Yapısal Reformlar Rehberi
Bugünlerde hangi ekonomik konuyu
tartışmaya başlasak sonu mutlaka gelip yapısal reformlara bağlanıyor. Birisi
“bütçe iyi gidiyor” dese “doğru ama yapısal reformlarla desteklenmediği
takdirde sürdürülebilir değil” diyoruz ya da birisi “büyüme düşecek” dese “çünkü
yapısal reformları yapmadık, cari açık düşerse büyüme de ister istemez düşüyor”
diyoruz. Herkesin bildiği, tam olarak tanımlayamasa da saygı duyduğu sihirli
bir deyim 'yapısal reform.'
Daha önce bu blogda 'Nedir BuYapısal Reformlar?' başlıklı bir yazım yayınlanmıştı. Ama üzerinden biraz zaman
geçtiği ve konu güncelliğini hiç kaybetmediği için bu yazıyı daha kapsamlı
olarak (ekonomi dışı yapısal reformları da hiç değilse sıralamak şeklinde)
yeniden yazmaya karar verdim. Burada konu edeceğim yapısal reformlar hemen
elden geçirilmeye başlanması gereken temel konulardır. Bunlara daha birçok
reform eklenebilir.
Yapısal reform, bir sistemin daha
verimli çalışabilmesi ve şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilebilmesi için
o sistemin yeniden yapılandırılması olarak tanımlanabilir. Ekonomi dışından bir
örnek vereyim. Diyelim ki İstanbul’u olası bir depreme karşı daha güçlü bir
hale getirmek istiyoruz. O zaman eskiden depremlere dayanıklı olarak yapılmamış
yapıları yıkıp depreme dayanıklı yapılar yapmanız gerekiyor. Bu, hem zaman
alacak hem de pahalıya çıkacak bir dönüşüm. Ama tamamlandığında hem kentin
görünümünü güzelleştirecek hem de depremlere dayanıklılığını artıracak bir
yapısal dönüşüm.
Diyelim ki
sürekli açık veren bir sosyal güvenlik sistemi söz konusu. Örneğin her ay
sisteme üye olanlardan 100 lira prim toplanıyor ve bu gelir faiz hesaplarında
ya da tahvil getirisinde nemalandırılarak 110 liraya çıkarılıyor. Buna karşılık
yine diyelim ki sistemden sağlık gideri ve emeklilik maaşı alanlara da ayda 130
lira ödeniyor. Bu durumda sistem her ay 20 lira açık veriyor demektir. Bu açığı
kapamanın üç yolu var: (1) Üyelerden alınan primleri artırmak, (2) Emekli maaşlarını
ve sağlık sigortası katkılarını düşürmek, (3) Emeklilik yaşını yükseltmek, (4) Borçlanmak.
Borçlanmak geçici bir çözümdür ve bazen de sorunu ağırlaştırabilir. O halde
kalıcı çözüm için ilk üç düzenlemeyi yapmak gerekecektir. Bu düzenlemeler
başlangıçta sıkıntı yaratacak ve belki de siyasal iktidara oy kaybettirecek önlemlerdir
ama sosyal güvenlik sisteminin iflas etmemesi için yapılması şarttır. Bu
düzenlemelere 'yapısal reform' diyoruz.
Yapısal
reformların önemli bir bölümü yukarıda sosyal güvenlik sistemi örneğinde
değindiğim gibi siyasal iktidarın oy kaybıyla sonuçlanabilecek kararlara
bağlıdır. O nedenle de kolay kolay uygulamaya konulamıyor.
Türkiye’nin
ihtiyacı olan yapısal reformlar üç başlıkta toplanabilir: Siyasal reformlar, sosyal
reformlar, ekonomik reformlar. Bunlardan ilk ikisindeki önemli alt başlıkları
sıralayalım, üçüncüsünün ayrıntılarına girelim.
