Montreux (Montrö) Boğazlar Sözleşmesi ve Kanal İstanbul
Montrö Boğazlar Sözleşmesi
Neyi Düzenliyor?
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, yalnızca
İstanbul Boğazından geçişleri değil Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve
İstanbul (Karadeniz) Boğazı deniz trafiğini düzenleyen bir antlaşmadır.
Sözleşmeyle, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelere, diğer ülkelere göre bazı
üstünlükler sağlanmakta ve Boğazların yönetimi Türkiye Cumhuriyeti’ne
bırakılmaktadır.
Aşağıdaki harita Boğazları,
Marmara Denizini ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkeleri (Türkiye, Bulgaristan,
Romanya, Ukrayna, Rusya, Gürcistan) gösteriyor.
Montrö Boğazlar Sözleşmesini
İmzalayanlar Hangi Ülkeler?
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, İsviçre’nin
Montreux (Montrö) kentinde Fransa, İngiltere, Bulgaristan, Japonya, Sovyetler
Birliği, Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya devletlerinin temsilcileri
tarafından 20 Temmuz 1936’da imzalanarak yürürlüğe girmiş bir uluslararası
antlaşmadır. Bu antlaşmayla Boğazların yönetimi Türkiye’ye geçmiştir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesinden Önce Geçerli Olan Durum
I. Dünya Savaşının kaybedenlerinden
olan Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa ve Rusya) arasında
30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandı. Antlaşma, Osmanlı
Devleti’nin savaş gücünün ortadan kaldırılmasının yanı sıra Çanakkale ve
İstanbul Boğazlarının İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesi, Boğazların
geçişe açılması ve Karadeniz’e serbest geçiş sağlanmasına ilişkin hükümler
taşıyordu. Bu düzenlemeler kısa sürede yaşama geçirildi ve Osmanlı
İmparatorluğu Boğazlar üzerindeki denetimini tamamen kaybetmiş oldu.
Boğazlar meselesi Lozan
Antlaşması görüşmeleri sırasında en önemli sorunlardan birisiydi. Türkiye’nin
ısrarlarına karşın Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla İtilaf Devletlerine verilen
tavizlerden geri adım attırmak mümkün olmadı. Boğazlar meselesi 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan
Antlaşması’nın 23’üncü maddesinde yer alan hükme dayanarak ayrı bir sözleşmeyle
düzenlendi. Bu madde şöyleydi: “Bağıtlı Yüksek Taraflar, Boğazlar rejimine
ilişkin bugünkü tarihli yapılmış olan Sözleşmede öngörüldüğü üzere, Çanakkale
Boğazı'nda, Marmara Denizi'nde ve Karadeniz Boğazı'nda, denizden ve havadan,
barış zamanında olduğu gibi savaş zamanında da geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım)
serbestliği ilkesini kabul ve ilan etmekte görüş birliğine varmışlardır. Bu
sözleşme, Yüksek Taraflar bakımından, sanki bu Antlaşmanın içindeymiş gibi,
ayni güç ve değerde olacaktır."
Görüleceği gibi Lozan
Antlaşması’nın 23’üncü maddesi Boğazlar ve Marmara Denizindeki trafik konusunda
Türkiye’ye bir yetki tanımamıştır. Lozan Antlaşmasının 23. maddesinde öngörülen
Lozan Boğazlar Sözleşmesi Boğazlardan serbest geçişi, Boğazlar Komisyonunun
kurulmasını, boğazların ve çevresinin askerden arındırılmış hale getirilmesini
hedef alan ve Milletler Cemiyeti’nin (Birleşmiş Milletlerin ilk hali) garantisini
sağlayan hükümler taşıyan toplam 20 maddelik bir sözleşmedir. Lozan Boğazlar
Sözleşmesi’nde şu üç ilke yer alıyordu: (1) Boğazların askerden
arındırılması, (2) Boğazlarda gemilerin geçişini denetleyecek ve Milletler
Cemiyeti’ne bilgi verecek yetkili bir Boğazlar Komisyonu’nun kurulması,
(3) Askeri bakımdan Türkiye için tehlike oluşturacak durumlara engel olmak amacıyla
Milletler Cemiyeti’nin (özellikle İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’nın)
garantisinin sağlanması. Bu düzenlemeler Türkiye’nin kendi toprakları
içindeki Boğazlara egemen olamaması anlamına geliyordu.
Türkiye, o günün kritik
koşullarında (özellikle kapitülasyonların kaldırılması gibi sıkıntılı konular
karşısında) bu düzenlemeyi ileride yeniden gündeme getirilmek üzere kabul etmiş
ve gerçekten de mücadelesini diplomatik alanda sürdürerek 1936’da Montrö Boğazlar
Sözleşmesi’nin kabulünü sağlamıştır.
Montrö Boğazlar Sözleşmesinin
Özeti
Montrö Boğazlar Sözleşmesinde yer
alan başlıca düzenlemeler şöyledir:
Barış zamanında, ticaret
gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ayrımı yapılmaksızın, sağlık
kurallarının getirdiği kısıtlamalar dışında, hiçbir işleme tabi olmadan Boğazlardan
geçiş özgürlüğünden yararlanırlar. Bu gemiler, Boğazların bir limanına
uğramaksızın transit geçerlerken, Türk makamlarınca, alınması öngörülen vergi ve
harçlardan başka, hiçbir vergi ya da harç ödemezler. Kılavuzluk ve yedekçilik
(römorkörcülük) isteğe bağlıdır.
Söz konusu vergi ve harçlar (geçiş
ücretleri) geminin her bir net tonu için altın frank[i] olarak
şöyledir:
İşlem
|
Ton
Başına Ödenmek Üzere (Altın Frank)
|
Sağlık denetimi
|
0.075
|
Fenerler, ışıklı şamandıralar ve geçit
şamandıraları, ya da başka şamandıralar
|
|
800 net tona kadar
|
0.42
|
800 net ton üzeri
|
0,21
|
Kurtarma hizmetleri (kurtarma sandallarını,
palamar taşıyan füze istasyonlarını, sis düdüklerini, radyo farlarını ışıklı
şamandıralarla, aynı türden başka tesisleri kapsar)
|
0.10
|
Bu geçiş ücretleri altın Frank (o tarihteki İsviçre Altın Frangı / TL kuru) üzerinden TL olarak ödenecektir.
Barış zamanında, Karadeniz'e
kıyıdaş olsun olmasın, bayrakları ne olursa olsun, hafif su üstü gemileri,
küçük savaş gemileri ve yardımcı gemiler, Türk hükümetinden gerekli izinleri
almak kaydıyla ve gündüz girmek ve Sözleşmede yer alan hükümlere uymak kaydıyla
yukarıdaki tabloda yer verilenler dışında hiçbir vergi ya da harç ödemeksizin,
Boğazlardan geçiş özgürlüğünden yararlanacaklardır.
Karadeniz'e kıyıdaş Devletler, 15
bin net tondan yüksek bir tonajda bulunan savaş gemilerini tek başlarına, en çok
iki torpido eşliğinde olmak koşuluyla geçirebileceklerdir.
Savaş gemilerinin Boğazlardan
geçmesi için, Türk Hükümetine diplomasi yoluyla bir ön bildirimde bulunulması
gereklidir. Bu ön bildirimin olağan süresi sekiz gündür. Karadeniz’e kıyıdaş
olmayan Devletler için bu süre on beş güne çıkartılabilir.
Karadeniz'de bulunmalarının amacı
ne olursa olsun, kıyıdaş olmayan Devletlerin savaş gemileri bu denizde yirmi bir
günden fazla kalamazlar.
Boğazlarda transit olarak bulunan
savaş gemileri taşıdıkları uçakları hiçbir durumda, kullanamazlar.
Savaş zamanında, Türkiye savaşan devlet
değilse, savaş gemileri sözleşmede belirtilen koşullarla Boğazlarda tam bir
geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanabilirler. Savaşan herhangi
bir Devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasaktır.
Savaş zamanında, Türkiye savaşan devlet
ise, savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk Hükümeti tam yetkiye sahiptir. Bu
hüküm Türkiye’nin kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karsısında
sayması halinde de geçerlidir.
Sivil uçakların Akdeniz ile
Karadeniz arasında geçişini sağlamak amacıyla, Türk Hükümeti, Boğazların yasak
bölgeleri dışında, bu geçişe ayrılmış hava yollarını gösterir.
Geçiş Ücretlerinde
Değişiklik
Yukarıda Montrö Boğazlar Sözleşmesinde
saptanan geçiş ücretlerini gösterdik. Montrö Boğazlar Sözleşmesinin yürürlüğe
girdiği 1936 yılından 1983 yılına kadar, Türk Boğazlarından transit geçen (gidiş-dönüş) ticaret
gemileri, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü ile Türkiye Denizcilik
İşletmeleri veznelerine, altın frank üzerinden Sağlık Rüsumu, Fener ve
Tahlisiye ücretlerini ödediler. Altın Frank dolaşımdan kalktıktan sonra ödemeler,
özgün sözleşmede yer alan 0,290322 gram saf altın dolar üzerinden Türk Lirası ile
yapıldı. 1983’de yeni düzenlemeyle hesaplamaya geçildi. 1983 yılında yapılan
güncellemeyle şöyle bir tahsilat tablosu oluştu:
Tahsil
Eden Kurum
|
İşlem
|
Net
Ton Başına Alınacak Resim (USD)
|
Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü
|
Sağlık rüsumu (vergisi)
|
0,08063
|
Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü
|
Fener Ücreti
|
|
800
tonilatoya kadar
|
0,338646
|
|
800
tonilato üzeri için
|
0,169323
|
|
Tahlisiye Ücreti
|
0,08063
|
1983 yılında yapılan bu
güncelleme mevcut geçiş ücretlerini arttırmış olsa da altın değerine göre çok düşük oranda kalmıştır. Altının ons değeri 1983’den bugüne kat kat arttığı
halde bu katsayılara uygulanan Dolar değeri güncellenmemiştir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesinin
Yürürlük ve Geçerliliği
Sözleşmenin 1. maddesinde konu
edilen, barış zamanında ticaret gemilerinin geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım)
özgürlüğü hükmünün süresi sonsuzdur. Sözleşmenin geri kalan maddelerinin
yürürlük süresi, yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, yirmi yıl olmakla
birlikte herhangi bir yeni düzenleme yapılmadığı sürece bu süre uzamaktadır.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi
Değiştirilebilir mi?
Montrö Boğazlar Sözleşmesi,
Türkiye’nin taraf olduğu ve onayladığı bir uluslararası antlaşmadır. Tek
taraflı olarak ortadan kaldırılamaz. Sözleşmenin kaldırılması ya da değiştirilmesi
ancak Sözleşmeye imza koyan tarafların bir araya gelerek birlikte alacakları kararla
mümkün olabilir.
