahalıya satıp, ucuza satın aldığımız için ülke
lehine bir durumu, 100’ün altında olması ise ülke aleyhinde bir durumu
gösteriyor.
Şimdi bu açıklamalara göre TÜİK’in
9 Kasım 2018 günü yayınladığı Eylül 2018 ayına ait Dış Ticaret Endeksleri
tablosunun özetlenmiş halini ele alalım.
2010 = 100
|
2017 Eylül
|
2018 Eylül
|
Değişim (%)
|
Birim Değer Endeksleri
|
|||
İhracat (Fob)
|
95,8
|
93,7
|
-2,3
|
İthalat (Cif)
|
89,9
|
92,2
|
2,6
|
Miktar Endeksleri
|
|||
İhracat
|
129,9
|
162,6
|
25,2
|
İthalat
|
143,8
|
114,5
|
-20,3
|
Dış Ticaret Hadleri
|
106,6
|
101,6
|
-4,7
|
Tablo bize ihracat birim değer
endeksinin 2017 Eylül’üne göre yüzde 2,3 azaldığını buna karşılık ithalat birim
değer endeksinin aynı dönemde yüzde 2,6 arttığını gösteriyor. Bu durumda ihraç
edilen her birim maldan daha az para kazanırken ithal edilen her birim mala
daha fazla bedel ödeniyor demektir. Bir başka deyişle Türkiye’nin ihraç ettiği
malların birim fiyatı düşerken ithal ettiği malların birim fiyatı artmıştır.
Bu durumda nasıl olmuş da ihracat
artmış ithalat düşmüştür? Bu sorunun yanıtı da miktar endekslerinde saklı.
Tablo ihracat miktar endeksinin yüzde 25,2 artmasına karşılık ithalat miktar
endeksinin yüzde 20,3 düştüğünü gösteriyor. Demek ki Türkiye daha fazla mal
satarken daha az mal alıyor.
İhracat birim değer endeksinin
ithalat birim değer endeksine bölünmesiyle hesaplanan ve 2017 yılı Eylül ayında
106,6 olarak elde edilmiş olan dış ticaret haddi yüzde 4,7 azalarak, 2018 yılı
Eylül ayında 101,6’ya düşüyor. Değer ve miktar endeksini bir arada ele alınca
daha çok malı daha ucuz fiyatla satarak ihracatı artırdığımız anlaşılıyor.
İthalatta ise tam tersi söz konusu. Çok daha az malı daha pahalıya almışız.
İşsizlik ve Bütçe Açığı Slumpflasyon İşareti mi? / 14.11.2018
İşsizlik Oranı Yükseliyor
Ağustos 2018 itibariyle, işsizlik
oranı yüzde 11,1 oldu. İstihdam edilenler ile işsizlerin tümünün oluşturduğu
toplam işgücü 33 milyona yakın insandan oluşuyor. Bunun yüzde 11,1’ini
oluşturan yaklaşık 3,7 milyon kişi işsiz. İşsizler, bu tespitin TÜİK tarafından
yapıldığı günden geriye doğru son 4 hafta içinde “ben işsizim, iş arıyorum”
diyerek resmi başvuruda bulunmuş olan kişiler.
Bunlara ek olarak bir de son 4
hafta içinde resmi başvuruda bulunmamış olmakla birlikte “iş var çalışır mısın”
diye sorulduğunda “çalışırım” diye yanıt verenler var. Bunlar, iş bulmaktan
umudunu kestiği için resmi başvuruda bulunmayan ama gerçekte işsiz olan
kişiler. Ağustos ayı itibariyle bunların sayısı da yaklaşık olarak 2,2 milyon.
Bunları da işsizler arasına katıp hesaplarsak karşımıza yüzde 16,6’lık bir
geniş işsizlik oranı çıkıyor. Gerçekte Türkiye’nin işsiz oranı budur.
Resmi işsizlik oranının geçen yıl
sonunda yüzde 10,4 ve geniş işsizlik oranının yüzde 15,9 olduğunu dikkate
alırsak işsizlik oranının her iki tanım çerçevesinde de ciddi artış gösterdiği
ortaya çıkıyor.
Bütçe Açığı
Artıyor
Ekim ayı sonuçlarının
açıklanmasıyla bütçenin ilk 10 ayda 62,1 milyar TL açık verdiği anlaşıldı. Bu
miktar yaklaşık yüzde 1,7 oranında bir bütçe açığı/GSYH oranına işaret ediyor.
Bu açığın yılsonunda yüzde 2 dolayında olması bekleniyor. Yüzde 2 oranındaki
bir bütçe açığı korkutucu bir açık değil. Buna karşılık açığın artış hızı ve
enflasyon düzeyinin yüksekliğine yapabileceği olumsuz katkı gelecek için
endişeleri artıran bir görünümü işaret ediyor.
2016 yılında 29 milyar TL olan
bütçe açığı 2017 yılında ekonomiyi canlandırmak için yapılan teşviklerle 47,4
milyar TL’ye yükselmişti. Bu kez 2018 yılının ilk 10 ayında açık 62,1 milyar
TL’ye tırmanmış bulunuyor. Bu açığın üzerine son iki ayın açıklarının da
geleceği dikkate alındığında artışın ciddiyeti önem kazanıyor.
Asıl dikkat çeken konu faiz dışı
fazlanın hızla azalmakta oluşudur. 2016 yılında 21 milyar TL olan faiz dışı
fazla, 2017 yılında 9,3 milyar TL’ye düşmüş bu yılın ilk 10 ayında ise 2,6
milyar TL olmuştur. Borç stokunun finansmanında en önemli sigorta konumunda
olan faiz dışı dengedeki bu olumsuz gidiş geleceğe ilişkin beklentiler
açısından endişe yaratıcıdır.
Bu İki Veriden
Hareketle Ekonominin Gidişini Okumak
Eldeki bu iki veriden hareketle
ekonominin gidişi hakkında genel bazı çıkarımlar yapabiliriz. Öncelikle
işsizlik oranlarına 2013’den bu yana bir tablo eşliğinde bakalım (Kaynak: TÜİK,
İşgücü İstatistikleri.)
Yıllar
|
Resmi
İşsizlik (%)
|
Geniş İşsizlik (%)
|
2013
|
9,0
|
12,6
|
2014
|
9,9
|
13,9
|
2015
|
10,3
|
15,5
|
2016
|
10,9
|
16,4
|
2017
|
10,9
|
16,2
|
2018
|
11,1
|
16,6
|
Tablo bize 2017 yılında
ekonomiye, vergi indirimleri, SGK prim katkıları, Kredi Garanti Fonu
aracılığıyla yapılan teşviklerin işsizlik üzerinde pek fazla bir etkisinin
olmadığını, işsizlik oranının yüzde 10’un altına bir daha düşürülemediğini
gösteriyor. Ekonominin henüz büyüme içinde olduğu yılın bu ilk 8 ayında
işsizlik oranının bu düzeye yükselmesi sonraki aylarda büyümede ortaya çıkan
ivme kaybıyla çok daha karamsar bir görünümün ortaya çıkacağını gösteriyor.
Bütçe verileri de benzer bir
tabloyu sergiliyor. Ocak – Ekim 2018 döneminde bütçe gelir ve giderlerindeki
başlıca verileri 2017 yılının aynı dönemiyle karşılaştırmalı olarak gösteren
tabloyu aşağıda dikkatinize getirelim (Kaynak: Kaynak: Maliye Bakanlığı Bütçe
Gerçekleşmeleri Tabloları.)
Ocak - Ekim 2018 vs 2017
|
%
|
Bütçe Gelirleri
|
19,5
|
Vergi Gelirleri
|
17,9
|
Dahilde Alınan KDV
|
10,5
|
ÖTV
|
0,1
|
İthalde Alınan KDV
|
29,0
|
Bütçe Giderleri
|
23,3
|
Faiz Dışı Giderler
|
22,7
|
Faiz Giderleri
|
29,0
|
Tabloya göre 2018 yılının ilk 10
ayında bütçe gelirlerindeki artış (yüzde 19,5) enflasyonun (yüzde 25,24)
oldukça gerisinde kalırken bütçe giderlerindeki artış (yüzde 23,3) enflasyona
yakın bir artış sergilemiş bulunuyor. Özellikle faiz giderlerindeki artış
(yüzde 29) dikkat çekicidir. Uzun süredir önemli bir yükseliş sergilemeyen faiz
giderlerinin hızlı bir artış trendine girdiği görülüyor.