Siyasal reformlar
Bu alanda
atılması gereken birçok yapısal dönüşüm adımı söz konusu. O nedenle bunlardan
en önemli olduğunu düşündüğüm birkaç reforma değinmekle yetineceğim. Türkiye’nin
siyasal alanda yapması gereken yapısal reformlar Anayasa değişikliği ile başlamak durumundadır. Bu değişiklikler
yapılırken sistemi, batı ülkeleri düzeyine çıkarabilmek için demokrasiyi,
özgürlüğü, düşünce özgürlüğünü, hoşgörüyü, kişi haklarının korunmasını, en üst
düzeye çıkaracak ve kısıtlamaları savaş hali gibi çok zorunlu hallerle sınırlı
tutacak düzenlemeler yapılması gerekiyor. Anayasa değişikliğini izlemesi
gereken reform seçim sisteminin ve
siyasal partiler sisteminin düzenlenmesi olarak karşımıza çıkıyor. Seçim
sisteminde baraj uygulamasının kaldırılması şart görünüyor. Siyasal partiler
kanununda paralel değişiklikler yapılması, milletvekilliğinin (en fazla iki kez
seçilmek gibi) süre sınırlandırılmasına tabi tutulması, lider egemenliğini
kaldıracak düzenlemelerin yapılması gibi birçok konu bu çerçevede sayılabilir.
Bu ikisi bu alandaki en önemli adımlar. Diğerleri bunlardan sonra yavaş yavaş
tamamlanabilir.
Sosyal reformlar
Yapısal
reformlar için en geniş alan budur. O nedenle bu alanda en önemlileri olduğunu
düşündüğüm iki başlığa değineceğim. Bu ikisi Türkiye’nin geleceği açısından
olduğu kadar ekonomisine katkı bakımından da en ön sırada yer alıyor. Bu
çerçevede en başta eğitim sisteminin dönüştürülmesi yer alıyor. Türkiye’nin bugünkü eğitim sistemini köklü
olarak değiştirmesi ve eğitimde tümüyle bilimin egemen kılınmasından başka çare
bulunmuyor. Türkiye ne yazık ki bu alanda 30 – 40 yıl öncesine göre çok daha
geriye gitmiş bulunuyor. Eğitim sisteminde 30 – 40 yıl önceki sisteme geri
dönsek ve o sistemi günün koşullarına göre revize etsek bu alanda yapısal
reform yapmış olabiliriz. Ağır ve siyasal baskıya açık olarak çalıştığından
şikâyet ettiğimiz adalet sistemini kaliteyi
de artıracak biçimde hızlandırmak için hâkim, savcı ve mahkeme sayısını
artırarak daha hızlı sonuç alınacak ve siyasal etkilerden bağımsız kılınacak
bir adalet sistemi kurmak hukuk alanında yapısal reform olarak değerlendirilebilir.
Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu tümüyle siyasal iktidar dışında kendi mesleki
sınırları çerçevesinde sistemi, atamaları, terfileri yönetecek hale getirilirse
bu alandaki tartışmalar önemli ölçüde sonlanmış olabilir. Bu iki alanda
gerekenler yapılabilirse diğer sosyal reform konuları bunların ardından yavaş
yavaş tamamlanabilir.
Ekonomik reformlar
Asıl konumuz
bu olduğu için buraya biraz uzun yer ayırmamız gerekiyor. Bu alanda da
yapılması gereken çok şey var. Buna karşılık yukarıda olduğu gibi burada da en
temel gördüğüm konuları ele alacağım:
Büyümenin ithalâta bağımlı yapıdan
kurtarılması ve cari açığın düşürülmesi: Türkiye, 2000’lere kadar bütçe
açığını, 2000’ler sonrasında ise cari açığı itici güç olarak kullanmış ve bu
itici güçle büyümüştür. Yani açık vermeden büyüyemeyen bir ekonomi
görünümündedir. Bu görünümden kurtulmak yani açık vermeden büyüyebilmek için iki
yol var: İç tasarrufları artırmak veya üretimin ithalâta dayalı yapısını yerli
girdilere yöneltmek. Her ikisi de zaman alıcı ve biraz can acıtıcı önlemleri
gerektirse de tıpkı deprem önlemi gibi mutlaka yapılması gereken şeylerdir.