Sözleşme, taraflardan birisinin
veya birkaçının bir ön bildirimini Fransa Hükümetine göndermesinden başlayarak,
iki yıl geçinceye kadar yürürlükte kalır. Bu ön bildirim, Fransız Hükümetince,
taraf devletlere iletilir ve eğer Sözleşme, uygun biçimde sona erdirilirse,
taraflar yeni bir Sözleşmenin hükümlerini saptamak ya da mevcut Sözleşme
maddelerinde değişiklik yapmak üzere bir konferans toplanmasını ve bu
konferansa katılmayı kabul ederler.
Kanal İstanbul ve
Montrö Boğazlar Sözleşmesi
Kanal İstanbul konusu gündeme
geldiğinde birçok tartışma çıktı ortaya. Çoğu kulaktan dolma bilgilere dayanan
tartışmalardı. O nedenle meseleyi aydınlatmak için ne olup biteceğinin madde
madde üzerinden gidelim:
Kanal İstanbul geçişi ücretli
olsa bile Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesi yürürlükte olduğu sürece, Boğazlardan
geçecek ticari gemileri Kanal İstanbul’dan geçmeye zorlayamaz. Öyle olunca da anormal
uzun bekleme süreleri söz konusu olmadığı sürece ticari gemiler daha düşük bir
ücretle geçebilecekleri İstanbul Boğazı varken daha yüksek ücret ödeyerek Kanal
İstanbul’dan geçmez.
Türkiye, ancak Boğazlarda çeşitli
nedenlerle işlem yavaşlatmaya giderek deniz trafiğini ağırlaştırırsa o zaman Boğazların
girişinde beklemek zorunda kalmak istemeyen gemiler için Kanal İstanbul çekici
hale gelebilir. Dış ticaretteki ‘tarife dışı engeller’[ii]
uygulamasına benzeyen böyle bir uygulamayı Türkiye ne kadar süreyle yürütebilir
işin o kısmı tartışmalıdır.
Özetle Türkiye, Kanal
İstanbul’dan ciddi bir geçiş ücreti geliri elde edemez. Elde edeceği tek gelir
Kanal çevresinde yerleşime açılacak yerlere yapılacak konutlar üzerinden olur.
Buradaki yeni yerleşimlerin ilk bakışta ekonomiye bir katkısı olacak gibi
görünse de projenin yaratacağı çevre ve iklim sorunları ve İstanbul trafiğine
yapacağı olumsuz etkiler dikkate alındığında o katkının bu kayıpları
karşılaması mümkün görünmemektedir.
Türkiye, Kanal İstanbul’u Yap –
İşlet – Devret modeliyle yaptırırsa yukarıda açıkladığımız gibi bu kanaldan
yeterli geliri elde edemeyeceği için Hazine garantisi adı altında bütçeden,
kapsanan süre boyunca, sürekli para ödemek zorunda kalacaktır. Bu da kanaldan
hiçbir yarar elde etmeyecek olan milyonlarca kişinin vergisinin buraya
harcanması anlamına gelecektir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi
yukarıda da değindiğimiz gibi yalnızca İstanbul Boğazından geçişleri düzenleyen
bir antlaşma değildir. Sözleşme, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul
(Karadeniz) Boğazı deniz trafiğini düzenleyen bir antlaşmadır. Kanal İstanbul,
savaş gemilerinin Karadeniz’e İstanbul Boğazı kısıtlamalarından kurtularak
çıkmasının önünü açsa da Akdeniz’den gelip Çanakkale Boğazından Marmara
Denizi’ne geçmesinin önünü açamadığı için örneğin ABD donanması Karadeniz’e Montrö
Boğazlar Sözleşmesi kısıtlamalarına tabi olmadan geçemeyecektir. Dolayısıyla Rusya’nın
Ankara Büyükelçisi Aleksei Erkhov’un
“Kanal İstanbul’un Karadeniz’deki hukuk rejimini belirleyen Montrö Boğazlar
Sözleşmesini değiştirmeyeceğini, değiştirmediği sürece de Türkiye’nin kendi
meselesi olacağı” yolundaki açıklamasını bu çerçevede anlamak gerekir.
Sonuç
Kanal İstanbul’un Montrö Boğazlar
Sözleşmesini değiştirmeyeceği, Boğazlardan geçiş trafiğini değiştirip geçiş
ağırlığını Kanala kaydıramayacağı, bunu gerçekleştiremeyince de harcanan parayı
çıkaramayacağı açıktır. Bu projeden sağlanacağı umulan gelirlerin, projenin
zaten bozulmaya başlamış olan bütçeye getireceği büyük yükle karşılaştırılması
mümkün değildir.
Projenin ekonomiye katkısı
yalnızca çevresinde oluşacak yeni yerleşimlerin sağlayacağı rant gelirleri,
yapım sırasındaki istihdam artışı ve burada yapılacak konutlardan elde edilecek
vergi gelirleri dolayısıyla olacaktır. Bu gelirlerin projenin denizlerde ve
İstanbul’un genelinde ortaya çıkaracağı çevre sorunları, iklim sorunları, İstanbul trafiğine inşaat sırasında ve sonrasında yapacağı
olumsuz etkilerle karşılaştırılması ve ona göre karar verilmesinde yarar vardır.
Ekonomi bilimi bir tahsis ve
alternatif maliyet bilimidir. Her ülke her şeyi yapabilir. Mesele bir şeyi
yaparken bunun kaça mal olacağı ve bu işe ayrılan kaynak karşılığında hangi
işleri yapmaktan vazgeçileceği meselesidir. Çünkü kaynaklar sınırlıdır ve bu
sınırlı kaynakların en önemli ihtiyaçlara tahsis edilmesi gerekir.
Türkiye, Kanal İstanbul ile
uğraşmak yerine 1983 yılından beri güncellenmemiş olan Boğazlardan geçiş katsayılarına
uygulanan altın Frank’tan Dolara çevrilmiş bulunan değerin altın değerindeki
artışlara göre güncellenmesi konusunda gerekli diplomatik girişimlere başlamalıdır.
Geçiş ücretlerinin yükselmesini sağlayacak güncellemelerin tarafların reddine yol
açmasını önlemek için de güncellemelerin örneğin 5 yıllık geçiş sürecinde
kademeli olarak yapılmasını sağlayacak bir düzenleme teklifi hazırlanması uygun
bir yaklaşım olabilir.
[i] 1 Altın / Frank 0,290322 gram altına eşittir.
[ii] Tarife dışı engeller konusunda en bilinen örnek
mesela otomobil ithalatını yavaşlatmak için tek bir gümrük kapısından giriş izni
vermek ve orada ağırlaştırılmış denetim yapmaya başlamaktır.
Antitez, Lozan muahedesini ve onun mütemmim cüzü Montrö boğazlar sözleşmesini ortadan kadırarak, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin tapu senedi olan bu uluslararası teminatları çöpe atarak görevini bihakkın yerine getirmeye uğraşmakta, olgun cumhuriyet ise bu çabaları tebessümle seyrederek kimin kim olduğunun iyice ortaya çıkmasını beklemektedir. Elbette bu cumhuriyete yürekten bağlı vatandaşlar, yani 82 milyonun kahir ekseriyeti kimin kim, neyin ne olduğunu anlamıştır, geriye kalan ekalliyet de pek yakında gerçekleri gördüğünde yeni bir devir resmen başlamış olacaktır.
YanıtlaSilMümkün olduğunca osmanlıca kelimeler kullanmamın esbab-ı mucibesi Osmanlı torunlarının da anlamakta herhangi bir müşkülat çekmemeleridir, kötü bir niyetim yoktur :)...
Hocam gecis ucretlerine yapulacak guncellemeye taraf ulkelerin red vermesi olagan maliyet artislari goz onune alindiginda dogru bir yaklasim gibi gozukmuyor, taraflar bunu gozardi edebir mi ?
SilYayınla yerine yanıtla seçeneğine basmışsınız ama yine de "hocam" hitabınıza mazhar olduğum için şükranımı kabul buyurunuz :)
SilBir bardak demli seylon çayı devir sonra ne yazmışsın tekrar oku. sen bile ne yazdığını anlamazsın.
SilKanalı zikzak yaptırarak bütün ilçelerin tam ortasından geçirelim. Hepsi değer kazansın.
Silİyide sen hep böyle arabik konuşuyorsun.
SilSn Madoff, aslında güzel fikir. İtalyanların daha yeni Çinlilere sattığı yerli ve milli 3.köprümüzün altından bir tüp geçitle kuzey akımı sağlanarak, marmaray da güney akımı olarak kullanılarak kanal Şile-Ümraniye-Kartal hattına uzatılabilir. Bunu CİMER'e önerirseniz ilgi göreceğinden eminim. Benim bu küçük katkımı da nihai hesap kesiminde unutmazsanız sevinirim...
SilNe kadar güzel bir yazı, hatasız ve bir kaç kere okunmaya dwğer....
Silİçeriği, meramı kişiye göre farklı yorumlanabilir amma ve lakin akıl her zaman doğru yolu gösterir...
Teşekkürler
Mahdut, ön sıradan yer kapmışsın :) bakıyorumda hocaya yorum atmaya çalışanlardan bir kaçı senin yorumunun altına takılmış :=) daha gelen olur...
SilIstanbul'a gelen Araplar sizden güzel Türkçe konuşuyor. :)
SilSn.Mahdut Bey,
SilKanaldaki gemileri Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçirmek için tüp geçit yapmaya gerek olmadığını düşünüyorum.
Trafik ışığını kesişim noktasına koyup, boğazı yanlamasına yararak geçiş sağlanabilir.
Boğazdan gelen gemiler kırmızı ışık yandığında duracak ve kanaldan gelen gemiler Avrupa yakasından Anadolu yakasına güvenli geçiş yapabilecektir.
Sn Adsız 15:25 bey,
SilO söylediğiniz; herkesin akıl edebileceği, ucuz, kolay ve -tabirimi mazur görün- sıradan bir çözüm olmuş ama hayallerinizin yeni Türkiye'nin hayallerine yetişememesinden kaynaklanan bu küçük uyumsuzluk normal karşılanabilir. İstanbul'a kazandırılacak yüksek debili bir Kuzey akım tüp geçitinin getireceği yoğun inşaat-hafriyat faaliyeti, bunun büyüme ve istihdama pozitif katkısı, beşli konsorsiyum kazançları, komisyonlar ve harç bedelleri, akacak su için Anadolu yakası sakinlerinden alınacak dolara endeksli geçiş ücreti gibi faktörleri göz ardı ettiğiniz açıkça görülüyor. Lütfen bunu biz burada duymuş olalım ama siz başka yerde tekrar etmeyin.