Vergi gelirleri toplamda
enflasyonun çok gerisinde kalırken özellikle dahilde alınan KDV ve ÖTV gibi
satışlar üzerinden alınan vergilerde görülen çok düşük artışlar iç piyasada
nasıl bir durgunluk yaşandığının en belirgin göstergeleri olarak karşımızda
duruyor (KDV ve ÖTV’de yapılan indirimlerin ilk 9 ayda söz konusu olmadığına
dikkat edilmeli.)
Öte yandan ithalde alınan KDV’nin
enflasyondan çok daha hızlı bir artış sergilemiş olması ise tümüyle kur
artışının bir sonucu olarak çıkıyor.
Gerek işsizlik oranındaki artış
gerekse bütçe verileri bize önümüzdeki dönemde ekonomide yüksek enflasyonla
birlikte küçülme (slumpflasyon) yaşama olasılığımızın arttığını gösteriyor.
Mc Kinsey / 8.10.2018
Kamu maliyesine yönelik tasarruf
ve gelir önlemlerinin etkin bir şekilde yerine getirilebilmesi amacıyla, Hazine
ve Maliye Bakanlığı’nda kurulacak olan Kamu Maliyesi Dönüşüm ve Değişim Ofisi’nin
çalışma yöntemleri için ABD yönetim ve danışmanlık şirketi McKinsey’den
danışmanlık alınması son dönemin ana gündem maddesiydi. Enflasyonun yüksek
çıkması gündemi değiştirince danışmanlık konusu biraz gerilere düştü. Ardından
Cumhurbaşkanı’nın McKinsey’den danışmanlık alınmayacağı açıklamaları bir kez
daha bu kuruluşu gündemin başköşesine çekti.
Son aylarda sendikasyon
kredilerini yenilemekte zorlanan bankalara bu sendikasyonları yapacak olan
yabancı banka ve finans kuruluşlarının, Türkiye’nin IMF ile bir program içine
girmesini önerdikleri biliniyor. Anlaşılan o ki yabancı banka ve finans
kuruluşları bizden giden bilgilere ve verilere güvenmiyor, tarafsız bir görüşe
ihtiyaç duyuyor ve IMF’yi bu bilgi ve veriler için bir çeşit gözetim mercii
olarak işin başında görmek istiyor. Ne var ki bu söylendiği kadar kolay bir yol
değil. Kolay olmamasının iki nedeni var. İlk olarak hükümet böyle bir öneriyi
kabul etmiyor. Hükümetin bunu kabul etmemesinin altında geçmişte yapılan
açıklamalar yatıyor. Hükümet yetkilileri, yıllarca, IMF ile düzenlemeden
çıkılmasını ekonomi yönetimindeki başarının bir kanıtı olarak anlattılar.
IMF’den çıkılması bir yana, IMF’ye borç verme aşamasına gelindiğini ifade
ettiler. Yeniden IMF’ye başvurulması bu başarının bitmiş olduğu imajını
yaratabileceği için bu yola gidilmesi bu aşamada pek mümkün görünmüyor. İkinci
olarak da IMF ile bir düzenleme içine girilmesi artık sadece bizim isteğimize
bağlı bir seçenek değil. Çünkü ABD yönetimi, geçtiğimiz ay, Kongreden geçirmeye
çalıştığı bir yasa ile IMF gibi uluslararası kuruluşların Türkiye’ye mali
destek vermesini yasaklamayı hedefledi. Bu girişim yasalaşmasa da bir eğilimi
göstermesi açısından önemliydi. Aslında ABD’nin böyle bir hakkı yok. Bu girişim
yasalaşsa bile sadece ABD’nin IMF İcra Direktörleri Kurulunda oy kullanacak
olan temsilcisini bağlar. IMF’de bir ülkeye destek verilip verilmemesini
kararlaştıran icra direktörleri kurulunda ABD’nin oyu 24 oydan biridir. O
nedenle ABD’nin tek başına Türkiye’yi engelleme imkânı bulunmuyor. Buna
karşılık ABD’nin Türkiye’ye destek verilmesine karşı çıkması diğer bazı icra direktörlerinin
de muhalif kalmasına ve Türkiye’nin IMF ile bir düzenlemeye girmesinin
engellenmesine yol açabilir. ABD, yüzde 16,5 pay ile IMF’de en yüksek kotaya
sahip ülke konumunda bulunduğu için 2019’da tamamlanacak kota artışını
onaylamaması IMF’yi madden güç duruma düşürebilir. Bu açıdan diğer icra
direktörleri ister istemez ABD’li icra direktörünün etkisinde kalabilir.
Bu iki nedenle IMF ile bir
işbirliğine girilmesi Türkiye açısından bu aşamada bir seçenek
oluşturmuyor.
457 milyar Dolar dış borcu, bir
yıl içinde çevirmesi gereken yaklaşık 230 milyar Dolarlık dış yükümlülüğü
bulunan Türkiye’nin dış finansmana erişim için aradığı çözümün yeni kurulacak
birim için alınacak danışmanlık meselesiyle gündeme gelmiş olduğu anlaşılıyor.
Yabancı banka ve finans kuruluşlarının beklentisi hükümete danışmanlık yapması
konusunda anlaşmaya varılan McKinsey Şirketinin bir yandan da dolaylı olarak,
kendilerine verilecek raporlarda yer alacak bilgilere ve verilere göz kulak
olmasıydı. Yabancıların bu beklentisine karşılık verecek açık ya da zımni bir
düzenleme var mı bilinmiyor ama borç verecek olanların beklentisinin bu olduğu
anlaşılıyor. Ne var ki işler tam bu aşamadayken Cumhurbaşkanının açıklaması
gelince McKinsey’in danışmanlık meselesi karıştı. Bu durumda McKinsey’den
danışmanlık alınıp alınmayacağı, alınmayacaksa kendilerine para ödenip
ödenmeyeceği bilinmeyen konular arasına girdi.
McKinsey’in danışmanlık alınmak
üzere davet edilmesi bana göre yanlıştı. Türk bürokrasinin bu konuda birikimli,
yetişmiş pek çok elemanı var. Eskiden bu görevleri Devlet Planlama Teşkilatı
uzmanları yapar, Hazine, Maliye ve Merkez Bankası’nın elemanları da onlara
yardım ederdi. Bu elemanların hepsi bir yerlere dağıtılmadığına göre onlardan
bir ekip oluşturmak yerine yabancı bir danışman tutulmasının tek gerekçesi
bizim elemanların yazacaklarına yabancıların güvenmemesi olabilir. Ki bu duruma
nasıl geldiğimiz de ayrı bir soru işareti.
McKinsey’in gönderilmesi
çağırılmasından daha da tuhaf bir durum yaratıyor. Çünkü on gün arayla aynı
konuda aynı hükümet iki farklı karar almış oluyor. Bu çelişkili durumun risk
artışına yol açacağı çok açık. Büyük olasılıkla bu açıklamaların ardından TL
değer kaybedecek, Türkiye’nin risklerini gösteren CDS primi yükselecek.
Riskleri düşürmesi umuduyla davet edilen McKinsey’in risk artışına yol açarak
gidiyor olması başlı başına tuhaf bir durum.
Türkiye’nin dış borçları o kadar
yüksek değil. Bu alandaki asıl sorun bir yıl içinde çevrilmesi gereken dış
yükümlülük miktarının yüksekliği (yaklaşık 230 milyar Dolar.) 2019’da Fed’in 3
kez daha faiz artıracağı ve piyasadan 600 milyar Dolar daha çekeceği dikkate
alındığında bu büyük tutar bu tür çelişkilerle birleştiğinde dış kreditörlerin
Türkiye’ye sıcak bakmalarının önünde ciddi bir engel oluşturuyor.