Eğer bu iki önlem alınıp da yapısal reform yapılamıyorsa o zaman tek çare
büyüme hızını potansiyel büyüme düzeyi olan yüzde 5’lere düşürmektir. Demek ki
bu alanda yapısal reform yapamamanın maliyeti daha yavaş büyümek olacaktır.
Bunun maliyeti ise işsizliğin düşürülememesinden başlayan birçok başka sorun
olarak karşımıza çıkacaktır.
Bu konuda iki
önlem söz konusudur. İlki kısa vadede kanamayı durdurmak için ithalatı pahalı
hale getirecek kur artışıdır. Bu bir yapısal reform değildir. Çünkü yapısal
reform kalıcı düzeltme sağlayacak önlemlerle yapılır, oysa kurların yükselmesi
yoluyla ihracatın artması ve ithalatın düşmesi sonucunda ortaya çıkacak cari
açık düşüşü geçici düzeltme sağlar. Yani yapıdaki eksikliği, yanlışları kalıcı
olarak düzeltemez. Bu eksikleri düzeltmek için ithal mallarından içeride de
üretilmesi mümkün olanları teşvik ederek dışarıya ödenecek dövizi azaltmak
yoluna gidilmesi gerekir. O nedenle ben bu alanda ‘kısmi ve geçici ithal
ikamesi’ yaklaşımını ortaya atmıştım. Bu yaklaşımı ithal mallarından burada da
aynı fiyata üretilebilecek olanları geçici süreyle teşvik ederek maliyetini
düşürmek şeklinde özetleyebilirim. Bunu yapabilmek için öncelikle sanayi
ürünlerinin envanterini çıkararak maliyet, vergi, satış fiyatını sıralamak,
sonra bunları dünya fiyatlarıyla kıyaslamak ve hangilerinde teşvik yapılacağını
belirlemek gerekir. Bu yolla cari açığı düşürmek mümkün olabilir. Buradaki
kritik nokta fiyat olarak rekabet edemeyeceğimiz ürünleri burada üretmeye
kalkışarak kaynak tahsisinin bozulmasına yol açmamaktır.
Bütçe gelirlerinin konjonktürel etkilerden
mümkün olduğunca arındırılması: Bu konuda atılması gereken ilk adım vergi sisteminin
KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilere dayalı olmaktan çıkarılmasıdır. Vergi
sisteminin, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi dolaylı vergilerle gelir ve kurumlar
vergisi gibi dolaysız vergiler arasında dengeli ağırlıkları içeren bir yapıya
dönüştürülmesi gereklidir. Bu değişiklik öncelikle adil bir vergilemenin
yerleştirilebilmesi için gereklidir. Çünkü dolaylı vergiler düşük gelirliden
oransal olarak daha yüksek vergi alınmasına yol açar. Bu dönüşüm ayrıca ithalât
artışına bağımlı vergi geliri artışlarından uzaklaşmamızı sağlayacağı için de
önemlidir. Bugünkü durumda ithalat (dolayısıyla cari açık) arttıkça vergi gelirleri
de artmakta, dolayısıyla bütçe açığı azalmaktadır. Bu ikili arasındaki ters
ilişkiyi mümkün olabildiğince kırmak gerekir. Bu reformun bir başka yararı da
kayıt dışılığı önlemesinde ve GSYH hesaplarının gerçeği göstermesinde görülecektir.