Sayın Eğilmez, İstanbul'a ve Ülkemize hiç bir faydası olmayan, üstelik zararı olan bu Siyasi Projenin hemen düşürülmesi gereklidir. Ayrıca bu zararlı projeyi gündeme getirecek siyasi parti / partilerin de büyük oy kaybına uğrayacakları belirgindir. Ülkemizin acil sorunlarıyla uğraşmamız gerekirken bu acil olmayan proje ile gündemimizi doldurmak büyük hatadır.
YanıtlaSilRant rant rant...
YanıtlaSilGüncellemek gerek Mahfi Hocamız haklı ayrıca Kılavuz Kaptan almaları özellikle daha önce vukuatı bulunan gemilerin ve gemi kaptanlarına zorunlu olmalı. İlk defa boğazlardan geçecek kaptanlar için eğitim ve simülasyon zorunlu olmalı. Madem boğazlarımız hem ticari hem askeri hemde siyasi olarak önemli elini kolunu sallayan vukuatlı kaptanlar ile tecrübesiz kaptanlar en azından gerekli sertifikayı almadan geçmesin.
YanıtlaSilKanal İstanbul için ise,
Bütün Yumurtalarını tek sepete koyma diye bir söz vardır, çoğu yatırımı da ülkenin tek bir kentine yapmak üstelikde birinci derece deprem bölgesine yapmak bu bağlamda akıllıca gelmiyor. Para parayı çeker diyip şimdiye kadar İstanbulla işler iyi gitti, para da kazandık ama çok dikkatli gelişmemiz ve büyümemiz gerek. Ülke nüfusunun sekizde birinden fazlası İstanbul kentinde, bu ölçü bile ürkütücü. Geçen yaz yaşanan ufak ölçekli bir deprem anındaki üretim ve iletişim kaybı daha büyük deprem durumu ile simülasyonu yapılsa durumun vehameti daha net ortaya çıkacak sanırım. Bunun yanında ülkemizin en güzel yağmur ve yağış alan tarımsal bölgesi Trakya bölgesinde sanayileşme çok fazla oldu gibi geliyor, yeni yerleşim alanları açmak yerine, yeteri kadar dikkatli planlamadan yerleştiğimiz alanları, semtleri derleyip toplamak bir zamanlar sıkça vurgulanan kazan&kazan ilkesi ilede uyumlu olacaktır.
Hocam light gunluk nerededir? Nasil ulasabiliriz?
YanıtlaSilMahfi hoca kizacak belki ama internette PDF versiyonu mevcut, bir google yap bulursun.
Silkitapyurdu.com
Silhttps://www.dr.com.tr/Kitap/Light-Gunluk/Arastirma-Tarih/Politikaarastirma/Turkiye-Politika/urunno=0000000241350
SilEmeğinize sağlık.
YanıtlaSilTürkiye sadece Türk Bayraklı gemileri Kanal Istanbul'dan geçmeye zorlayabilir. Bu da zaten vergi ödememek için çoğunun gemilerini vergi cenneti ülkelerin bayrağı ile donatan türk armatorlerin, Türk bayraklı gemilerini de yabancı bayrağa cevirmesine neden olabilecek bir zorlama olur.
Dediğiniz gibi bu projeye zaman, para ve enerji harcamak; böyle büyük bir çevresel riske girmek yerine yapılabiliyorsa Montreux Anlaşması değiştirilip bogazlarin uluslararası sular olma statüsünün kaldırılıp Turkiye'nin iç su yolu statüsü olduğu kabul ettirilmelidir.
Bu yapılamıyorsa sizin de dediğiniz gibi boğaz gecislerinden alınan fener, remorkör, sağlık, kılavuz kaptan Vs gibi hizmetlerin ücretleri guncellenmelidir.
Kanal İstanbul mali, hukuki ve çevresel açıdan fizibıl bir proje değildir.
Teşekkür ederim
SilSabah akşam her yerde partizanca dezenfermasyon yayanlar, bilimden akıldan uzak durarak mutluluğa ermenin yolunu bulmuşlarken ne yazık kü bugünkü yazınız onlarda kibrit ışığı kadar dayanıklı olmayacak. :(
YanıtlaSilOlsun, biz doğruyu yazalım da bir kenarda dursun. Doğrular da hukuk gibidir. Bir gün hukuk da doğrular da herkese lazım olabilir.
SilHocam cok ozur dileyerek, sizin yazdiginizin "dogru" oldugunu nereden cikardiniz? Yukarida argumanlariniz nelerdir? Kendi cikarimlariniz disinda ben temel bir arguman goremedim maalesef. Yanlis anlamayin lutfen, ben kanal Istanbul projesini savunmuyorum yada red etmiyorum, ama bu projenin ciddi olarak akademik ortamda tartisilmasi gerektigini savunuyorum. Lutfen Bogazici Koprusu projesi ortaya atildigindaki tartismalara bakin, maalesef sizin tartismaniz o zamanki tartismanin uzerine cikamamis. Burada temel problem, birileri kesin yapmaliyiz diyor, birileri kesin yapmamaliyiz diyor, ama kimse nedenlerini temellendirerek aciklamiyor (lutfen sizin ekonomik cikarimlariniz uzerinden yaptiginiz argumani temmeli bir arguman olarak sunmayin). Burada yapilmasi gereken bence projenin modellemesini yaparak ciktilarini hesaplamaktir daha sonra tartisip karara baglamaktir. Size birde sorum olsun hocam, bu fikir baska bir siyasi gorusten olsaydi, ayni argumanlari savunurmuydunuz? Hic sanmiyorum.
SilBu arada genelde klavyemede Turkce karakter olmadigindan dolayi yazim sekli bir garip gelebilir, ondan dolayi ozur dilerim.
İki konu var: (1) Kanal İstanbul projesinin Boğaziçi Köprüsü Projesiyle uzaktan yakından ilgisi yok. Dolayısıyla bu karşılaştırmanız yanlış. (2) Çok net söyleyeyim. Bu projeyi rahmetli babam ortaya atsa aynı yazıyı yazardım.
SilCok tesekkur ederim hocam, Kanal Istanbul projesinin ve Bogazici koprusu projesini sadece proje buyuklugu konusunda karsilastirdim, zaten her ikisinin amac ve hedefleri farkliydi. Orada da bugun yapilan ekonomik ve ekolojik tartismalara benzer tartismalar vardi. Benim aslinda demek istedigim, biz toplum olarak neden boyle buyuk projeleri sadece siyasi ortamda tartisiyoruz veya sadece oraya tasiyoruz. Ben yazdiginiz yazidan dolayi yorum yapmadim hocam "dogru" oldugu fikrinize karsi bir elestiride bulundum, yoksa yaziniz bence kendi icinde gayet tutarli sekilde kisisel gorusu belirtiyor ve BEN BUNA KESINLIKLE SAYGI duyuyorum, ancak bu "dogru" fikri beni rahatsiz etti. Tekrardan cevabiniz icin tesekkur ederim, iyi calismalar dilerim.
SilSayın Unknown 15:20,
Sil"Birinci köprüye de karşı çıkmışlardı" argümanı, sağ iktidarların yıllardır dillerine pelesenk ettikleri bir argümandır. Evet doğrudur, birinci köprüye karşı çıkanlar o dönemde vardı ve özetle şunları söylüyorlardı:
Bu köprü çevre yolları güzergahında yerleşimi hızla artıracak, tek köprü kısa sürede yetersiz kalacak ve yeni köprülere ihtiyaç duyulacak, her köprü kendi sorunlarını da beraberinde getirecek, bir süre sonra şehrin özellikle ulaşım alt yapısı yetersiz kalacak, yerleşim yerleri İstanbul'un kuzeyine kayacağı için kuzey ormanları talan edilecek, şehirde nüfus patlaması yaşanacak ve sonunda İstanbul yaşanmaz hale gelecek.
1975 sayımında İstanbul nüfusu 2,5 milyon civarındaydı, şehirde alt yapı yetersizlikleri olsa da bunlar popülist politikacıların farklı harcama tercihleri nedeniyle geciktirilen, ihmal edilen yatırımlardan kaynaklanıyordu. Ulaşım problemi ise hemen hiç yoktu, bugün mevcut ana areterler (Harbiye Cumhuriyet caddesi, Vatan-Millet caddeleri, Barbaros bulvarı, Bağdat caddesi, sahil yolları v.s.) o zaman da vardı ve İstanbul yaşanabilir bir şehirdi. Sizce birinci köprüye karşı çıkanların hangi argümanları haksız ve yanlış çıktı? O köprüye yapılan yatırım şehrin yetersiz alt yapı sorunlarını gidermek için harcansa bugün İstanbul nasıl bir şehir olurdu sizce?
Lütfen ezberlerle konuşmayalım, konuşmaya ya da yazmaya başlamadan önce biraz da olsa düşünelim.
Boş konuşuyorsun çok şey yazıp hiçbir şey anlatmıyorsun
SilYukarıdaki yazımı IQ 80, ortaiki terk bir arkadaşımız rahatlıkla anlayabilir ama sen anlayamadıysen ben ne edeyim?
SilMahdut Bey dolu dolu bilgilerle açıklamasını yapmış, boğaz köprüsüne itirazların ne kadar da haklı olduğunu gözüne sokmuş, kalkmış "boş konuşuyorsun" demişsin, çıkar artık şu at gözlüklerini, yeter, son 17 yılda bütün maddi manevi değerlerimiz değersizleşti, iş artık öyle bir noktaya geldi ki çocuklarımızın-torunlarımızın (geçiş garantisi garabetiyle) önümüzdeki 50 yıl parasını çalacak saçma projeleri yapacaklar hem de istanbul'un doğasını katlederek. 3. Havalimanını yapamazlar diyordum, çok maliyetli, fizibıl değil diyordum ama rant uğruna yaptılar, hem de doğanın katledilmesi, metrolu Atatürk havalimanın kapatılması, THY'nin zarar etmesi, yolcuların yeni havalimanında perişan olmaları pahasına. Bugün Kanal İstanbul'u yapacağız diye inatlaşanlar siyasilerse konu siyasileşiyor doğal olarak. 1 kişinin yapacağız dediği şey yandaşları tarafından körü körüne savunuluyor, arkasında savunulacak bir mantık yok. Aslında o partizanlar da istemiyor, nerden mi anladım, termik santrallerin baca filtrelerini zorunlu kılan yasa düzenlemesine önce evet oyu verip, c.başkanı reddedince aslında biz de istemiyorduk çok teşekkürler başkanım diye utanmadan konuşan milletvekillerinden biliyorum.
SilHocam kalemine sağlık.
YanıtlaSilMahfi bey, çok doğru ve objektif bir bakış açısıyla yazmış olduğunuz bu yazınızı umarım bizi yönetenlerin dikkatini çeker ve kararlarını bir kez daha gözden geçirirler. UMARIM ???