Dış borçlanma belirli bir noktayı
geçince bağımsızlık sorunları yaratmaya başlar. Osmanlı İmparatorluğu’ndan
devir alınan dış borçları ödemek zorunda kalan Cumhuriyetin ilk kuşaklarının
dış borçlanmadan uzak durmasının, hızlı büyümeden çok yerel olanaklarla
büyümeyi tercih etmesinin nedeni asıl olarak buydu.
Osmanlı tarihi sadece kılıç
kalkandan, fetihlerden, saraydaki ihtişamdan ibaret değildir. İmparatorluğun
özellikle son 200 yılı çok sayıda finansal dersle doludur. Ertuğrul’un,
Kanuni’nin, Abdülhamid’in dizilerinin yanında Tarhuncu Ahmet Paşa’nın başına
gelenler de televizyon dizisi yapılsaydı belki bu derslerden yararlanmak mümkün
olurdu.
Türkiye ve Kırılgan Beşlinin Görünümü / 21.11.2018
Parasal Görünüm
Uzunca bir süredir Türkiye’nin de aralarında bulunduğu beş ülkeye
(Brezilya, Endonezya, Hindistan, Güney Afrika ve Türkiye) kırılgan beşli adı
veriliyor. Zaman içinde bu grupta bazı değişiklik önerileri yapılmış olsa da
genel kabul bu beş ülkenin bir arada değerlendirilmesi yönünde olmaya devam ediyor.
Bu beş ülkenin böyle bir grup içinde toplanmasının ortak nedenleri arasında yüksek
enflasyon, zayıf büyüme, yüksek dış açık ve sıcak paraya olan yüksek bağımlılık
geliyor. Bu sayılan nedenler bu ülkelerin Fed politikalarından en fazla
etkilenen ülkeler olmasına yol açıyor.
Bu beş ülkenin para birimlerinin Dolar karşısındaki son durumu,
geçen yıl sonuna göre karşılaştıkları değer kayıpları, güncel enflasyon
oranları ve Merkez Bankası faizleri aşağıdaki tabloda karşılaştırmalı olarak
yer alıyor.
2017
|
21.11.2018
|
Değişim %
|
Enflasyon
|
MB Faizi
|
|
Brezilya (Real)
|
3,31
|
3,7571
|
13,4
|
4,56
|
6,50
|
Endonezya (Rupiah)
|
13,56
|
14,5775
|
7,5
|
3,16
|
5,75
|
Hindistan (Rupee)
|
63,87
|
71,4613
|
11,9
|
3,31
|
6,50
|
G. Afrika (Rand)
|
12,38
|
14,0659
|
13,6
|
4,90
|
6,50
|
Türkiye (TL)
|
3,79
|
5,3609
|
41,6
|
25,24
|
24,00
|
Türkiye (TL) Hariç Ortalama
|
11,6
|
3,98
|
6,31
|
Geçen yıl sonuna göre paraların
Dolara göre değer kaybına bakacak olursak Türkiye hariç değer kaybı ortalaması
yüzde 11,6 olarak çıkıyor. Buna karşılık Türk Lirasının değer kaybı yüzde 41,6.
Türk Lirası diğerlerinin para birimine göre yaklaşık 4 kat fazla değer
kaybetmiş.
Bu ülkelerin enflasyon
oranlarının Türkiye hariç ortalaması yüzde 3,98. Türkiye’deki enflasyon oranı
ise yüzde 25,24. Merkez bankası faiz oranlarına bakarsak benzer bir fark
görüyoruz. Türk Merkez Bankası bu ülkelerin merkez bankalarının neredeyse 4
katı yüksek faizle bankaları fonluyor.
Tablo, bize bu 5 ekonomi arasında
en kırılgan ekonominin Türkiye olduğunu gösteriyor.
Reel Ekonominin
Görünümü
Reel ekonominin görünümü için
büyüme, işsizlik oranı, bütçe açığı ve cari açık verilerini karşılaştırmalı
olarak aşağıdaki tabloda ele alıyoruz.
%
|
Büyüme
|
İşsizlik
|
Bütçe Dengesi/GSYH
|
Cari Denge/GSYH
|
Brezilya
|
1,00
|
11,90
|
-7,8
|
-0,48
|
Endonezya
|
5,17
|
5,34
|
-2,5
|
-1,70
|
Hindistan
|
8,20
|
3,52
|
-3,53
|
-1,90
|
G. Afrika
|
0,40
|
27,50
|
-4,6
|
-2,50
|
Türkiye
|
5,20
|
11,10
|
-1,5
|
-5,50
|
Türkiye Hariç Ortalama
|
3,69
|
12,07
|
-4,61
|
-1,65
|
Tabloya göre Türkiye, gruptaki
ekonomiler karşısında cari dengede zayıf, bütçe dengesinde güçlü, büyümede iyi
konumda bulunuyor. İşsizlikte ise Güney Afrika’nın ortalamayı ciddi biçimde
bozmasıyla Türkiye ortalamanın altında kalmış görünüyor.
Tablo bize reel ekonomi açısından
bakıldığında bu grubun en kırılgan ekonomisinin Türkiye olmadığını, buna
karşılık cari açık oranı açısından dış finansmana en bağımlı olanın Türkiye
ekonomisi olduğunu gösteriyor.
Bu tabloda dikkat edilmesi
gereken bazı noktalar var. Büyüme verileri elde mevcut sonuçlara göre
yıllıklandırılmış durumu gösteriyor. 2018 verileri tam olarak açıklandığında
Türkiye’nin mevcut yüzde 5,20’lik yıllık oranın oldukça altında kalacağını
tahmin ediyorum. Cari denge ise biraz daha düşerek muhtemelen yüzde 5 dolayında
bir orana gerileyecek. Bütçe dengesinde yüzde 2 dolayında bir açıkla ve
işsizlikte de yüzde 12 veya biraz üstünde bir oranla yılın sonuçlanmasını
bekliyorum.
2019 Yılındaki
Tehlike
2019 yılında küresel likiditede
daralma olacak. Gerçi Fed’in faiz artırımı konusunda eski kararlılığının pek
kalmadığı görüşü yaygınlaşmaya başlamış olsa da parasal sıkılaştırmayı
durduracağına ya da erteleyeceğine ilişkin bir belirti henüz yok. Bu durumda
Fed, planlandığı gibi devam ederse 2019 yılında piyasalardan 600 milyar dolar
daha çekecek ve sterilize edecek.
Eğer gidişat değişmezse Avrupa
Merkez Bankası’nın da bu yılın son çeyreğinde azaltarak durdurmaya yöneldiği
parasal genişlemeyi 2019 yılında durduracağı ve Fed gibi sıkılaştırmaya
başlayacağı öngörülüyor. İngiltere Merkez Bankası henüz Brexit meselesi tam
olarak bir çözüme kavuşmadan bir adım atmaya taraftar görünmüyor. Japonya
Merkez Bankası ise henüz parasal genişlemeyi durdurmaktan oldukça uzak bir
konumda bulunuyor.
2019 yılında Fed’in parasal
sıkılaştırmaya, miktarı 600 milyar dolara çıkararak, devam etmesi ve ona bir
süre sonra Avrupa Merkez Bankası’nın eşlik edecek olması başta kırılgan beşli
olmak üzere dış kaynak ihtiyacı olan ekonomiler için oldukça sorunlu bir yılın
habercisi olacak gibi duruyor. Buradaki en ciddi sorun daralan küresel
likiditeye ulaşmak için bu ekonomilerin birbiriyle rekabet için girmesinin
faizleri yukarıya çekecek olması.
Döviz Kuru ve Faizler Düşerken CDS Primi Niçin Yükseliyor? / 29.11.2018
Türkiye ekonomisinin
göstergelerini izlerken ilginç bazı çelişkiler dikkat çekiyor. Genellikle
birlikte hareket etmesi gereken göstergelerin bazıları uyumlu olarak hareket
ederken bazıları da tam tersi yönde hareket ediyor. Finansal göstergelerle
ekonomik göstergelerin aynı yönde hareket etmemesi bir ölçüde gecikme ve vade
farklılığı gibi kavramlarla açıklanabilirse de finansal göstergeler arasındaki
uyumsuzluğu açıklamak ekonomik gerekçelerle pek mümkün görünmüyor.