Sosyal güvenlik ve sağlık reformu: Bu
konu yalnızca Türkiye’nin değil birçok ülkenin sorunudur. Türkiye, birkaç kez
iflas aşamasına gelmiş olan sosyal güvenlik sistemini genellikle primleri
artırarak ve emeklilik yaşlarını yükselterek reforme etmiş ve sistemi yaşatmaya
devam etmiştir. Bugün de bu alanda alınması gereken önlemler bulunuyor. Önümüzdeki
dönemde sosyal güvenliğin sorun yaratmaması için bu alanda sürekli olarak
maliyet dengelerini izlemek gerekiyor. Bu aşamada bundan daha önemlisi sağlık
reformudur. Son yıllarda Türkiye bu alanda önemli gelişmeler sağlamış ve
vatandaşlarının sağlık hizmetlerine ulaşmasını kolaylaştırmıştır. Ne var ki her
düzenleme gibi burada da sınırlar iyi belirlenemediği zaman maliyetler yüksek
oluyor. İngiltere, 1980’lere girerken genel sağlık sigortası (national health
service) yüzünden batmanın eşiğine gelmişti. Bizim de bu konuyu yeniden ele
alıp maliyete dayalı bir sistemi hayata geçirmemiz gerekiyor. Aksi takdirde bir
süre sonra bütçe bu yükü taşıyamayacak hale gelebilir.
Enerji faturasının azaltılması için gerekli
tasarruf önlemlerinin alınması. Enerjimizi dışarıdan ithal ettiğimiz için
cari açığa olumsuz katkı yapan bu ithalât kalemini azaltıcı önlemleri almamız
gerekiyor. Bu konuda yapılabilecek işler ötekilere göre daha sınırlı görünüyor.
Petrol ve doğal gazımızın olmaması ya da ticari boyuta taşınacak düzeyde
bulunmaması alternatif enerji üretimi kaynaklarına yoğunlaşmamızı gerektiriyor.
Bu alanda güneş ve rüzgâr enerjisi, biyoenerji alanlarında yoğunlaşmanın yanı
sıra nükleer enerjiyi de planlarımızın içinde tutmamız ve bu yolda asımlar
atmamız gerekli görünüyor. Cari açığımızın çok önemli bir bölümünü enerji
faturası tuttuğu için bu alanda yapılabilecek küçük düzeltmelerin bile katkısı
olacağını düşünüyorum.
Sektörel reformlar: Bu noktada
bankacılık reformundan reel sektöre yönelik reformlara kadar bir dizi düzenleme
yapılması gerekiyor. Türkiye, 2001 krizinden sonra bankacılık sektörünü ister istemez reforme etti. Son 40 yılda
yaptığımızı en önemli yapısal reform budur. Onu da kendi isteğimizle değil,
kriz sonucunda zorunlu olarak yaptık. Buna karşılık mali sektörün bankacılık
dışındaki alt sektörlerinde (sigortacılık, leasing, faktöring vb) henüz tam
olarak reformları yapmadık. Bunların hızla tamamlanması gerekiyor. Bu
alanlardaki denetim ve gözetim görevinin de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurulu (BDDK) örneğinde olduğu gibi bağımsız bir kuruma verilmesi bu alanda
atılacak ilk adım olabilir. Benim bu konudaki önerim bir Mali Sektör Düzenleme ve Denetleme Kurulu oluşturulup bunun altında
BDDK ve Diğer Mali Sektör Kuruluşları Düzenleme ve Denetleme Kurulu adında iki
kurumun bulunmasıdır. Bu kurum kurulduktan sonra bankacılık dışı mali sektör
kuruluşlarının düzenlenmesine ve denetlenmesine bağımsız olarak bakmaya başlamalıdır.
Reel sektörün de ciddi anlamda bir
yapısal dönüşüme sokulması gerekiyor. Bu çerçevede son dönemde Türk Ticaret
Kanunu ile atılmaya başlanan adımlar ne yazık ki daha işin başındayken
budanarak birçok açıdan işlevsiz hale getirildi. Bunların yeniden ele alınması
gerekiyor. Özel sektör kuruluşlarının çoğunun ticari defterleri, belgeleri,
mali tabloları gerçeği yansıtmaktan uzak bulunuyor. Bu alanda bankacılıkta
yapılana benzer sıkı düzenlemelerin hayata geçirilmesi zorunlu görünüyor.