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilMontrö sözleşmesi, yeni kanal yapılsa bile geçerliliğini koruyacaktır. Hem kanalı hem de boğazı kapsamak üzerine.
YanıtlaSilAncak anlaşma aykırı olarak kanal için bir geçiş ücreti belirlendiğini varsayalım. Şirketlerin ve yabancı ülkelerin bunu kabul edeceğine evet diyemem kabul etmeyeceğine de hayır diyemem.
Anlaşmalara uymayan pekçok durum vardır dünyada. Kiel Kanalı gibi.
Daha önecki yazınıza da yazmıştım. Hocam aklı başında bir insan için proje gereksiz. Ancak partizanlık yaparak sonuçları şu olacak bu olacak demek de yersiz.
Çünkü şuanda her şey belirsiz.
Fakat şunu söylemek istiyorum. Projenin rant kısmı ikinci öncelik olabilir. Birinci öncelik bir kişi iradesini yeniden herkese kabul ettirmeye çalışması. Yapabilirse kendisini oldukça kibirli ve güçlü hissedecek.
Veyahut komplo teorisi yapılabilir. Bir kişi gücünü gerginlikten elde eder. Dolayısıyla kendisine karşı ikinci bir Gezi ister. Ve bu sayede sağ seçmeni yeniden kendisinde kenetleyebilir. Ben bu ihtimal üzerinde de çok duruyorum.
Doğru tespitler
SilBir kanal da Gelibolu yarımadasına yapmadıktan ve sonra da her iki boğazı zincirle kapatıp herkesi kanallardan geçmeye mecbur bırakmadıktan sonra hiç bir yararı olmaz kanalın..bunu da yapamayacağımıza göre...
YanıtlaSilÇok doğru
Silçok saçma...bence Sinop tan Mersin e açılacak kanal lazım. Istanbul ne ki
SilMerhaba,
YanıtlaSilOldukça yüzeysel argümanlarla vasatı hedefleyen tartışmaların önünü kesebilecek derinlikte ve her zaman olduğu gibi anlaşılır bir dille özetlemişsiniz konuyu. Teşekkürler. Sn Eğilmez, İlk bakışta kanalın Montrö'yü ilgilendirmediği doğru olsa da, kanaldan geçişi teşvik amacıyla boğazdan geçişin -konusunda hünerli mucitlerin buluşlarıyla- geciktirilmesi, Montrö'ye taraf ülkeleri süreç içinde kanalın koşulları değiştirdiği gerekçesiyle sözleşmeyi gözden geçirme yönünde harekete geçirmez mi? Ne dersiniz?
Teşekkür ederim.
SilBöyle bir tehlike şimdilik görünmüyor. Ama olabilir de.
Ukrayna ve Rus tarafları, kendi think tank kuruluşları aracılığı ile bilimsel ve diplomatik bilgileri almışlar.
SilŞu anda ketum davranıyorlar, benim o iki dile de hakimiyetim bulunmuyor, haber kaynaklarımda bu konular ile ilgilenmediği için onların ne düşündüklerini net olarak bilemiyorum.
Masadaki konular, tarım, deniz hukuku ve askeri caydırıcılığın azalması üzerinde yoğunlaşıyor.
Bu süreç içinde Türkiye Nato dan ayrılırsa, bana göre %99.99 Türkiye önce bir iç savaş sonra bazı bölgelerinin yabancı devletler ile kontrol edilip, yerel hükümetlerin kurulmasına kadar gider.
Boğaz ve Kanal yönetimleri uluslararası ve Karadenize komşu ülkeler tarafından yönetilir.
Türkiye Nato içinde kalırsa, ve Rusya bu kanalı askeri caydırıcılığına tehdit olarak görürse, Türkiye'de bir iç savaş olmaz, dış müdahale olmaz ülkeye.
Büyük ihtimalle Türkiye'deki terör olayları şiddetlenir. O zaman gelene kadar Suriye'lilerin nüfuzu ülke içinde artacaktır, sayıları da yükselecektir. Bizim bildiğimiz PKK tarzı ayrılıkçı bir terör yerine, Suriyeliler kullanılarak yapılacak kargaşa çıkarılır gibi.
Hocam elinize sağlık... İyi ki varsınız...
YanıtlaSilSağ olun.
SilHocam kalemine sağlık
YanıtlaSilTeşekkürler
SilHocam, tarihte gerçeğin zıttı ile teşhir edildiği bu boyutta hiç olmamıştır herhalde.
YanıtlaSilSerbest piyasa sistemi derken; imtiyazlı, tekel sahiplerinin ve dahası dev kartellerin sıradan insanları her türlü pisikolojik, sosyolojik ve siyasi oyunlarla teknolojinin son imkanlarını kullanarak soyma yarışında, olabildiğince tüketim (gelir ve varlik transferi aracı) anlayışının hakim olduğu dünyada yaşıyoruz.
80 yaşındaki cumhuriyetin bütün birikimlerini bir çırpıda yabancılaştırıp daha fazla tüketim için yollara serenler, halkı sonuna kadar borçlandırıp tüketici bulmakta zorlanan zengin kartellerin önüne atanlar, vatanın her karışını rant için, dolaylı hırsızlık için yol görenler için istanbula yerli ve milli bir kanal yürüdükleri yolda küçük bir merdiven. Bu kadar büyütmeyelim!
Genellikle başlangıçta ciddiye alıp büyütmediğimiz şeyler sonradan sizin yorumunuzda yakındığınız konulara dönüşüyor.
Silİmtiyazlı tekel oluşumu çok tehlikelidir.
SilSermaye bir dönem iktidar tarafından bu insanlara akar.
Sermayenin tabana yayılmasını engeller.
İmtiyazlı sermaye sahipleri, kendi alt sektörlerini ele geçirir.
Bu aşamadan sonra, normal hukukun çalıştığı bir ortamda, iktidara kim gelirse gelsin, Keynesyen politikaları da uygulayamaz. Uygulamak isterse de o sermaye imtiyazlılarda kalır. Maliyetini daha alt seviyedekiler ödeyeceği için, gelir dağılımı daha kötü bozulur.
Hukukun bağımsız olamadığı yerde, büyük ihtimalle o sermaye sahipleri ikinci dönem siyasi iktidarını tamamen kontrol altına alırlar. Bu dönemde, iktidar kendi sermayesini değil, sermaye kendi iktidarını yaratmış olur.
Çok kişinin kabul etmediği ancak, önümüzde ciddi bir sorun olacak olan, bu ülkenin ikinci başkanıdır. İkinci başkan Türk ekonomisini 19yy Osmanlı seviyesine kadar düşürebilir.
İkinci başkan, İmamoğlu gibi, laik değerlere sahip çıkmayı seven insanlarımızca desteklenen bir başkan olursa da, Erdoğan gibi dini politik biri olursa da ülke için çok tehlikeli olacaktır.
Hocam merak ediyorum araçların geçmesi için yapılacak olan köprülerin ücretli olma ihtimali var mı
YanıtlaSilMuhtemeldir. Bu masraf başka türlü çıkmaz.
SilSelam Sefik53,
SilKabaca, devlet tarafından yapılan her şey vatandaşların cebinden çıkar.
Aracı ile geçenler ücret ödemezlerse, MTV den öderler, benzinden ama mutlaka öderler.
Seçim öncesi yerli otomobil ve kanal İstanbul projeleri ile halka gaz verip yine oy avcılığı yapılacak.
YanıtlaSilSiyaseten çıkmazda olan yönetim seçim hazırlığında 2022 de yerli otomobil yollarda kanal İstanbul şaha kaldıracak gibi söylemlerle bizi desteklemeye devam edin sarmalı a dönüştürmek istenen furya ile ekonomi ikinci planda tutulacak.
2020 Türkiye için seçim yılı olacak.
Bun u ben bilemem ama otomobil ile Kanal İstanbul oldukça farklı iki proje.
SilEvet; Suriye Zırvalığında aradığı konsolidasyonu elde edemedi.
YanıtlaSilKanal İstanbul ve Libya'da (devrilmesine ramak kalmış) Müslüman Kardeşler tarafına "sahip" çıkarak-
Ekomnomik Darboğazda bunalan Kütlesinin gözünü boyama derdinde.
İnsanların üstüne çay paketleri de fırlatmaya başladı.
Yerli Olmayan Yerli Araba da aynı tezgah.
Göz boyayıp
Baskın Seçim arzuları şaha kalktı.
Zira Davutoğlu 2 puan, Babacan 6 puan alsa-
Bittiğinin (asla görüp kabullenmeyeceği) resmidir.
Teşekkürler hocam kaleminize sağlık. Var olan kaynaklarımızın en dogru ve öncelikli olanlara kullanılması gerekir. İnatlaşma projelerine değil.
YanıtlaSilSağ olun.
Siltürkiye galiba 2020 yılında güney doğu asya ülkelerinin 1997 yılında yaşadığı krize benzer bir ekonomik kriz yaşayacak. o dönemde 1990-1997 yılları arasında o ekonomiler de sürekli artan oranlarda bu tip avm rezidans köprüler yollar kanal gibi betonlaşmaya dayalı ranta dayalı sözde büyüme yaşadılar. aynen bizim gibi yoğun sıcak para ve spekülatif sermaye girişleriyle şişirdiler ekonomilerini. en sonunda da büyük bir finansal krize girdiler sonrasında finansal kriz giderek reel krize de dönüşerek bütün olarak ekonomilerini vurmuştu. birçok yönden benzerlik gösteriyoruz o dönemin bahsettiğim ülkeleriyle!. üstelik onların bile dış borç stokunun yurt içi ve milli hasılaya oranları bizimki kadar yüksek değildi. bizde iç borç + dış borç milli gelirimiz aşmış durumdadır. bir de kanala 20 milyar dolar daha harcar bütçe açığını patlamaya doğru götürürüz ve kamu kesimi borçlanma gereksinimi düzeylerini yükseltmeye devam edip faizler üzerinde yukarı yönlü baskı oluşturup kurlarda yeniden sert yükselişe zemin hazırlarız. oysa kanala harcanacak kaynaklarla yatırıma aç anadoluya istihdam ve üretim artışı sağlayacak yatırımlar yapılabilir. maalesef çılgın proje diye diye aklı unuttuk ve üretim kültürünü iyice yok ettik. fabrika bacaları tüttürmek yerine betonun bol tozlarının havada uçuşmasını sevdik. kısa yoldan köşe dönmece yeni kültür haline geldi son 30-35 yılda!. ülkeyi kendi ellerimizle tasfiye ediyoruz. utanmadan çıkıp dış güçler deme cüretini gösteriyoruz.