Aşağıdaki tablo Türkiye’nin yılbaşından bu yana değişen
finansal göstergelerini sergiliyor.
Yılbaşı
|
Haziran Sonu
|
Ağustos Sonu
|
Ekim Sonu
|
Bugün
|
|
USD/TL
|
3,791
|
4,5929
|
6,5396
|
5,4757
|
5,1605
|
EURO/TL
|
4,5551
|
5,3678
|
7,6023
|
6,3197
|
5,8799
|
2Yıllık Faiz
|
13,36
|
19,25
|
24,47
|
24,42
|
20,26
|
10 Yıllık Faiz
|
11,37
|
16,3
|
20,7
|
17,73
|
15,88
|
BIST 100
|
117.524
|
96.520
|
92.723
|
90.201
|
95.302
|
CDS Primi
|
166
|
296
|
541
|
383
|
404
|
Tabloya göre TL, iki önemli
rezerv para (USD ve Euro) karşısında önce hızla değer kaybetmiş sonra bu
kayıpları önemli oranda toparlamış bulunuyor. Benzer bir durum 2 ve 10 yıllık
tahvil faizlerinde de söz konusu. Faizler son derecede hızlı bir artış gösterdikten
sonra düşüşe geçmiş görünüyor. Aralarında en geç kalmış görüneni BIST 100
endeksi olsa da o da son ay içinde yükselmeye başlamış.
Buraya kadarki görünüm finans
piyasalarının Türkiye ekonomisine güvenmeye başladığını anlatıyor. Görünümü
bozan tek gösterge CDS primi. CDS primi, finansal göstergelerdeki iyileşmeyi
adeta yalanlarcasına bir görünüm sergiliyor. Önce hızla yükselmiş, sonra düşmüş
son ayda yeniden yükselişe geçmiş. Mesela USD/TL kuru ile CDS gelişimine
birlikte bakarsak şöyle bir görünüm çıkıyor:
Bunun nedenlerini aramaya CDS
priminin diğer göstergelerden ne farkı olduğuna bakarak başlamamız gerekiyor.
CDS priminin diğer finansal göstergelerden başlıca iki farkı var: (1) CDS primi
finans piyasalarının yanı sıra ekonomide olup bitenlere ve geleceği etkileyecek
gelişmelere öteki göstergelere göre daha duyarlıdır. (2) Bazı iç
düzenlemelerden kolay kolay etkilenmez, çünkü bu primin belirleyicileri
yabancıdır.
Ekonomideki duruma da bakalım
(Kaynaklar: TCMB Beklenti Anketleri, TÜİK verileri, Yeni Ekonomi Programı ve
kişisel tahminlerim.)
Ekonomik Göstergeler (%)
|
Yılbaşı
|
Haziran Sonu
|
Ağustos Sonu
|
Ekim Sonu
|
Bugün
|
Büyüme Beklentisi
|
4,6
|
4,2
|
3,9
|
3,2
|
3,1
|
İşsizlik
|
10,8
|
10,2
|
11,1
|
11,3
|
12,5
|
Enflasyon
|
9,55
|
12,28
|
16,45
|
24,22
|
24,45
|
Cari Açık (Milyar USD)
|
43,8
|
53,5
|
52,7
|
40,7
|
36,7
|
Dış Borç Stoku/GSYH
|
53,3
|
59,9
|
61,0
|
Tabloya göre ekonominin gidişi
finansal piyasaların verdiği olumlu tepkiyi yansıtmıyor. Tek olumlu görünen
gösterge cari açık. Onun da büyümedeki düşüş nedeniyle gerilediğini düşünürsek
ne kadar olumlu olduğu konusu karışıyor. Kaldı ki mesela büyüme beklentisi
burada oldukça yüksek. Merkez Bankası Beklenti Anketi’ne Kasım ayı itibariyle
yüzde 3,1 olarak yansımış olan büyümenin bu yükseklikte olması bugün artık pek
mümkün görünmüyor. Büyümenin sıfıra yakın gerçekleşeceğini tahmin ediyorum.
Finans piyasaları ekonomi
açısından olumlu algılanmayan bazı düzenlemeleri kazandırıcı etki olarak
algılayıp kabul ettiği için o düzenlemelerden olumlu etkilenir. Konvansiyonel
anlayışın dışına çıkan bazı düzenlemeler finans piyasalarını olumlu
etkileyebilir. Örneğin işsizlik fonundan işsizler yerine iş sahiplerine destek
verilmesi hisse senetlerinin prim yapmasını sağlayabilir. Ya da Hazine
borçlanmalarının ertelenmesi döviz kurunun ve faizlerin düşmesine yol açabilir.
Bunlar kısa vadede bazı toparlanmalar sağlayabilir. Ne var ki ekonomi, finans
gibi 1 gün, 1 hafta, 1 ay gibi kısa vadeyle pek ilgili değildir. Ekonomi
açısından kısa vade 1 yıldır. İktisatçılar, çok kısa vadede toparlanma
sağlayacak bazı adımların biraz daha uzun vadede sistemi bozucu etkiler yaratıp
yaratmayacağına bakarlar.
CDS primi, yalnızca finansal
piyasalarda olan bitenle değil aynı zamanda ekonominin kısa ve orta vadede
gidişiyle de ilgili olduğu için finansal piyasalardaki olumlu havaya hemen
uymayabilir. Eğer alınan önlemlerin ekonomiyi bozucu sonuçlar yaratmayacağı
algısı oluşursa CDS primi de gerileyecektir.
Yine Ne Oldu da TL Değer Kaybetti? / 5.12.2018
Bu hafta başına kadar TL, Türkiye
ile aynı kategoride düşünülen ülkelerin (kırılgan beşli) para birimlerine göre
değer kazanıyordu. TL’nin son bir yılda benzer ülke para birimlerine göre çok
daha hızlı değer kaybına uğramış olması toparlanmanın da hızlı olmasına yol
açmıştı.
Yılbaşından bu yana kurlarda
ortaya çıkan gelişmeyi kırılgan beşli temelinde karşılaştırmalı olarak
aşağıdaki tablolardan izleyebiliriz. İlk olarak yılbaşından TL’nin günü en
yüksek değer kaybıyla kapattığı 13 Ağustos tarihine kadar olan döneme bakalım.
2017
|
13.08.2018
|
Değişim %
|
|
Brezilya (Real)
|
3,3125
|
3,8841
|
17,3
|
Endonezya (Rupiah)
|
13,5550
|
14,608
|
7,8
|
Hindistan (Rupee)
|
63,8725
|
69,9287
|
9,5
|
G. Afrika (Rand)
|
12,3828
|
13,8393
|
11,8
|
Türkiye (TL)
|
3,7872
|
6,8833
|
81,8
|
Türkiye (TL) Hariç Ortalama
|
11,6
|
Yılbaşından 13 Ağustos akşamına
kadar kırılgan beşlinin Türkiye dışındaki üyelerinin paralarının Dolara karşı
değer kaybı ortalama olarak yüzde 11,6 olarak çıkıyor. Buna karşılık TL’nin
Dolara karşı kaybı yüzde 81,8. Bir başka deyişle TL grup ortalamasından 7 misli
daha fazla değer kaybı yaşamış.
Bu büyük farkın nedenleri
üzerinde şimdiye kadar fazlasıyla durduk ama kısaca bir kez daha özetleyelim:
(1) Türkiye’de siyasal risklerin hızlı artışı (Rahip Brunson olayı, Halkbank
meselesi, S 400’ler olayı.) (2) Faiz artırımında yaşanan gecikme ve tereddütler
(özellikle Merkez Bankası’nın Temmuz ayı toplantısında faizi artırmaması.) (3)
Bu gecikme ve tereddütlerin yarattığı enflasyon artışı. (4) Petrol fiyatlarının
artışı ve bunun cari açığa olumsuz etkisi. (5) GSYH’nin kur etkisiyle
gerilemeye başlaması ve dolayısıyla Dış Borç / GSYH oranının yükselişe geçmesi.
