Düyun-u Umumiye
Düyun-u Umumiye-i Osmaniye
Varidat-ı Muhassasa İdaresi (Türkçesi; Osmanlı Genel Borçlarına Tahsis Edilmiş Gelirler
İdaresi) 1872 ile 1939 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun dış
borçlarını denetleyen kurumun adıdır. Kısaca Düyun-u Umumiye olarak
anılır.
Osmanlı İmparatorluğu ilk dış
borçlanmasını Kırım savaşına finansman bulabilmek için 1854 yılında yaptı. Bu
yıldan 1874 yılına kadar geçen 20 yıllık sürede 15 ayrı dış borçlanma yapıldı
ve toplamda 239 milyon lira borçlanıldı. Bu sürenin sonuna gelinirken Osmanlı
İmparatorluğu alınan borçların anaparası bir yana faizlerini bile ödeyemez
aşamaya geldi. Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu bir kararname yayınlayarak
vadesi gelen borçların yarısını ödeyeceğini açıklayan bir çeşit moratoryum ilan
etti. Ne var ki bu söze de uyulamadı. 1877 – 78 Osmanlı – Rus savaşıyla (93
harbi) birlikte imparatorluk dış borçlarının yanı sıra Galata bankerlerinden
almış olduğu iç borçları da ödeyemeyeceğini açıklamak zorunda kaldı.
Moratoryum ilanının ertesinde
Osmanlı İmparatorluğu alacaklılarıyla anlaşmaya gitti. Anlaşma son derecede
ağır koşullar taşıyordu. 1879'da damga, alkollü içki,
balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar
karşılığı olarak alacaklılara bıraktı. Bu işlemleri yürütmek üzere bir Rüsum-u
Sitte İdaresi kuruldu. Resim ya da çoğulu olan rüsum, damga vergisi gibi
dolaylı vergileri ifade ediyor. Sitte ise altı anlamına geliyor. Altı adet
geliri kapsadığı için idareye bu ad verilmişti.
Dış
borçlardan alacaklı Avrupa devletleri yalnızca Galata bankerlerine olan iç
borçlar için böyle bir idare kurulmasına tepki gösterdi ve 1881’de damga, alkollü içki, balık
avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin tüm geliri iç ve dış borçlara
ayrıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu bazı gelirlerini doğrudan borç
ödemelerine tahsis etmek zorunda kalmış oluyordu. İş bu kadarla da bitmedi.
Yabancı devletler iç ve dış borçların ödenmesinde kullanılmaya ayrılan bu gelirleri
toplama ve alacaklılara ödeme görevinin de Osmanlı devletinden ayrı bir idare
kurularak ona devredilmesini istediler. Hükümet yabancı devletlerin baskılarına
dayanamadı ve 20 Aralık 1881’de yayınladığı Muharrem Kararnamesi ile Rüsum-u
Sitte İdaresi’ni kaldırarak yerine Düyun-u Umumiye İdaresi’ni kurdu. 1882
yılında çalışmaya başlayan Düyun-u Umumiye’nin idare meclisi biri İngiliz ve
Hollandalı borç verenlerin, biri Fransız, biri Alman, biri Avusturyalı, biri
İtalyan borç verenlerin, biri ayrıcalıklı tahvil sahiplerinin temsilcilerinden
ve biri de Osmanlı tebasından olmak üzere 7 kişiden oluşuyordu. İdare binası
bugünkü İstanbul Erkek Lisesi binasıydı. Düyun-u Umumiye İdaresi bu gelirleri
toplayarak iç ve dış borçların alacaklılarına ödemeye başladı.
Düyun-u
Umumiye İdaresi, Osmanlı İmparatorluğunun bağımsız bir devlet olarak maliyesini
yönetme, vergi koyma ya da kaldırma, vergi oranlarını değiştirme gibi
hükümranlık haklarının bir bölümünü elinden almış oluyordu. Düyun-u Umumiye
İdaresi bu vergileri toplamakla kalmadı, bir süre sonra sanayi ve ticaret
alanında yatırımlara da girişmeye başladı. 1912 yılı itibariyle Maliye
Bakanlığında 5500 memur görev yaparken, Düyun-u Umumiye İdaresi’nde 9000 memur
çalışıyor, Osmanlı İmparatorluğu’nun gelirlerinin yaklaşık üçte biri bu idarece
tahsil ediliyordu.
Kurtuluş savaşı sırasında Ankara hükümeti Düyun-u
Umumiye İdaresinin topladığı bütün gelirlere el koydu. Lozan Antlaşmasıyla bu
kurumun işleyişine son verildi. Osmanlı borçları Lozan’da imparatorluğu
oluşturan ülkelere paylaştırıldı. En büyük pay Türkiye Cumhuriyeti’ne düştü.