YanıtlaSilVatandasin verdigi paylar harclar vergiler uzerinde her yil "guncelleme" adi altinda artis yapan zam yapan bu idare
YanıtlaSilYabancinin gectigi Montrode hakkimiz ve hukumuz olan gecis ucretlerini niye "guncelleme"miyor sorusu boyle bir dunya liderligi algisina ve hayaline sahip iktidar icin sorulmasi sart bir sual!.
Bu idare her zaman her yerde soylerim kendi insanina dusman bunun icinde akpli secmnlerde var yabanciya ise ozellikle araba dost bir idare.
Unutmamak gerekirki bu yonetimin eski basbakani Bir Arap kanalina verdogi roportajda;"Turke sinav yapacaz Araba Sinav yapmayacagiz sinavsiz girecekler universiteye!" dedigini kimse unutmuyor
milli gemi yani milgem i yok eden milli tarım ve hayvancılığı yok olmanın eşiğine getiren tank palet fabrikasını dahi milli olmaktan çıkaranlar mı milli otomobil üretecekler?. daha mercimek pirinç samanı milli yapmaktan uzak olanlar mı yerli ve milli otomobil yapacaklar da bizler o otolara bindirecekler. sözde milli otoya 22 milyar yani 3,6 milyar dolar bulabilen necip yönetimimiz 50 milyon dolar bulup da tank palet fabrikamızı milli kalmasını sağlayamıyor öyle mi?. yahu oto için hani ar-ge alt yapısı. hani lojistik. hani fabrika. hani gerekli teknik alt ve üst yapı. hani motorunu biz mi üretiyoruz?. İtalyan tasarımını çin, kore motorunu yerli diye sunuyorlar önümüze. yerseniz tabi. 2012 de yerli uçağımız da olmuştu ama yedi yıldır havada dolaşıyor inemedi yere ki bir görelim şu meşhur yerli ve milli uçağımızı!. hep aynı terane.. ama inananlar olduğu için tabi bu yöntemlere başvuruluyor zaten.
YanıtlaSilHocam merhaba, Mert hocanın videosunda bahsettiğiniz yeni kitabınız ne zaman rahaflarda olacak acaba ? Teşekkürler..
YanıtlaSilHocam bir grup siyasetçi; Boğazlar (Straits) ifadesinin mütarekenin giriş kısmında iki boğaz ve Marmara
SilDenizi olarak tanımlanmış olmasından hareketle, Kanal'dan geçilmesi durumunda İstanbul Boğazı'ndan geçilmemesi sebebiyle bu tanımın dışında kalınacağını ileri sürmektedirler. Bu durumda Kanal'dan geçen savaş gemileri yirmi bir gün kuralına tabi olmayacaklardır. Yazınızdan buna katılmadığınız anlaşılıyor. Doğru mudur?
Türkiye Ekonomisi kitabım Ocak ayının ilk yarısında çıkacak.
Sil17:43
SilEğer bu yorum doğruysa o zaman çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz. Montrö Sözleşmesini tek taraflı bozmak diğer tarafları dinlememek çok ciddi sorunlar yaratabilir.
İşin daha da tehlikeli tarafı Rusya'nın sessiz kalıp, yanlışı yapmamızı beklemesi ve sonra bir sürü değişiklik talebiyle kapıya dayanması ihtimali.
SilBu da ayrı bir mesele
SilAynen böyle düşünüyorum. Ruslar dengeyi bozucu hamleyi bekliyor gibi. Pandora’nın kutusunu açmayın, açtırmayın. Suriye’de her yandan nasıl durdurulduğumuzu görün. İç dengelerimiz askeri, yargı, ekonomik alanda zaten çok bozuldu, dış dengelerde dikkatli olalım. Her yerde akil insanlara ve monşerlere ihtiyacımız var. Hamaset istemiyoruz.
SilYerli Uzay Gemimiz uzayda
YanıtlaSilYerli astronotomuz ayda
Yerli ve milli uzaylimiz goklerde Ufosunda
Bence Kanalistanbul yapilmali. Cunku ulkemiz ekonomisine ciddi bir katma deger katacak. Ulkemizin disarida pazarlanmasina turistlerin akin akin gelmesine katkisi olacak.
YanıtlaSilMarmara denizi ile Karadeniz kavustugu gibi Avrupa ile Asya arasinda yeni bir kita dogacak. BU ise bir ada olarak dunyanin en ufak ama en yogun nufuslu kitasi olacak.Bu durum bize turizm nimeti olarak donecek. Kanalda insanlar millet sandallarla kayiklarla sefahat turlari duzenleyebilecekler tipki venedikte oldugu gibi bu turizm potansiyeli ise insanlara is olarak ekonomimize de buyume olarak donecek. Kanalin kenarlarina yapilacak villalar camiler istanbulumuzu daha da zengin kilacak.
Isin bu boyutuna bakmanizi oneririm
siz ne mezunuydunuz acaba?
Sil19:11
SilŞehir Üniversitesi Girişimcilik bolumunu bitirdim. Suanda bagimsiz şöförum.
Selam 2117, 1810 da yazdiklariniz isiginda, sehir uni yi kapatip, sehir lisesi yapmak gerektigini ispatlamissiniz. Lise olmadi, sehir ortaokulu da olur, yazdiginiz ortaokul munazara seviyesinde.
Sil00.15
Silkonjusma iftira atma dinimicze gunah yaptigin
Beğenmeyince eleştiriyi, konuyu din’e bağlayıp iftira, günah gibi kavramlarla cevap vermeyin. Toplum, iş’te böyle, din unsuru baskı gibi kullanılarak böyle konuşamaz hale getiriliyor. Günah olsa da olmasa da bu o kişinin Allah’la arasındaki ilişki. O verir hesabını varsa birşey. Ya o adam başka bir dindense ya da deistse? Herşeye bir din hükmü bahane ediliyor. Hukuk toplumu olalım aramızdaki sosyal ilişkilerde.
SilMahfi hocam,
YanıtlaSilhem Çanakkale cephesinde mutlak bir başarı kazanılmış hem de daha sonra milli mücadele kazanılmış olduğu halde,neden boğazlardaki egemenliğimizden vazgeçtiğimiz bu antlaşmayı imzalamışız?
Neden petrol kaynaklarının olduğu Irak topraklarını misakı milli sınırlarının dışında tutmuşuz?
Her seferinde Ermenileri mağlub edip Ermenistanın içine kadar giren Kazım Karabekir'i neden oraya girmemesi için kısıtlamışız?
Bir tarafta kocaman bir devlet örgütlenmesi,diğer tarafta itilaf devletleri varken yeni bir devlet kurmaya nasıl kalkışılabilmiş? Mesela siz müsteşarken tek başınıza koskoca devlet örgütlenmesine karşı bir tek adım atabilir miydiniz?
Yoksa bizim ülkemizin kuruluş aşamasında da Gertrude Bell ve Thomas Edward Lawrence gibilerin parmak izleri mi vardır?
Askeri olarak, TC mevcut sınırlarının daha ötesine gitmeleri imkansızdı.
SilKurtuluş ordusu, Trakyaya varmadan, o dönemki askeri liderlerimiz, Trakyaya giriyoruz, çekilin dediler. Aslında bir nevi blöf idi bu, Yunan bunu yedi Meriç nehri batısı ile güney kısmına mevzileri kurdular. Oraya girmek bizim için Anadoluya giren Yunanın yaşadığını yaşamak olurdu.
Lozan'da Mondros şartlarına zorlamak istediler İsmet paşayı. Gazi paşa özellikle İsmet'i gönderdi, çünkü İsmet paşa inatçıdır. İsmet paşayı etki altına alamazsınız. Eski Osmanlı hariciyesinden gelen çok yetenekli diplomatlarımız vardı, onlara kalsaydı psikolojik baskı yerdik.
Niye? Şöyleki, Lozan da İsmet paşanın masasına kadar gelip, masasına yumruk çakanlar, elindeki resmi evrağı alıp yırtanlar olmuştur. Paşa iplememiştir, bu adamın böyle bir insani özelliği var.
Adam gelmiş Paşa nın masasına yumruk çakmış, görüşmüyorum senle başkası gelsin deyip bağırıp odadan gitmiş. Diğeri paşaya biz buraya Mondrostan geldik demiş, Paşa da ben de Mudanya dan kalkıp geldim diye laf sokmuştur. Bir diplomat asker dili kullanamaz.
İsmet paşanın savaşlarını incelerseniz, ne kadar inatçı olduğunu görürsünüz. İnönü savaşını o inat kazandırmıştır. Mevzisini bırakmayan bir adamdır. Kurtuluş savaşında, mevzi kaybedince intihar eden çok subayımız olmuştur. İsmet paşa öyle inattır ki, o son kurşunu çadırına girecek olan düşmana sıkar, ölüceksem mermiyi de düşman harcasın der, o derece hesapçıdır. Ölür, yerini bırakmaz.
O kurtuluş dönemindeki askerler, bir yerde askeri kuralları değiştirerek sonuç almışlardır.
Karabekir, ordusunu dalga dalga kullanır, askeri rotasyon ile kullanır. Kazım paşa'ya öyle dışardan şuraya gir, buraya girme kısıtlama yapamaz kimse. Bu adamlar boş lafı dinlemez. İşlerini, en iyi bildikleri hali ile yaparlar.
Bu adamlar savaş anında eldeki imkanlara uygun olarak kuralları değiştirirler. Bunların benzeri Cengiz, Büyük İskender gibi adamlar yapmıştır.
Atatürk'ün hattı müdafayı sathı müdafaya çevirmesi, eski Selçuklu Kılıçarslan ı tarafından denenmeye çalışılan bir yöntem. Hele, orduyu büyük taaruz öncesi kaydırması apayrı bir askeri deha seviyesidir.
Adamlar boşuna Mareşal ünvanı almıyorlar.
Ben subay iken, Bekaa vadisi, Kandil civarı taraflarına ara ara girerdik. Kandil dağının içinde çok güzel billur gibi su kaynakları vardır, orada yetişen kekliklerin eti lezzetlidir, lokum gibi ağzından midene iner.
Musul, Kerkük civarlarına askeri olarak inmek mevcut dünya gerçekliğinde kolay değildir. Ülkenin kuruluş döneminden önce zaten oralardaydık, büyük kayıplar ile çıktık.
Oralara, önce siyaset ve sivil halkın girmesi gerek, asker sonra gelir. Atatürk, Hatay da bunu yaptı, önce sivil halk ortamı uygun hale geldikten sonra Türkiyeye katıldılar.
Şimdi denediler, Suriye'de, bizim girmemiz planlanırken, tam tersi oldu, bi kaç yüzbin Suriyeli Türkiye ye girdi.
Sorunun özüne tekrar gelirsem, ülkenin eti budu, gücü o kadar idi, büyük devletler ile daha fazla inatlaşmanın anlamı yoktu.