(6) İşsizlik oranının artması. (7) Bankaların, dış finansman kaynaklarına
erişim başta olmak üzere sorunlarla karşılaşmaya başlaması. (8) Peş peşe gelen
iflaslar, konkordatolar.
Çoğu Türkiye’ye özgü olarak çıkan
bu gelişmeler TL’nin grubun diğer üyelerinin paralarına göre ciddi biçimde
negatif ayrışmasına yol açmıştı.
Bu olumsuz ayrışmaya yol açan
olayların düzelmesiyle bu kez de pozitif bir ayrışmanın ortaya çıkacağı tahmin
ediliyordu. Gerçekten de öyle oldu. Son aylarda yaşanan bazı gelişmeler bu kez
TL’yi olumlu yönde etkiledi. Bu değişimlerin en önemlilerine de bir bakalım:
(1) Siyasal sorunların bir bölümünün çözülmesi (Rahip Brunson’ın serbest
bırakılması) ve bunun risklerde düşüş yaratması (CDS priminin gerilemedi.) (2)
Merkez Bankası’nın gecikerek de olsa faizleri çok yüksek oranda artırması. (3)
Petrol fiyatlarında düşüşün başlaması. (4) Cari açığın düşüşe geçmesi. (5)
Kurun yükselmesinin ihracatta yarattığı önemli artışlar. (6) Turizm
gelirlerinde ciddi bir artışın ortaya çıkması ve beklentilerin düzelmesi.
Bu etkilerle TL, bu kez pozitif
ayrışma yaşadı ve hızlı bir toparlanma içine girdi. Bu toparlanma Kasım ayı
sonuna kadar sürdü. Bunun da gelişimini aşağıdaki tablo eşliğinde izleyelim.
2017
|
29.11.2018
|
Değişim %
|
|
Brezilya (Real)
|
3,3125
|
3,8526
|
16,3
|
Endonezya (Rupiah)
|
13,5550
|
14,3830
|
6,1
|
Hindistan (Rupee)
|
63,8725
|
69,8500
|
9,4
|
G. Afrika (Rand)
|
12,3828
|
13,6684
|
10,4
|
Türkiye (TL)
|
3,7872
|
5,1642
|
36,4
|
Türkiye (TL) Hariç Ortalama
|
10,5
|
Tablodan görüleceği gibi TL,
Ağustos ortasında ulaştığı yüzde 81,8’lik rekor kayıptan sonra hızlı bir
toparlanma ile Kasım sonunda kayıplarını azaltmış ve yüzde 36,4’e kadar
düşürmüştür. Böylece TL’nin Dolara karşı kaybı diğer ülke paralarına göre 7,5
misli fazladan 3,5 misli fazlaya gerilemiştir.
TL’deki bu olumlu toparlanma
devam ederken 3 Aralık Pazartesi günü Kasım ayı enflasyon verisi açıklandı.
Buna göre enflasyonda TÜFE’de 3,62, Yİ-ÜFE’de 6,47 puan olmak üzere ciddi
gerileme olduğu ortaya çıktı. İlk açıklandığında bu gerilemeler de kurlar
üzerinde TL lehine bir gelişmeye yol açtı. Sonrasında kurlarda yeni bir
yükseliş dalgası başladı.
Bugün geldiğimiz noktada
kurlardaki durumu aşağıdaki tabloyla özetleyebiliriz.
1
|
2
|
3
|
4 (3 vs 1)
|
5 (3 vs 2)
|
|
2017
|
29.11.2018
|
5.12.2018
|
Değişim %
|
Değişim %
|
|
Brezilya (Real)
|
3,3125
|
3,8526
|
3,8493
|
16,2
|
-0,1
|
Endonezya (Rupiah)
|
13,5550
|
14,3830
|
14,4215
|
6,4
|
0,3
|
Hindistan (Rupee)
|
63,8725
|
69,8500
|
70,5488
|
10,5
|
1,0
|
G. Afrika (Rand)
|
12,3828
|
13,6684
|
13,7757
|
11,2
|
0,8
|
Türkiye (TL)
|
3,7872
|
5,1642
|
5,3864
|
42,2
|
4,3
|
Türkiye (TL) Hariç Ortalama
|
11,1
|
0,5
|
Buna göre TL, bugün itibariyle
Dolara karşı Kasım sonuna göre yüzde 4,3 ve yılbaşına göre yüzde 42,2 değer
kaybetmiş görünüyor. Diğer ülke para birimlerinin son 4 günde Dolara karşı
değer kaybı ortalaması ise yüzde 0,5.
Son 4 günde üstelik enflasyon
oranının beklentilerin çok üzerinde bir düşüş sergilemesine karşın TL ne oldu
da Dolara (ve diğer paralara) karşı değer kaybetmeye başladı? Bunun yanıtı
birkaç farklı gelişmeye bakılarak verilebilir: (1) Yılsonunun yaklaşması
nedeniyle TL riskini daha fazla taşımak istemeyen yabancıların döviz talebi
kurun yükselmesinde etkili oluyor. Her yıl Noel tatili öncesi yani Aralık
ortalarında yaşanan bu gelişme bu yıl TL’nin geçen yıllara göre daha riskli
görülmesi sonucu Aralığın ilk haftasına çekildi. (2) Enflasyondaki büyük düşüş,
geçmişte yaşanan uygulamaların hatırlanmasına ve Merkez Bankasının faiz
indirimi yapabileceği beklentisine yol açtı. (3) Daha önce düşürülmüş bulunan
faiz gelirleri üzerindeki stopaj kesinti oranının Aralık başında yeniden
yükseltilmiş olması. (4) Katar’ın OPEC’ten ayrılma kararı ve İran’ın Hürmüz
Boğazını kapatma tehdidini tekrarlaması düşmekte olan petrol fiyatlarının
yeniden yükselişe geçmesine yol açtı. Bu, Türkiye’nin cari açığına olumlu katkı
yapacak olan bir gelişmenin tersine dönmesi olasılığını ortaya çıkardı. (5) Çin
ile olan ticaret savaşlarına 3 ay ara verilmesi kararından sonra Doların az da
olsa değer kazanması (Dolar Endeksi 96,78’den 97,13’e yükseldi) TL’nin değer
kaybına yol açan bir başka neden oldu. (6) Bu tabloları incelediğimizde
görülüyor ki TL her iki yönde de en çok etki altında kalan para birimi. Negatif
ayrışmada da pozitif ayrışmada da hep en önde gidiyor. Son dönemde oluşan bu
imaj da TL’nin hızlı değer kazanması ve kaybetmesinde etkili oluyor.
Stagflasyona Çeyrek
Kaldı / 10.12.2018
TÜİK, üçüncü çeyrek büyüme
verisini yüzde 1,6 olarak açıkladı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış
olarak bakıldığında üçüncü çeyrekte ekonomi yüzde 1,1 küçülmüş görünüyor.
Üçüncü çeyrek büyümesine üretim
kesimlerinin katkıları açısından bakarsak bütün kesimlerde geçen yılın üçüncü
çeyreğine göre gerileme olduğunu görüyoruz. Tarım, ormancılık ve balıkçılık
kesiminin katkısı yüzde 1 (geçen yıl yüzde 3,6 idi), sanayi kesiminin katkısı
yüzde 0,3 (geçen yıl yüzde 15,4 idi), inşaat kesiminin katkısı yüzde – 5,3
(geçen yıl yüzde 18,8 idi), hizmetler kesiminin katkısı yüzde 4,5 olarak
gerçekleşmiş (geçen yıl yüzde 21,8 idi.)