Türkiye, Osmanlı borçlarının geri ödenmesini ilk borcu aldığı 1854 yılından tam
100 yıl sonra 1954 yılında tamamladı. Osmanlı borçlarının tasfiyesi Türkiye
Cumhuriyeti’nin 30 yılına mal oldu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun batış öyküsü aslında Kanuni
Sultan Süleyman’la başlar. Batıştaki ilk adım 1535 yılında Kanuni tarafından
Fransızlara tanınan kapitülasyonlardır. Kapitülasyonlar sonradan genişletilerek
neredeyse bütün Avrupalılara tanınmak zorunda kalındı. İmparatorluğun sanayi ve
ticaret alanındaki batışının başlangıcı kapitülasyonlarsa finansal anlamda
batışının başlangıcı da 1854 tarihli dış borçlanmadır. 1882’de faaliyete geçen
Düyun-u Umumiye yönetimi ise bu batışın tescilinden ibarettir.
Cumhuriyetin ilk kuşaklarının dış borçlanmadan uzak
durmasının en önemli nedeni 1954 yılına kadar ödemesi sürmüş olan Düyun-u
Umumiye borçlarıdır.
Osmanlı’dan devralınan borçlar ve ödemesi için bkz:
Başvekil oldum Lord Curzon'un sözünü hatırımdan çıkarmam. Lord Curzon ve Amerikan murahhası üçümüz oturuyorduk. Lord Curzon -Mudahaleden (Lozan) memnun ayrılmıyoruz- dedi. -Harap bir memleket alıyorsunuz. Bunu imar etmeyecek misiniz, bunu neyle nasıl yapacaksınız? Para bir bunda var bir de bende, geleceksiniz diz çökeceksiniz para isteyeceksiniz, reddettiklerinizin hepsini cebimden çıkarıp size göstereceğim- dedi. Bunu devleti idare ettiğim sürece aklımdan hiç çıkarmadım. İsmet İNÖNÜ...
YanıtlaSilLozan'da cep'te bırakılan istekler zaman içerisinde borç sarmalına sokulduktan sonra galiba bir bir cepten çıkıyor... Osmanlı'da aynı tuzağa düşmüş ve/veya düşürülmüş... Hatta Fransa elçisini, Osmanlı'ya borç verme hususunda başarısız bulduğu için görevden almıştır...
Saygılarımla,
Düyun-u Umumiye'nin ne olduğunu arada bir hatırlatmak gerekiyor. Aksi takdirde Düyun-u Umumiye'nin bir devlet başarısı olduğuna ilişkin şehir efsaneleri alıp başını gidiyor.
SilÇok nitelikli bir yazı.Teşekkür ederim.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
Silhocam, o zamanlar merkantalistler ithalatı resmen yasaklarlarken, komşusu aç iken yatan bizden değildir ve bir hırka bir lokma anlayışları gerekceli osmanlı da da ihracat kisitli idi diye hatırlıyorum. yanlışsam düzeltin.
YanıtlaSilKesinlikle doğru. İhracatı kötü olarak görüp ithalatta kapitülasyonlar vererek olaydan kopmuş Osmanlı.
Silvay be Cumhuriyet ne hoşmuş hakikaten ne büyük işler başarmış..30 yılda Avrupa ile aramızdaki gelir farkını 9 kat dan 3 e düşürürken aynı dönemde milli gelirin % 65 i kadar büyük bir borcu da temizlemiş.bir de çamur atarlar Cumhuriyet Türkiyesine yuh olsun alayına.Bu yazınızda kapak olsun hepsine.
YanıtlaSilYazımız kimseye kapak olmasın. Tarafsız gözle bakmadan gerçekleri görmenin mümkün olmadığı anlaşılmış olsun yeter.
Silkanunı kaputülasyonları fransızları vermıstır dogrudur. yalnız tarafların birinin ölumu ile anlaşma bozulacaktı. stratıjık hatalar bılgıden uzaklık osmanlıyı cokertmıstır nacızane kanaatım. almanya ıkıncı dunya savasından sonra cok cabuk gelısmıs ulke olmustur. bızde canakkalede sehıt oların bır cogu okumus tahsıl gormus kısılerdı kalanlarda cahıl bılgısız kısılerdı.
YanıtlaSilDoğrudur bunlar hep bütünün parçaları.
SilKanuniden başlayan çöküş öyküsü tamamen uydurma bir tarih. Ayrıca ilk kapitülasyonları Osmanlı ticaret merkezlerini kontrolünde tutmak için vermiştir.