20:29
SilSorgulamak her zaman iyidir.
İyidir de, doğru sorgulamak gerekir.
Siz, Kurtuluş Savaşı ÖNCESİ, yani Osmanlı döneminde kaybettiğimiz toprakların hesabını neden Cumhuriyet'i kuranlardan soruyorsunuz?
Sizin yazdıklarınıza göre:
"Osmanlı İmp. Abdülmecit, Abdülhamit, Mehmet Reşat ve Vahdettin dönemlerinde hiç toprak kaybetmedi. Sonra Kemalistler hainlik yapıp memleketi sattı, kalan topraklarda da Türkiye Cumhuriyetini kurdu." anlamı çıkıyor..
Kurtuluş Savaşı sırasında, "Bolşevik devrimi" olmasa idi, işimiz çok zordu; bunu beyninde 2 lob olan her kes biliyor..
Kastettiğiniz "Ermeni Devleti", konusunu anlamadım!
1918 e kadar Rusya, 1920 den sonra Sovyet Rusya nın bir parçası.
Doğu sınırımız, 1921 de belirlenmiş ve kesinleşmiştir.
Milli Mücadele nin "ortaklarından" Rahmetli Kazım KARABEKİR'in hakkını verip, diğerlerini şüphe ile karşılamanın ilginç..
Tarihi, "dizilerden" öğrenip yorum yapmayın..
Kronolojik sırası ile yapılan savaşları ve sonucundaki anlaşmalara baksanız bile sonuca ulaşırsınız.
Diyecek çok şey var da, burası yeri değil!
20:21
SilBirincisi, senin kastettiğin tarih dizilerini hayatımda izlemedim
İkincisi,o tarihte kemalizm diye birşey yoktu
Üçüncüsü,sorduğum olayların tarihleri
Irak'ın ingiliz mandasına girişi 1920,hükümet kuruluşu 1933,Montrö'nün imzalanması 1936
Yani bahsettiğim olayların Osmanlıyla değil,Milli mücadele ve cumhuriyet dönemiyle alakası var.
Tarihi bilgileri dogmatik olarak ezberlemek yerine bunların üzerinde düşünen bir insanı hemen Atatürk düşmanı ve düşüncelerinin-bilgilerinin televizyonda yayınlanan dizilerden ibaret bir insan olarak etiketlemek yanlış bir yaklaşım
Ayrıca ben de kanal istanbul'a karşı olan biriyim ve fizibil olmayan kamu yatırımları yapıp,bunlara akıl dışı garantiler veren kişiyle,bu işlerden para kazanan kişinin aynı kişi olduğunun bilincindeyim
Yerli otomobili sonuna kadar destekliyorum. Herşeyin yerli olmasına da çok önem veriyorum. Ancak malesef yerli tarım bile yapamadığımız canım memleketimde önceliğin otomobil, uçak falan değil de domates, pirinç, inek olmasını daha mantıklı buluyorum. Otomobil için de verilen takvimin gerçekleşme ihtimalinin çok düşük olduğu kanısındayım. 100 yıllık otomobil şirketleri bile yeni bir modelin sadece platformunu 6 yıllık periyotlarla yenileyebiliyorlar. Kaldı ki bunu da son zamanlarda marka işbirlikleri ile gerçekleştiriyorlar. O yüzden takvimi akılcı bulmuyorum şu aşamada. Sadece montaj yapılabilen bir fabrikayı Türkiye'de yapmak isteyen bir alman üretici bunun için takvimi 26 ay olarak belirlemiş.
YanıtlaSilKanal İstanbul'a gelirsek. Bilimsellikten ve gerçeklikten tamamen uzak hiçbir akla ve mantığa sığmayan bu projenin elle tutulur hiçbir tarafı olmadığını düşünüyorum. Montreux boğazlar sözleşmesinin hükümlerini değiştirmeyeceği şahsi kanaatime göre de açıktır. Bu durumda son zamanların gözde modeli ile imal edildikten sonra gemi geçiş garantisi altında biz yüklenici firmaya dünyaları öder ve kanalı hazineden yapmanın da ötesine mal ederiz bana göre. Çevreye, insanlığa vereceği zararlara değinemiyorum bile.
Mahfi Hocam, yazınız için ve teşekkür ve tebrik ediyorum sizi. Her zamanki muhteşem anlatımınız ile bir çırpıda okuyup bitirdim.
Teşekkür ederim.
SilHocam gerçekten yoruldum sonunda bu ülkeden gidiyorum. Size de eğlenceler diliyorum.
YanıtlaSilBu bir eğlence değil.
Sil"Confronting 'fear' is the destiny of a Jedi."
YanıtlaSilLuke Skywalker (Jedi master)
"Confronting 'faiz fobisi' is the destiny of an economist."
Mahfi Egilmez (Economist, Jedi master)
Alman yerli oto markasi Wolksvagen sizce yerli otodan dolayimi yatirimi askiya aldi?
YanıtlaSilBilmiyorum ama gerekçenin o olduğunu sanmam.
SilVolkswagen.......
Silyatırımı askıya aldığında bizim mühendislerin eline daha tornavida bile değmemişti. İstanbuldaki ofislerinde bilgisayar başında oturuyorlardı. Tanıtım yapılan, muhtemelen arge çalışmalarının yapılacağı binaya daha yeni taşındılar.
Neden askıya alındı derseniz bence iki ihtimali olabilir.
1) ABD yaptırımları eğer tam kadro geçerse Türkiye'de imalat yapan şirketlerin işlerini ciddi miktarda zorlaştıracaktır. Bu durumda ayrıca hükümetin ektra zorluk çıkarması da olasılık dahilindedir.
2) Ürettikleri araçları satamayacaklarını düşünmüş olabilirler. Malumunuz Türkiye'de otomotiv satışları çok sıkıntılı ve bu durumun düzelmesi de orta vadede olası görünmüyor. Türkiye piyasası riskli.
Avrupa piyasasına bakarsak: AB karbon emisyon yasaları yürürlüğe giriyor. Üreticilerin büyük bölümünün bu emisyon değerlerini tutturmaları çok zor. Elektrikli araçlara geçişi zorlamak için bu yasalar daha da sıkılaştırılacak gibi görünüyor. Kısaca Avrupaya satış da sıkıntılı.
Bu durumda yatırım yapmadan önce biraz beklerler, eğer durumda düzelme olmazsa yatırımı iptal ederler.
Trakyanın savunulması ile ilgili görüşler ortaya çıkıyor, önderliğini eski GKB İlker Başbuğ çekiyor. Bir demecinde Trakya bölgesinin savunmasında mekanize birliklerin geçiş zorluğundan bahsetmişti.
YanıtlaSilEski asker olarak Trakya savunması ile ilgili bilgi verebilirim.
25 m genişliğindeki bu kanal, askeri olarak Trakya savunmamızı zorlar.
Başbuğ'un bahsettiği tankları biz her türlü, kanalın üzerinden geçiririz, benim tahminim bugünkü teknolojik şartlarda 2 hafta kadar gecikme yapar.
Türkiye nin güvenliği ile ilgili sorunu, Trakya değildir. İstanbul'un askeri olarak kontrol dışında olmasıdır. Son bir kaç yılda, İstanbul'daki tüm birlikler şehir dışına çıkarıldı, şehir içindeki kışlalar, askeri binalar ve araziler, askeri kullanım amacı dışına alındılar.
Savaş durumundan daha öncelikli olarak, istanbul ilinde bir asayiş sorunu, salgın hastalık, deprem, düşük ihtimal bile olsa isyan durumunda şehir kontrol edilemeyecek haldedir.
20 milyonluk şehri, her akşam evine giden bir kaç on bin tane polis koruyamaz.
İstanbul u kontrol etmek için, kışlada konuşlu askerlere ihtiyaç vardır. Dışardan onbinlerce askeri acil bir durumda şehre getiremezler. Bu askerlerin güvenli yatakları, banyoları, yemekhaneleri, toplanma alanları, görev aktarım alanları, taşıma araçları, yemek ve techizat lojistikleri gibi sorunları olur.
İstanbul , kontrol altında olmadığında, yağmalar, hırsızlık, tecavüz, toplu hane basmalar, toplu silahlı eylemlerin önü alınamaz.
Sabah toplanıp, akşam evine gitmek zorunda olan polis teşkilatı yetersizdir. Polislerin çoğu toplu ulaşımın da aksadığı ortamda ya evlerine gidemez, ya görev yerlerine gelemez.
Bağdat örneğinde yaşanıldığı gibi, bir kargaşa durumunda, polis teşkilatı fiilen işlevini kaybeder, yerini yerel çetelere bırakır. Polisler de kendi ailelerini koruma güdüsü ile üniormalarını çıkarırlar.
Trakya savunmasına gelir isek, istanbul da birlik yok iken, trakya ya isteyen herkes girer, bunun kanal istanbul ile bağlantısı yoktur. İstanbul da askeri birlikler var iken, Trakya ya girişimiz, iki hafta kadar uzar iken, İstanbulda asker olmaması durumunda, Trakyaya giriş için uygun bir süre kimse veremez. Boğaz köprülerinden tank geçmesi o köprülerin savaş hukukuna göre imhası için yeter sebeptir. Köprüsü olmayan istanbuldan kim nasıl tank geçirir ben bilemem.
Kanal en çok, Trakya halkına yarar. Olası bir savaş durumunda Trakya bölgesine İstanbuldan göçmen akınını keser.
En kötümser senaryo ile konuşursam, olası bir savaş durumunda, Birleşmiş Milletler askeri güçleri Trakya bölgesinde, İstanbul Kanalının batı tarafında konuşlanırlar. Kanalı doğal bir bariyer olarak Avrupaya geçmek isteyen Türk göçmenleri İstanbulda tutmak için kullanırlar, kanalın doğu yakasına insani yardım çadırları kurarlar.
BM askeri Türkiye'ye girdiğinde, Türk askerinin yapacak bir şeyi kalmaz. BM askerine karşı gelemezler.
İlker başbuğ bu konuları bilir, niye milletin dikkatini incir çekirdeği doldurmayan kanal üzerinden mekanize birlik geçirilmesi hadisesine çekti anlamış değilim. Politik bir grubun da anti-kanalcılar olarak o kısma balıklama atlamalarını da manidar bulurum.
Türkiye'nin askeri olarak sorunu öncelikle İstanbul içindeki askeri lojistiğin ayağa kaldırılması, eski kışlaların ana işlevlerine kavuşturulmasıdır.
Eski bir komutanıma, fikir çaktırmayı sevmem, ancak iyi bir komutan da, emekli bile olsa, kendini iki yıl hapse tıktırmaz. Elalem ne der demeden doğrunun peşinden gitmesi gerekirdi, Silivri ye girmek yerine, asker arkadaşlarını Silivri'ye uğurlamak yerine, Silivriyi başlarına yıkması gerekirdi.