Üretimde böyle bir gerileme
olduğunun sinyallerini son dönemlerde sanayi üretimindeki hızlı düşüş ve imalat
sanayii kapasite kullanım oranında görülen düşüşten alıyorduk. Geçen yılın
üçüncü çeyreğinde yüzde 78,8 olan kapasite kullanım oranı bu yılın üçüncü
çeyreğinde yüzde 77’ye gerilemiş durumdaydı. Bu gerileme bize üretimde ciddi
düşüş olduğunu gösteriyordu.
Üçüncü çeyrek büyümesine
harcamalar yönünden baktığımızda benzer bir görünümle karşılaşıyoruz. Bu açıdan
GSYH’nin en büyük bileşeni olan hanehalkı tüketim harcamaları kaleminin büyüme
oranı yüzde 1,1 görünüyor. Geçen yıl aynı dönemde bu kalemdeki büyüme oranı
yüzde 10,3 idi. Öte yandan büyümeye önemli katkı yapan yatırım harcamalarının
bu çeyrekte yüzde 3,8 eksi çıktığına da dikkat etmek gerekiyor. Bu oran geçen
yıl yüzde 12,8 artı idi.
Tüketim ve yatırım harcamalarında
ya da kısaca talepte böyle bir düşüş olduğunu da dolaylı vergilerin gidişinden
görüyorduk. İlk 10 ayda dahilde alınan KDV artışı yüzde 10 ile enflasyonun çok
gerisinde kalırken, ÖTV artışı yüzde 0,1 ile enflasyon oranı kadar azalmış
durumdaydı. Bu iki verginin tahsilat durumu iç talepte nasıl bir gerileme
yaşadığımızı ortaya koyan en önemli iki gösterge olarak karşımızda duruyordu.
2017 yılı başından itibaren
çeyrekler itibariyle büyüme oranlarını aşağıdaki tabloda gösterelim (Kaynak
TÜİK)
Yıl / Çeyrekler
|
Büyüme (%)
|
2017 1. Ç
|
5,3
|
2.Ç
|
5,3
|
3.Ç
|
11,5
|
4.Ç
|
7,3
|
2018 1. Ç
|
7,2
|
2.Ç
|
5,3
|
3.Ç
|
1,6
|
Tablodan görüleceği gibi bu yılın
üçüncü çeyrek büyümesi son 7 çeyreğin oldukça gerisinde kalıyor.
Bu tabloyu iki yılın üçer aylık
dönemlerini karşılaştıran bir grafik haline getirirsek şöyle bir grafik elde
ederiz.
Görüleceği gibi 2018 yılında
ekonomi, 2017 yılına göre çok farklı bir eğilim içinde bulunuyor. Bununla
birlikte bu gidişin bu şekilde olacağının sinyalleri 2017 yılının son
çeyreğindeki dönüşten anlaşılabiliyor.
Şimdi de aynı verileri birbirine
ekleyerek bakalım.
Grafik bize 2017 yılının son
çeyreğinden başlayarak baş aşağıya giden bir büyüme görünümü veriyor. 2018
yılının ilk çeyreğinde görülen duraklama dışında ekonomi sürekli bir gerileme
içinde görünüyor.
Üçüncü çeyrek itibariyle Türkiye
ekonomisi stagflasyona (durgunluk içinde enflasyon olgusu) çok yaklaşmış
durumda. Son çeyrek için tahminler eksi büyümeye işaret ediyor. Bu eğilim devam
ederse Türkiye, önümüzdeki iki çeyrekte slumpflasyon (enflasyon içinde küçülme)
olgusunu yaşayabilir.
Hocam size bir sorum olacaktı 1970 yılında olumlu petrol şoku yaşansaydı etkileri ne olurdu? Cevaplarsanız çok sevinirim şimdiden teşekkürler.
YanıtlaSilÇok spekülatif bir soru ama sanırım balonlar o zaman başlardı şişmeye.
SilHocam iyi günler son sınıf ingilizce iktisat öğrencisiyim.Yazılarınızı hergün kontrol ederim.Son noktasına kadar okuyup ekonomi bilgilerimi sayenizde güncelliyorum.Analiz yeteneğim de bir o kadar gelişiyor.Anadolu üniversitesindeki konferansınızı da kaçırmadım 2 saat öncesinden gelip katılım sağlamaya özen gösterdim.Öncelikle sizin gibi değerli bir insana teşekkürlerimi sunuyorum.Yakın zamanda mezun olacağım.Bununla ilgili birkaç soru sormak istiyorum.Aklımda birkaç plan var ama sizin fikirlerinizi de almak istiyorum.Mezun olduktan sonra kamu kuruluşlarını mı tercih etmeliyim yoksa özel sektör kuruluşlarını mı ? Bu kurum ve kuruluşlarda hangi pozisyonları seçmeliyim ? Şimdiden teşekkür ederim :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
SilBu tamamen sizin tercihinize kalmış bir şey. Ben kamu kesimini seçmiştim. İkisinin de kendisine göre üstün ve zayıf yanları var. Kamuda mesela vergicilik ileride bir meslek sahibi olmak için iyi bir tercihtir. Hangisini seçerseniz mutlaka yan konuları (muhasebe, hukuk, finans) öğrenmeye çalışın. Kendinizi çok yönlü yetiştirin.
Koca bir kitabın özeti niteliğinde. Kaleminize sağlık. Bu kadar uğraşıyorsunuz, ben okurken yoruldum ama okudum inşallah herkes okur bişeyler kapar.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Sevgiler, iyi yıllar.
Sil2019 da Bankaların batma ihtimali yüksekmi sizce hocam?
YanıtlaSilReel sektörün performansına bağlı.
SilAllah razı olsun hocam! Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilAilenizle torunlarınızla nice mutlu yıllar dileriz.
Çok teşekkür ederim.
SilBen de sizlere ailenizle ve sevdiklerinizle iyi, mutlu, sağlıklı yıllar dilerim.
Hocam iyi çalışmalar diliyorum. Mali ekonomik krizlere hükümetlerin ve şirketlerin bilanço makyajlamalarının sebep olduğunu düşünüyorum. Hükümetler mali sorunu çoğunlukla iç veya dış borçlanma,vergi veya para basarak halka fatura ederek çözmeye çalışır. Şirketlerde durum biraz farklı iflas erteleme ile(konkordato) hakedişleri alacaklı şirketlere anlaşma sağlanana kadar ödemeyerek zaman kazanır. Tabi bu durumda daha önce zorda olmayan şirketlerde alacaklarını alamayınca zora girmeye başlar ve bu salgın hastalık gibi büyüyerek krizi derinleştirir.Bilanço makyajında en önemli oyun aktifler(alacaklar) kısmındadır. Çünkü yükümlülükler(borçlar) bu günü ifade ettiğinden kaçış yok gibidir.Alacak çoğu zaman geleceği ifade ettiğinden göz boyaması kolaydır. Hükümetlerde şirketlerde denetim ve danışma hizmetlerini para karşılığı kendileri seçerek yaptırdıkları için bilanço makyajı hastalığı hep devam eder ve mali krizler olur.İşin garibi yapılanların çoğu suç kapsamına girmez kabahat gibi kabul edilir idari cezalarla geçiştirilir olan dürüstlere olur. Bu gelişmiş ekonomilerde az olmakla birlikte dünyanın tamamında var olan bir sorundur. Hocam bu sorunun çözümü için bir önerim var. Modelimin adı 'piramit'.Herhangi bir sarsıntıda en dayanıklı yapı modeli olduğu için bu ismi verdim. Modelime göre devletlerin veya şirketlerin bilançolarındaki oyunun en az olduğu yükümlülükler kısmı risk guruplarına göre zorunlu olarak sigortalansın.(döviz cinsi en yüksek primli olmak üzere, TL, mal ve hizmet yükümlülüklerinin tamamı) Toplanan sigorta pirimleri bir fona aktarılsın fonuda hükümetin gözlemci fonksiyonuyla fon paydaşları (Tüsiad, tobb gibi) seçim yoluyla piramidi yönetsin. Yükümlülüklerini yerine getirmeyen şirkete veya hükümete kriz derinleşmeden yardım etsin. (Şirketler için faaliyet karı sermayesine göre iyi durumda ise kurtarsın değilse hakedişleri ödeyip, iflasını kabul etsin.)Yükümlülüklerini yerine getiren hükümet ve şirketlerde her yıl hasarsızlık indirimi ile(%10) primlerini ödeyerek mükafatlandırılsın.Bu indirim her hasarsızlık yılı için uygulansın, %70'e kadar sigorta piriminde kolaylık sağlansın. Bu modelde yükümlülük arttıkça sigorta pirimi zorunlu olarak artacağından hükümetler ve şirketler daha dikkatli borçlanacaktır. Daha önemlisi yangın küçükken söndürülecektir. Fon hükümetlerin kontrolünde olmayacağı için politize işlerede girmez. Böylece krizler daha küçük boyutta ve yönetilebilir hale gelebilir.