YanıtlaSilEvet şimdilerde Osmanlı'yı yüceltmek için bu tür uydurma iddialar yaygın biçimde ortaya atılıyor. Her yanlışın her hatanın bir izahı vardır kuşkusuz. Son dönemlerde Düyun-u Umumiye'nin de Abdülhamit'in barışı yaşatabilmek, İstanbul'un işgalini önlemek için kabul ettiği bir yönetim biçimi olduğu ve bunun onun büyük başarısı olduğu öne sürülüyor. Bazıları daha da ileri gidip Osmanlı'dan borç devir alınmadığını öne sürüyor. Üstelik bunları 1954'e kadar olan eski bütçeleri ve kesin hesap kanunlarını Maliye arşivlerinde bizzat incelemiş olan benim yanımda söylüyorlar. Buna ek olarak Düyun-u Umumiye dışında kalan Osmanlı tahvillerine ilişkin olarak 1989 yılında benim de Hazine'de görev yaptığım sırada getirilen bir Osmanlı tahviline ilişkin borç ödenmiştir.
SilAma benim söylediğimle sizin cevabınizin iliskili degil.Ben kanuni döneminden bahsediyorum siz duyunu umumiyeden. Duyunu umumiye vergi gelirlerine el koyan ikinci bir maliye bak. niteliğindeydi.borcların ödenmesi 100yıl sürdü. Fakat bunların kanuni zamandaki kapitulasyonlarla alakası yok.
SilMerhabalar Hocam
YanıtlaSilYazınız için teşekkürler bir düzeltmede bulunmak istedim. Murat Bardakçı'nın Tarihin Arka Odası programını izlerken canlı yayına Eski Ekonomi Bakanı Güneş Taner katıldı ve Duyun-u Umumiye borçları 1954 te değil 1997 Kasım ayında bittiğini hatta borçları bitiren son imzayı kendisinin attığını söyledi. Tekrardan teşekkürler
Osmanlı'dan kalma iki tür borç var. İlki Düyun-u Umumiye idaresi tarafından yönetilen borçlar. Bunlar Lozan Antlaşmasıyla vadeye bağlanmış ve ödemeleri 1954 yılında bitmiştir. Bir de kişilerin ellerindeki tahviller var. Onlar tedavül etmeye devam etmiş. Ben Hazine'de görev yaparken 1989 yılında bunlardan bir tanesini ödemiştik. Düyun-u Umumiye'nin toplu borçları 1954'de ödenip bittiği için Osmanlı borçları o tarihte tamamlanmış kabul ediliyor. Ama sonradan kişilerin ellerinde kalmış olup vadesi dolanlar böyle gelebiliyor.
SilHocam, tarafsız ve gerçekleri ortaya koyan yazınız için teşekkürler.
YanıtlaSilYazınızı okuduktan sonra bende uyandırdığı fikirler şunlar:
-Ekonomik politikalar sadece parasal konular olmayıp stratejik, politik ve hatta askeri sonuçları olan bir alandır. (Suriye ile savaş, bölgedeki askeri gerilimler vs. hususları ile birlikte iyice düşünülmelidir)
-Ekonomik olgular sadece belirli bir hükümeti, belediyeyi veya şirketi ilgilendiren konular değildir, farklı isimler altında devlet bile kursanız yıllarca yakanızı bırakmaz ve eninde sonunda tahsil edilir.
-Geçmişte olan senaryolar belki aynı şekilde olmasa da farklı isimlerde, farklı çeşitlerde ve biçimlerde tekrar gerçekleşebilir.
-Tarihin olumsuz anlamda tekerrür etmemesi için ekonominizin güçlü olduğu zamanda bile (Kanuni dönemi kapitülasyonları gibi) ufak tefek gibi görülebilecek deliklerin açılmaması gerekir. Sizin döneminizde olmasa bile bunun bedelini çocuklarınız veya torunlarınız ödemek zorunda kalır.
Çok güzel bir özet. Tabii her dönemin kendine özgü koşulları var. Yani eskiden belirli bir sonuç vermiş her şeyin yeniden aynı sonucu vermesi söz konusu olmayabilir çünkü koşullar ve algılar değişiyor. Ne var ki hatadan ders çıkarmak daha akıllıca davranmanın en kestirme yolu.
SilBu anlattığınız olayı bilmiyordum ama bu hikaye bana tanıdık geldi sanki şimdide kanuninin döneminde verilen kapitülasyonların aynıları AB ye verilmiş gibi iç borç yükü de yerinde yakında dış borç yükü de yükselmeye başlarsa acaba ne düşünmek gerekecek?
YanıtlaSilAB ile yapılan anlaşmalar tam olarak kapitülasyonlara benzemiyor. Çünkü karşılığında bizim de aldığımız bir şeyler var. Kapitülasyonlar tek taraflıydı.