Elinize sağlık.
SilBen esas belirleyici konun donanmanın Marmara ve Karadeniz'de sağlayacağı üstünlüğe bağlıyorum. Ve elbette avcı uçaklarının hava üstünlüğü sağlaması mühim.
Kanal sağlayacağı dezavantaj, ordunun İstanbul dışına çıkarılmasından büyük değil. Söylediğiniz gibi şuanda esas sorunu ordunun Trakya'ya uzak şekilde konuşlanması yaratıyor.
Bahsettimiz kanalın genişliği sorun değil. Fakat bu çift taraflı. Köprüler zarar görse dahi onarımı veyahut yeni köprü yapımı oldukça kolay olacaktır.
Kanala muhafelet edilecek çok konu var. Fakat askeri yönünün kritik olmadığı görüşündeyim.
Hepsini okudum hocam.sağolun.Bir soru da ben sormak isterim.Kanal İstanbul, Montrö'nün şartlarını ortadan kaldırmaz tabii ki. Olaya parasal yönden bakınca elbette dediğiniz gibi, neredeyse bedava bir geçiş olan boğazlar tercih edilir.Bildiğim kadarıyla doğal bir kanalla, yapay bir kanalın şartları farklı oluyor. Siyaseten ele alırsak, savaş zamanında,bu yapay kanaldan geçmek işine gelmez mi ülkelerin? Üç kuruş parayı önemser mi? Yani benim öğrenmek istediğim bu kanal güvenliğimizi tehlikeye atar mı? Aynı Montrö şartlarını uygulayabikecek miyiz?
YanıtlaSilÇanakkaleden giriş hala Montrö Boğazlar Sözleşmesine tabi olacağı için Egeden girişi engeller ama kanal İstanbul Rus gemilerinin Karadenizden gelip Marmara'ya geçişini engellemez. Bu da bize ciddi sorunlar yaratabilir.
SilSu noktalari dikkate almakta yarar var:
YanıtlaSil1. Boğazlardan geçen gemilerin çoğunun Rusya'nin dunya ticareti ile ilişkili olduğunu düşünüyorum. Rusya'nın ekonomisi pek fazla büyümüyor. Nüfusu artmıyor, azalıyor. Ukrayna da pek farkli durumda degil. Önümüzdeki yıllarda gemi trafiğinin artacagini destekleyen bir kanıt bulunmuyor. Nitekim [1] deki istatistiklere bakarsak 2006 yılında 54880 olan geçiş sayısı 2018 yılında 43999'a düşmüş.
2. Küresel ısınmanın uzun dönemli bir etkisi de Arktık deniz ticareti rotalarının yılın 12 ayında kullanılmasının mümkün hale gelmesi [2]. Rusya'nın Asya ile olan deniz ticaretinin önemli bir kısmının o tarafa kaymasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
[1] https://atlantis.udhb.gov.tr/istatistik/gemi_gecis.aspx
[2] https://www.nationalgeographic.com/environment/2019/08/map-shows-how-ships-navigate-melting-arctic-feature/
Yunan gemileri de az değil.
SilVarlık barışı ay daha uzatıldı. 30 haziran 2020 tarihine kadar yurt dışındaki paraları getirin deniyor. Demekki ekonomi çooookkk güzel.
YanıtlaSilSürekli barış halindeyiz parası olanlarla yeterki para gelsin vergi istemezükk
Hocam çok güzel, muhteşem bilgilendirici bir yazı olmuş. Ellerinize sağlık. Bu yazıyı bence her yere yaymak gerekiyor. Herkes kulak dolgusu bilgilerle birşey söylüyor. Son paragraf gene öldürücü olmuş. Öncelikle sizin, sonra da burada bulunan tüm okurların yeni yılını kutlarım, sevgi ve saygılarımla :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
SilBilkent Üniversitesi'nde Daron Acemoğlu'nun yaptığı konuşma:
YanıtlaSil[https://m.youtube.com/watch?v=oUqthmcRD_k/]
* 'Özgürlük'ün kıymeti üzerine niçin daha dikkatli düşünmeliyiz?
* 'Devletler' niçin güçlü olmak zorunda?
* İklim değişikliğine ve doğa katliamına karşı sokaklarda, meydanlarda protestolar düzenleyen insanlar, devletlerden korkmuyor mu?
* Hong Kong'da protestolar düzenleyen insanlar, Pekin'deki despotik devlet müdahalesinden korkmuyor mu?
* İnsanlar protestolar düzenleyerek; iklim değişikliği konusunda adımlar atması için, doğa katliamını durdurması için devletlerin daha fazla sorumluluk almasını talep ederek aslında yine devletlerin gücünü pekiştirmiş olmuyor mu?
* 'Tiv' kabilesi üzerine incelemeler yapmak için kabile ile birlikte 1949-1953 yılları arasında yaşayan ve sonrasında 20 yıl gözlem yapmaya devam eden antropologlar Paul ve Laura Bohannan, bu kabilede 'devlet' mekanizmasının kurulmasına niçin izin verilmediği ile ilgili hangi bulgulara ulaştı?
* Antik 'Atina' devleti döneminde bir kanun olan 'Ostracism (dışlama, sürgün etme) kanunu'nun amacı neydi?
Her yıl 'agora'larda Atinalılardan bir kiremit parçası üzerine, Atina'dan 10 yıl boyunca sürgün edilmesini istedikleri bir kişinin ismini yazmaları niçin istendi?
İsmi en çok yazılan kişi 10 gün içinde Atina'yı terk etmek zorundaydı, ve eğer sehre dönmeyi denerse 'ölüm' ile cezalandırılırdı.
General 'Themistocles' de, sürgün edilenlerden biriydi.
Atina halkı, muazzam askeri başarılar kazanmış 'Themistocles'in sürgün edilmesini niçin istedi?
Cevaplar, Daron Acemoğlu'nun konuşmasında.
Ulkemizin boyle bir kanal projesini gerceklestirecek ne bir mali gucu vardir ne de bir ekonomik gucu bulunmaktadir.Kendi basinin derdine dusmus yurdum insaninin da kanalin nimetini kulfetini dusunecek,hesap edecek bir hali kalmamistir.Konunun mensei okyanuslarin dibinde kirilan fay hatlari gibi ulkemiz sinirlarinin disindadir.Burada yaratilan tusinami dalgalari ulkemiz kiyilarini vurmaktadir.Deprem bizden cok uzaktaki okyanuslarda da olussa tusinami dalgalari bizim sorunumuzdur.Bu acidan kanal projesinin lehindeki ve aleyhindeki olusumlarin ulkemizde ortaya cikardigi bu tsunami dalgalari bundan boyle artip azalarak kiyilarimizi dovmeye devam devam edecektir.Proje hakkinda hocamizin yazdiklarina ilave edecek bir sey bulamiyorum.Burada sinav devletin ve milletin bir dayaniklilik testine tabii tutulmasidir.Umarim ifade edebilmisimdir. Saygilar At-Ba
YanıtlaSilBırakın askeri problemleri bir yana sivil halkın Avrupa yakasındaki ulaşımı nasıl olacak Önce kanalı yapıp bir de üstüne çok sayıda kara ve demir yolu geçişi sağlamak gerekecek Bunun yapım maliyeti ve geçişin ücretlendirmesi nasıl olacak ? Diğer riskler bir yana bıraksak bile sadece İstanbul halkı değil Trakya da yaşayan tüm vatandaşların yaşam ve ulaşım koşulları çok olumsuz bir şekilde değişmeyecek mi ? Kanal vasıtası ile ülkemizin Trakya toprakları her anlamda ile ikiye bölünmüş olacak. Mevcut boğazların (İstanbul ve Çanakkale) vatandaşların yaşam koşullarını nasıl etkilediğini düşünecek olursak aynı alanda yapay olarak neresinden baksanız devasa maliyetlere mal olacak yeni bir fiziki bariyer hayatı nasıl etkiler ? (kanalın genişliğinin görece az olamasına aldanmayın. Aynı kanalı Irak veya Suriye sınırına yapmaya kalksanız kaç terörist ülkemize geçebilir?) Bu arada ülkemizde yaşayan ve bu bölgeyi hiç bir zaman kullanmayacak olan milyonlarca insanımızdan (vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu) alınan vergilerle bu kadar yüklü maliyeti ödeme ve ödetme problemi halka nasıl anlatılacak ? (özellikle bir süre sonra maliyeti karşılayamadığı anlaşılırsa)
YanıtlaSilKanal İstanbul ile ilgili bir takım görüşlerimi aşağıdaki yorumumda belirtmiştim.
YanıtlaSilhttp://www.mahfiegilmez.com/2019/12/2020ye-girerken-bir-durumtespiti.html?showComment=1577449739833#c899585622832308427
Her ne kadar ekonomist değilsem de projenin ekonomik çehresiyle ilgili görüşlerimi de belirteyim.
Bir bakkal dükkanı açmak isteyen bile iyi kötü aklı yettiğince bir fizibilite çalışması yapar. Onun için adı fizibilite olmasa bile esasında bir fizibilite hesaplamasıdır. Rahmetli halam fizibilite sözlerini çok duyduğunda bana fizibilite nedir diye sormuştu; ben de onun anlayacağı şekilde anlatmıştım. Bana “anladım, hakkı b.kunu öder mi hesaplaması” demişti. Bundan daha veciz bir ifade olamazdı. Tabii ki bu mali fizibilite. Bir de teknik fizibilite var.
Gelelim Kanal İstanbula, elde bir fizibilite çalışması var mı, belli değil. Gelirlerin ve giderlerin bugünkü değerleri (present value) hesaplanmış mı? Bugünkü değerler hesaplanırken kullanılan iskonto oranı ne kadar? Bunlardan rantabilite (benefit/cost) hesaplanmış mı? Projenin iç karlılık oranı (internal rate of return) ne kadar çıkmış? Bunların hiç birine ulaşılamıyor.
Sadece ‘yapacağız, ille de yapacağız’ söyleminden başka bir şey yok ortada. Bir önceki mesajımda çoğunlukla işin teknik hususlarından bahsetmiştim. Orada maliyetlerin de eksik hesaplandığı kanaatimi de belirtmiştim.
Tekrar etmem gerekirse bu proje ülkemizi iki dizi üstüne çökertecek bir projedir.
Maalesef bence de bu proje talimata göre fizibilitesi çıkarılarak projelendirilmiş görünüyor.
SilHocam 1983 yılından itibaren neden fiyat güncellenmesi yapılmadı inanılır gibi değil. Bunun bilinen bir sebebi var mı?