YanıtlaSilSaygılarımla.
Selam Ali Bey,
SilSize somut örnek vereyim.
2015 sonuydu Türkiye'deki firmalarımı kapadım,
tüm gayrimenkullerimi sattım, Türkiye dışına çıktım.
2015 sonunda maliyeden aldığım şirketlerim ve şahsım için borcu yoktur yazıları vardı,
yeminli mali müşavirle ticaret yaptığım tüm firmalar ile alacak verecek
mutabakatı yaptım, Türkiye'den çıktım.
Maliye, 2012 yılında iş yaptığım bir firmadan dolayı bazı faturalarımı iptal etmiş,
uzun lafın kısası 200 bin TL borçlandırmış.
Faizle beraber şimdi borç olmuş 398bin TL. Bu alacak kaleminde maliye tarafında.
Şahsi vergi borcum çıkmış sonradan, 131 bin TL görünüyor, edevlette,
Avrupa yakasında ofis yerim vardı, kiracı kirayı ödemedi(mahkeme ile 1 yıla yakın uğraştım çıkarmak için) elektriği üzerine almamış, adıma görünüyor, Bedaş a telefonla kaç kere bildirdim, şahsen Bedaş binasına gelin, isminizi öyle kayıttan silebiliriz başka türlü olmaz dediler, farklı şehirdeyim imkan yok dilekçe göndereyim noterle filan dedim, yok dediler. Neyse, Bedaş elektriği kapatmış, kiracı tekrar açmış, ofisi sattığım kişi başkasına kiraya vermiş, onlar da elektriği benim üzerimden kaçak kullanmaya devam etmişler, derken Bedaş bana hem kaçak kullanım hem elektrik için dava açmış haberim bile yok, e-devletten gördüm. (Evlilik programı hikayeleri gibi oldu ama fiili durum bu.)
Telekom, 16 şirket hattını bizzat merkezine gittim kapattım (diye biliyorum), kapatmamış, benim şirketleri kapattığım tarihten sonrası için faturalar kesmiş (büyük ihtimalle hattı görüşmeye kapattılar, ama fatura işlettiler, detayını hiç bilmiyorum, ilgilenmedim, e-devletten gördüm) 5-6 bin TL.
Büyük bir haber ajansı(zaten 2 taneler) kurumsal üyeliğimiz vardı, 2015te arayıp aboneliği kapatın dedim, bunlar sözleşmemiz yıllık bazda, sözleşme yenileme tarihinden bir ay önce yazılı bildirin dediler, şirket kapanana kadar 3 ay ek ödeme yaptık, şirketi kapatıyoruz diye eposta attık, fatura kesmeye devam etmişler, sözleşme yenileme tarihinde güncel fiyat ile 2016 da bir yıl daha uzamış, aylık paralar bir kaç ay sonra gelmeyinca kafaları dank etmiş, 2016-2017 yılı sözleşme bedeli de dahil, mahkemeye vermişler, yine e-devletten öğrendim, ne oldu bilmiyorum(icralık olmuşuz olmasına da mahkemeler hep duruşma tarihi verip duruyormuş e-devlete göre). Toplam bedel 30 bin TL üzerinde.
2015'te gayrimenkulleri satarken, oturduğum ev için, kurumsal bir emlak firması ile anlaşma yaptık, adamlara defaatle dedim, bakın sizden önce haber verdiğim insanlar var, onlardan biri alırsa size komisyon vermem, isimlerini de vereyim dedim, emlak firması sorun olmaz dedi ama kurumsal firmayız, sözleşme maddelerini değiştiremeyiz dediler. Çaresiz iyi dedim.
Evi tanıdığım kişi aldı, bunlara dedim, iş bizim mahalle emlakçısından çıktı, İstanbul Merkezinden avukatlar alacak-verecek yüzde 6 kaybettik, bize borcun 40 bin dediler. (Onlar da mahkemeye vermiş, e-devletten gördüm)
İş yaparken çalıştığım kurumsal firma (Koç Holding'in bir firması), nasıl olduysa, TL bazında hesaplarımız mutabık iken dolar bazında bakiyeden 3000USD, bizi borçlu çıkarmış. Sürekli alım satım yapıyoruz, kur farkları olur. 2016 yıl başı ya da ortasında haberdar! olmuşlar. Onlar da icra filan yapmışlar, mahkemelik olmuşuz (e-devlete göre).
Uzun lafın kısası;
yukardaki hiç bir dava için (personel davası hariç) avukatım yok, ülke dışında olunca davalardan haberim bile olmadı.
Tüm bu borçlar birilerinin (ve devletin) alacak hesabında,
karşılığında olan meblağ;
Türkiye'deki tek hesabım Garanti Bankasındaki 6.42 TL.
(Hesaba da hepsi haciz koymuş, internet şubesinde bakiye 6.42 TL,
kullanılabilir bakiye 0.00 TL)
Ne diyem, Mahmut mu diyem? Adalet mi diyem?
Önce biz borcu yazalım, sonra sen borçsuz olduğunu ispatla düzeni.
Çok haklısında işsizlik fonunda 200 milyar tl para olması gerekiyo acaba açıp hesaba baksan o fonda kaç para vardır. Bizde fon işi yalan.
SilMerhaba hocam, size bir sorum olacaktı? Türkiye’nin ekonomik durumuna dair yapısal ve güncel sorunları nelerdir?
YanıtlaSil2 yıldır bu blog da o sorunlar anlatılıyor...
SilYıl sonu derlemesi güzel olmuş, bilgiler için teşekkür eder, devamını sabırla bekleriz.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilYeni yılın ilk çeyreğinde muhtemelen daha az yazmak durumunda olacağım. İki ayrı kitap üzerinde çalışıyorum, onları peş peşe yayınlamak istiyorum.
hocam bu kadar konsantre bilgiyi objektif sekilde ücretsiz olarak bizlere sunuyorsunuz. Tesekkurler.👌
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Silhocam 2018 faiz giderlerinin/gsyh oranı ne
YanıtlaSilHocam temponuza yetişemiyoruz, yoksa enerji içecegi mi kullanıyorsunuz��. Emeğiniz için binlerce teşekkürler ve şimdiden iyi yıllar.
YanıtlaSilhocam metin akpınar olayı için ne düşünüyorsunuz... sizce yanlış cümleler mi kullandı
YanıtlaSilHocanin cevabi belli
SilKisi ve Kisiler hakkinda onlarin eylemleri davranislari fikirleri hakkinda yorum yapmiyorum.
Metin Akpınar'ın konuşması sırasında değindiği Eigen Ionescu'nun Gergedan adlı eserini okumanızı öneririm.
SilUstad, kisiler hakkinda ve kisilerin soylemleri fikirleri hakkinda olumlu olumsuz yorumlarda bulunmuyor.