SilMerhabalar
YanıtlaSilKanuni döneminde verilen kapitülasyonlar İpek Yolu (Çin'den başlayıp Ortadoğu-Kuzey Karadeniz üzerinden Avrupa'ya giden yol) ticaretinin çökmemesi için alınan bir önlemdir. 15. yüzyıl sonunda Afrika'nın güneyinden Hindistan ve Çin'e ulaşan İspanyol ve Portekizliler İpek Yolu'ndan alınan rantı ele geçirmişti. Akdeniz ticareti de bu noktadan sonra gerilemeye başladı. Sadece Osmanlı değil o dönemin dev ticari ülkeleri Venedik ve Cenova da Afrika'nın güneyinden büyük rant sağlayan İspanyol, Portekiz ve Hollandalılarla rekabet edemediler.
Bundan dolayı Kanuni'nin Fransız tüccarlar yoluyla Akdeniz ticaretini desteklemesi o döneme ait bir ekonomik adım-açılım olarak tanımlanabilir, verilen bir taviz değil. Bundan dolayı borç sorununu Kanuni'den başlatmanızı anakronik ve anlamsız buluyorum.
Subjektif bir yorumla; bugün yabancı yatırımcı, yabancı sanayici, yabancı finans arayışında olmanın gayet normal küresel bir olgu olduğunu belirtmek isterim.
Saygılarımla
Borç sorununu Kanuniden başlatmış olsaydım haklıydınız. Ama bir kez daha okuduğunuzda göreceksiniz ki yazıda sanayi ve ticaretteki çöküş Kanuni ile borç sorunu ise Kırım Savaşının finansmanıyla başlamıştır deniliyor. Bugünkü yabancı sermaye ya da yabancı yatırımıyla kapitülasyonları kıyaslamak da doğru değildir. Çünkü kapitülasyonlar tek taraflıydı. Yani biz hak tanımıştık onlar bize hak tanımamıştı. Oysa bugün biz de oralarda yatırım yapabiliriz. Eczacıbaşının Villeroy and Boch u ve Ülkerin Godivayı alması gibi. Bugünkü uygulamada kapitülasyonlara benzeyen tek uygulama bize kendi ülkelerinde mülk edinme hakkı tanımayan körfez ülkelerine burada mülk edinme hakkı tanıyan yasa maddesidir.
SilMahfi hocam merhaba,
YanıtlaSilİstanbula 3. havalimanı, 3. köprü ve İzmit körfez geçiş köprüsü gibi yap-işlet-devret modeliyle yapılan projeleri düşündüğümüzde, (köprü geçiş ücreti/vergisi gibi) devlet gelirlerinin yerli/yabancı şirketlerle paylaşmak da günümüz Düyun-u Umumiye'si sayılabilir mi?
Düyun-u Umumiye, Osmanlının gelirlerini doğrudan denetleyen ve elinden alarak alacaklarını tahsil eden bir kurumdu. Dolayısıyla bu saydığını uygulamaları Düyun-u Umumiyeye benzetmek doğru olmaz. Ben bu tür yatırımlarda devletin (Hazinenin) özel sektör kuruluşlarına borç ödeme garantisi vermesine karşıyım ama bu uygulamayı Düyun-u Umumiye benzeri olarak görmek doğru olmaz.
Silbenim bir ödevim var yardım edersiniz diye düşünüyorum. bu duyun u umumiye hakkında 1 paragraflık bi yorum yazarmısınız kendi düşüncenizle fazla uzun olmasa sevinirim
YanıtlaSilYazmışım ya yukarıda.
SilBitişin çöküşüm ilanı ve tescilidir.
YanıtlaSilBORÇ, VERİMLİ ÜRETİME GİDERSE YİĞİDİN KAMÇISI,
AKSİ HALDE TASMASI OLUR.
Hocam merhaba, bu duyunu umumiye idaresi çoğu mala el koyarken neden şekere el koymadı
YanıtlaSilŞeker üretimini yapan fabrikalar Cumhuriyet döneminde kuruldu.
SilDeğerli hocam, yazının girişinde bu idarenin 1939'a kadar sürdüğünü ifade etmişsiniz ancak yazının bir diğer kısmında ise bu idarenin Lozan Antlaşması ile faaliyetlerini bitirdiğini belirtmişsiniz. Burada çelişkili bir ifade yok mu? Saygılar.
YanıtlaSilLozan Antlaşması ile, Düyun-u Umumiye İdaresinin vergi gelirlerini denetlemesi sona erdirildi. Sadece Osmanlı borçlarının alacaklılara paylaştırılması görevini 1939'a kadar sürdürmeye devam etti.
Sil