YanıtlaSilAslında 1983'de yapılan bir güncelleme değil İsviçre Frangının altın karşılığının kaldırılması sonucu geçiş ücretinin Dolara çevrilmesi işlemidir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi herhangi bir güncelleme yapılmasını öngörmemiş, Altın Frangın esas alınmasını öngörmüştür. Bizim iddiamız o tarihte Frangın altın karşılığının 0,29 gram olması nedeniyle 0,29 gram altının bugünkü Dolar karşılığının esas alınarak hesaplamaların yapılmasıdır. Eğer bu kabul edilirse zaten sürekli güncelleme olacak demektir. Bunun için de tarafları toplantıya çağırıp görüşmek gerekiyor.
SilAnladım Hocam teşekkür ederim
SilTürk tırları her yıl çoğunluğu Avrupa yönüne 1,5 milyonu aşkın taşıma yapıyor. İhracatımızın en büyük kısmının gerçekleştiği Almanya'ya yapılacak bir taşımada 10'a yakın ülke sınırından geçiliyor. Yarın bir gün yabancı gemiler kanaldan geçmeye zorlandığında, önemli bir kısmı yaş meyve sebze taşıyan tırlarımız zaten zor geçtikleri yabancı gümrük kapılarında günlerce bekletilirse ne olacak ?
YanıtlaSilBir rant uğruna yarab, ne kanallar açılıyor...
Bence reis, Kanal İstanbul isimli bir TV kanalı açsın, Berat'la damat orada çalsın, söylesin. Oy verenleri farkı anlamaz zaten.
Ben tirciyim 30 yildir kamyoncuyum. Kanalistanbulu destakliyorum.
SilHocam konuyla alakasız olacak ama sizce de bddk'nın yaptığı düzenlemeler yabancı yatırımcıyı daha fazla korkutacak cinsten değil mi? Yabancı yatırımcı olmazsa ekonomimiz durgunluğa girmez mi? Hatta düşüşe geçmez mi?
YanıtlaSilYabancı yatırımcılar artık görünene değil vaatlere bakıyor. Küçük yatırımcı kaçar bu da büyük olana daha fazla yer açar
SilAdsız 14:05
Sil"Küçük" yabancı yatırımcı, paraları tahta bavula koyup elini kolunu sallayarak değil büyük bir fonun içine karışmış vaziyette, yani "büyük" yabancı yatırımcı olarak gelir. Türkiye'ye o bahsettiğiniz "vaatler" nedeni ile son birkaç yıldır ciddi fon girişi yok, bilakis çıkışı var. Gelenler de yamyam fon olarak nitelenebilecek bir takım maceracı, vur-kaççı hedge fonlar. Bilir bilmez konuşmayalım...
Mahdut dayı, sayılarla destekler misin yorumunu yoksa iki satır ezberle sağa sola ahkam mı kesiyordun?
Sil20:44 Hacı dayı,
SilBen piyasa hareketlerinden ekmek yiyorum, haliyle de düşünürken ve konuşurken sizler gibi organlarımı karıştırma lüksüm yok, beynimle düşünüp ağzımla konuşmak, ellerimle de yazmak durumundayım. Sen de beyninle düşünüp ağzınla konuşmayı öğrenerek sorarsan sayılarla desteklerim ama buna bile gerek yok, hiç duydun mu bilmem ama Google diye bir şey var, orada ararsan sen bile bulursun diye tahmin ediyorum.
Mahfi Hocam'a bu güzel araştırma yazısından dolayı,
YanıtlaSil[https://m.youtube.com/watch?v=oUqthmcRD_k/] linkini paylaşan arkadaşımıza da bu güzel paylaşımından dolayı içten teşekkürlerimi sunuyorum. Hocam'ın yazısı ve linkteki konuşma oldukça ufuk açıcı.
Herkese tavsiye ederim.
Herkese Mutlu Yıllar....
Teşekkürler, iyi yıllar.
SilBöyle bir durum söz konusu değil.
YanıtlaSilÇok bilgilendirici bir yazı olmuş Mahfi Bey. Yalnız bir sorum olacak. 'Yap işlet modeli Osmanlı'nın son zamanlarındaki hangi ekonomik faaliyete benzetilebilir?'
YanıtlaSilVagon Lits imtiyazına benzetilebilir.
Silhttp://www.mahfiegilmez.com/2017/03/vagon-liden-yap-islet-devrete.html
{Ben bir tur cıyım, kanal İstanbul'u destekliyorum.}
YanıtlaSilİşte, en çok merak ettiğim:
Kanal İstanbul için inşa edilecek köprüler.
Yüksekliğin, altından geçen gemilere uygun olmalı.
Ekonominin 3 temel dayanağı olan tarım, sanayi ve hayvancılıkta ne kadar yerli ve milliyiz?
YanıtlaSilSayın Mahfi hocam merhabalar. Sizin yazılarınızı takip eden bir öğrenciniz olarak gerçekten sizin yazılarınızla büyüdük. Yorumların arasında bir yorumunuzda şunu yazmışsınız:
YanıtlaSilBunu babam da söylese aynı yazıyı yazardım.
Yorumunuzda ki bu düşünce biçimiyle paralel olarak ve haddim olmayarak bir eleştiride bulunmak istiyorum.
Uluslararası hukuk uzmanı sayın Rıza Türmen beyefendinin bir yazısı var. Bu yazının linki aşağıdadır:
https://t24.com.tr/yazarlar/riza-turmen/kanal-istanbul-ve-montro-sozlesmesi,24880
Bu yazının bir bölümünde şu hususlara değinilmiştir:
Birincisi, Montrö Sözleşmesi'ndeki "Boğazlar" sözcüğü, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı'nı kapsar. Montrö Sözleşmesi'ndeki "Boğazlar" yani İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı bir bütün ve tek bir su yolu. Kanal İstanbul ise, Montrö Sözleşmesi dışında kalan başka bir alternatif su yolu.
O nedenle Kanal İstanbul'dan geçerek, Montrö Sözleşmesi'ne tabi olmayan bir gemiye Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı'ndan geçerken Montrö hükümleri uygulanamaz. Kanal İstanbul'dan geçerken Montrö Sözleşmesi dışında kalan bir gemi, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı'ndan geçerken de Montrö Sözleşmesi dışında kalır.
Sizin yazınızda belirttiğiniz husus ise burada yazanın tam tersi. Şöyle yazmışsınız:
Montrö Boğazlar Sözleşmesi yukarıda da değindiğimiz gibi yalnızca İstanbul Boğazından geçişleri düzenleyen bir antlaşma değildir. Sözleşme, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul (Karadeniz) Boğazı deniz trafiğini düzenleyen bir antlaşmadır. Kanal İstanbul, savaş gemilerinin Karadeniz’e İstanbul Boğazı kısıtlamalarından kurtularak çıkmasının önünü açsa da Akdeniz’den gelip Çanakkale Boğazından Marmara Denizi’ne geçmesinin önünü açamadığı için örneğin ABD donanması Karadeniz’e Montrö Boğazlar Sözleşmesi kısıtlamalarına tabi olmadan geçemeyecektir. Dolayısıyla Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksei Erkhov’un “Kanal İstanbul’un Karadeniz’deki hukuk rejimini belirleyen Montrö Boğazlar Sözleşmesini değiştirmeyeceğini, değiştirmediği sürece de Türkiye’nin kendi meselesi olacağı” yolundaki açıklamasını bu çerçevede anlamak gerekir.
Dolayısıyla yorumunuz sayın Rıza Türmen' in yaptığı yorum ile taban tabana zıt oluyor.
Bu noktada bir öğrenciniz olarak ben sayın Rıza Türmen beyefendinin görüşünün doğru olduğunu düşünüyorum. Bunun birçok nedeni olmakla birlikte sizin yorumunuzun doğru olduğu varsayımını yapacak olursam; şu sorunun cevabını bulmakta zorlanıyorum: 1950 den beri Amerika neden kanal İstanbul'un yapılmasını ısrarla istiyor? Boşa mı kürek çekiyorlar acaba?
Bu noktada sayın Rıza Türmen beyefendiyi tanıyıp tanımadığınızı bilemiyorum. Bu yorumdan sonra yazısını okuduktan sonra kendisiyle irtibat kurarak veya yazısında yer alan ilgili hususu değerlendirerek tekrar bir yazı yazarsanız bence çok yerinde olur. Böylece sizi beğenerek takip eden öğrencilerinizin kafasında oluşan çelişkiyi gidermiş olursunuz.
Anti parantez olarak ben projeye karşı olmamakla birlikte taraftar da değilim. Kendimce tarafsızım. Bana cevap verme nezaketini göstereceğinizi düşündüğümden bu hususu da belirtmek istedim.
Bu yazı ve önceki tüm yazılarınız dolayısıyla bizlere kattıklarınız için teşekkür ederim ve saygılarımı sunarım hocam.
Merhaba.
YanıtlaSilBen sıradan bir vatandaşım,çok eğitimli birinsan değilim.04-04-2021 tarihindeki 103 Amiralin yayınladığı bildiri sonrası,bir miktar bilgim olan ama yeterince olmayan,Montrö Boğazlar sözleşmesi için google üzerinden araştırma yaparken Sn.Eğilmezin bu yazısına ulaştım,bilgilendirici eğitici yazınız için çok teşekkür ederim.Ben bu münazarada yer alarak
hem kendimi geliştirmek,hemde hemde yanıtlarından,siyasi görüşünü tahmin ettiğim ,değerli insanlar ile bu güzel demokratik ortamda yer almak istedim.Her türlü görüşe saygılı bir insan olarak,tüm katılımcılara saygılarımla...
Bu kadar çok yanıtlanan bir yazıda;Kanal İstanbul'un katma değeri yada negatif etkileri değil,tamamen siyasi görüşlerin şekillendirdiği ,bu şekil etkisi ile fikirlerin yazıya dökülmüş hali mevcut kanatindeyim..Ne yazıkki yanıtlama yapanların ,siyasi görüşlerinin etkisiyle değilde,mantık/uzmanlık ve bilgilerinin ışığında yazıyormuş gibi davranması ancak ortaya gerçek bir fizibilite/açılım/matematik bırakamadıkları kanaatindeyim.15.20 deki yanıta katıldığımı bliertmek isterim.Ben kanal İstanbula karşı değilim.Gerçekten iyi bir proje ve planın olması,gerçek maliyetlendirme,çevre etkisi,ulaşım etkisi,doğal yaşam etkisi ,turizm-konaklama etkisi gibi bir çok faktörün bir arada düşünülmesi,kanaatindeyim.Bu güzel münazarada şuana kadar okduklarım,Kanal İstanbula karşı,şahsımda negatif bir düşünce oluşturmamıştır.Teşekkür ederim
Sayin hocam,CED raporunda,istanbula kanal yapilmasinın yaninda çanakkale bogazinada kanal yapılmasını önermektedir
YanıtlaSil