SilHocam yanlis olani soyleyin ne olacak
Silhocam, son 15 yılda aşırı boyutta özelleştirme yapıldı. ekonomide kamu hacmi %18 lere kadar geriledi. iktisadi aktivasyonlar aşırı derecede özel sektörün üzerine verildi. abd a.b gibi kapitalizmin kalesi olan ülkelerde bile kamusal ekonomi hacmi genel ekonomilerinin ortalama %36 larına eşitken bizde bunun yarısına inmesi kamusal harcamaların ekonomide büyüme etkisi yaratma kapasitesini ciddi derecede düşürmektedir. mesela özel sektör aşırı borçlu ve yüksek finansal kaldıraçlı çalışmaktadır. artık büyümeden fedakarlıklar yapılmayacaksa kamusal genişlemeler yapılacak ve doğal olarak da 2001 öncesi gibi bütçe açığına dayalı büyüme dönemine tekrar geçmiş olacağız. ancak eskiden bütçe açığına dayalı büyürken kamu ekonomimiz büyüktü. şimdi ise ciddi derecede küçültülmüş durumdadır. dolayısıyla 2019 yılı için muhtemelen kamusal harcama artışlarına dayalı büyüme çabasının görüleceğini düşünüyorum özellikle ilk dört ay boyunca. ancak bunun istenilen boyutta büyüme ve istihdam sağlamasının zor olduğunu ayrıca kur ve enflasyon üzerinde yükseliş baskıları oluşturabileceğini düşünüyorum. hocam yanılıyor muyum?. yanılıyorsam eğer yanıldığım nokta veya noktalar nelerdir kısaca aydınlatırsanız sevinirim. yeni yılın size ve ailenize sağlık, mutluluk ve huzur getirmesini temenni ediyorum.
YanıtlaSilelinize sağlık hocam
YanıtlaSilTeşekkürler
SilHocam size aklıma takılan bir konuyu sormak istiyorum 2 çalışan düşünelim ikiside işe 1000 tl maaş la giriyor 1. İşçiye işveren 6 ayda bir %10 zam vercem diyor ikincisine ise her yıl %20 zam vercem diyor 1. İşçinin yerinde mi olmak isterdiniz yoksa 2. İşçinin mi?
YanıtlaSil1'inci işçi. Çünkü ikinci işçi 12 ay boyunca 1100 TL alır zamlı olarak. Yılda 1100 x 12 = 13.200 TL eder. Oysa ilk işçi ilk 6 ay 1100 TL x 6 = 6.600 TL, ikinci 6 ay (1100 x 1,10 =) 1112 TL x 6 ay = 6.672 TL olmak üzere toplam 13.272 TL almış olur.
SilMerhaba hocam. 1997 asya krizine benzeyen krizler ne konularda hangi durumlardan dolayi benziyor açıklayabilir misiniz acaba. Final sınavında bu konudan sorumluyuz da.
YanıtlaSil1997 asya krizine benzer krizler çoğunlukla ;1- sabit kur rejimi uygulayıp yani ulusal para birimlerini belli bir para birimine çıpalayıp, çıpalanan para biriminin değerlenmesi nedeniyle ulusal para biriminin de hızla değerlenmesi sonucunda giderek dış ticaret açığı ve buna paralel olarak da cari işlemler açığı vererek artan oranlarda dış finansman gereksinimi duyar hale gelmeleri. 2- finansal kaldıraca aşırı yüklenmeleri. 3-mali sistemlerinin sermaye yeterliliğinin yüksek rasyolarda olmaması. 4-sermaye dağılım mobilizasyonunun optimal olmaktan uzaklaşması. 5-kamu bütçe açıklarının kontrolsüz büyümesi. 6- borçlanma artış oranının özellikle de dış borçlanmanın giderek makro iktisadi büyüme ortalamasının üzerine çıkması. 7- ulusal paranın çıpalandığı para biriminin faizlerinde ve amortismanında yani enflasyonundaki değişimlerin ulusal para birimi üzerinde yarattığı devalüasyon baskısı 8- net döviz rezervlerinin yetersizliği nedeniyle kur şoklarına fazlasıyla açık olunması. ancak bu krizden sonra söz konusu bu ülkeler iktisadi paradigmalarını ciddi biçimde değiştirmiş bulunuyorlar. hangi kur modeli uygulanırsa uygulansın üretim tabanlı bir iktisadi organizasyon zinciri oluşturulmadan krizden krize yaprak gibi savrulacaklarını anlamışlardır. büyük köprüler,gökdelenler, sürekli ve yoğun betonlaşma yerine ar-ge ye know-how a marka yaratmaya ve katma değeri yüksek dış dünya ile ciddi olarak rekabete girişebilecekleri alanları belirleyip o alanlarda uzmanlaşarak maliye politikalarını güçlendirerek ve tasarruf-yatırım dengelerini sıkı sıkıya gözeterek büyüme çalışıp başarmışlardır. artık cari fazla vererek büyüme yapısallığına kavuşmuşlardır. bu konuda cem kozlu nun asya mucizesi isimli bir kitabı da mevcuttur. bulabilirseniz okuyabilirsiniz. ben aradım maalesef bulamadım. özellikle g.korenin eğitime büyük yatırımları mevcuttur. üniversiteler ile iş dünyası arasında sağlam köprüler kurulmuştur. planlı bir modelle başarıya ulaşmışlardır.
SilHocam merhaba, şu anda sizin Maliye kitabınızı okuyorum, kafamı kurcalayan bir soru oldu ve yanıtını bulamadım.
YanıtlaSilGelir vergisinin ülkemizde artan oranlı uygulanmasını gelir dağılımının bozulmaması gibi bir amacı var. Aynı şekilde artan oran neden Kurumlar Vergisinde yok acaba? Sonuçta Kurumlar da her ne kadar tüzel kişi olsalar da bunların da sahipleri var ve gelir dağılımını firmalar daha çok bozmuyorlar mı, servetin çoğuna kişiler değil firmalar sahip sonuçta. Yani menkul sermaye iratlarının da artan oranlı olması anlaşılabilir ancak Kurumlar Vergisi %22 kaldıkça ve artan oranlı olmadıkça servetin tüzel kişilerde toplanacak olması çok bariz değil mi?
Saygılarımla
Saygıdeğer hocam sizin bugün 2019 da doların 7,5 tl olacagina dair beyaniniz yayınlandı sizce bu ongorunuz secimlerden once başlar mı?Saygılar sunuyorum
YanıtlaSilBöyle bir beyan yok. Tamamen yanlış yorumladıkları bir sunum parçası üzerine böyle bir tahminim olduğu yazılmış.
SilMahfi hocam vereceğiniz cevabı çok merak etmekteyim:
YanıtlaSilTyrell Corporation'ı duymuş muydunuz?
Kıymetli Hocam."Muhteşem" bir klâsik müzik dinleyicisi olduğunuzu bizlerle paylaşmanızdan cesaret alarak bir soru yöneltmek istiyorum.Lutfedip cevaplarsanız çok sevinirim. Dinlediğiniz zaman;Vivaldi'den mi,Paganini'den mi daha çok zevk alırsınız?
YanıtlaSilHocanın 2019 yılı için dolar 7.5 tl olacak gibi bir beyanı yok. Burada bir çarpıtılma yapılmış. Zaten Mahfi hoca kendisi Twitter'da açıkladı durumu. 2018 yılı herkes için zor bir yıldı. Umarım 2019 yılı böyle olmaz ve ekonomimiz düzelme emareleri gösterir.
YanıtlaSilHocam Akbank in 4.99 dolar satışı fiyaskosu sermaye artirimi kararı ve karşılık alamaması durumunda batışı kesinlesirmi akbankin stres .testi neden aciklanmaz yoksa sabancı bankanın içinmi boşaltıyor fikriniz nedir
YanıtlaSililgiyle takip ediyoruz. kaleminize sağlık.
YanıtlaSilYazılarınızı çok beğeniyorum blogunuzda hemen hemen okumadığım göz atmadığım bir yazınız yoktur.
YanıtlaSilHarika bir paylaşım, severek takip ediyorum sizi. Teşekkürler.
YanıtlaSilBu yazı için size teşekkür ederim.
YanıtlaSilÇok eski bir konu olmasına rağmen yinede bazı durmlar için işime yaradı, teşekkürler Mahfi Bey.
YanıtlaSilhttps://masaloku.com.tr/
Değerli yazınız için teşekkür ederim.
YanıtlaSilAYT-TYT 2021 Taban Puanları ve Başarı Sıralaması YKS 2021 Taban Puanları ve Başarı sıralaması, Üniversite Taban Puanları
YanıtlaSil