Değerlendirme
Yukarıda
değindiğim gibi yapısal reformların en önemlileri olarak düşündüklerime
değindim. Bunlara eklenebilecek birçok konu var. Örneğin özelleştirme bunlardan
birisidir. Üstelik özelleştirme, gelir sağlayıcı bir reform olduğu için
başlangıçta gelir kaybettirici olacak olan yapısal reformlar için destek
sağlayabilecek bir adımdır. Bu gelirleri, geçici ve kısmi ithal ikamesi gibi
öteki yapısal reformların yaratacağı gelir kayıplarının telafisinde kullanmak
mümkündür. O nedenle özelleştirme gibi geçici gelir artışı sağlayacak
reformları diğerlerini yapacak zamanlara denk getirmek önemlidir. Türkiye son
on yılda özelleştirmelerden 60 milyar doların üzerinde gelir sağladığı halde bu
saydığım yapısal reformların hiçbirini yapmamış, yalnızca düşük gelirlilere uygun
fiyatla konut sağlama yolunda TOKİ kanalıyla bazı adımlar atmıştır. Türkiye,
son on yılda konjonktüre dayalı geçici önlemleri yapısal reformlara tercih
etmiştir. Örneğin faizleri düşürmek ekonominin canlanmasına yol açmış ama işin
temelindeki sorun çözülemediği için faizler yeniden artmış ve ekonomik büyümeyi
frenlemeye başlamıştır. Kredilerin artması büyümeyi canlandırmış ama dışa
bağımlılıktan kurtulamayan ekonomi, bu büyüme artışıyla cari açığını artırarak
risklerini, yükseltmiştir.
Son on yılda kişi
başına gelirini 3.000 dolardan 10.000 dolara çıkarmakla övünen bir ekonominin
bu on yılın sonunda hala en temel yapısal reformları tartışıyor olması inanılması
zor bir durumdur. Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar büyük bir
fırsatı heba etmemiştir. Ne yazık ki o uygun konjonktür artık tersine dönmüş
bulunuyor ve yapısal reformları yapmak artık eskisi kadar kolay görünmüyor.
Elinize saglik hocam, guzel yazı.
YanıtlaSilHocam, bir iki kesim bu yapısal reformların gerekliliğinden bahsetse de -bu işe girişmek pek kolay olmasa gerek ki-, hükümetin şuan planın da yok gibi.
YanıtlaSilHaklısınız.
SilTam hatırlamıyorum ama Ocak sonunda Ali Babacan seçimden sonra bir paket getireceklerini açıklamıştı gibi.
SilElinize saglik hocam, guzel yazı.
YanıtlaSilTeşekkürler
SilYazı için elinize sağlık hocam. Lakin idarecilerimizin gelecek kuşaklar yerine gelecek seçimlere odaklandığı bir toplumda bu yazdıklarınız sadece birer hayal olarak kalır kanaatindeyim hocam..
YanıtlaSilTeşekkürler.
SilHaklısınız. Aksi olsaydı 30 yıldır konuşup duracağımıza bir bölümünü olsun yapardık. Ama yine de biz yapılması gerekeni dile getirmeye devam edelim.
Haklısınız hocam. Maddeler halinde yazdığınız yapılması gereken reformlar arasında şu aşamada bence en temel ve en önemli olanlar; gerçek anlamda bir demokratik ortamın tesis edilmesi, düşünce özgürlüğünün sağlanması ve eğitim alanında daha çok bilimselliğe yer verilmesidir. Bunlar gerçek manada sağlandığı takdirde zaten diğer yazdıklarınız sırasıyla gerçekleşecektir. Tabiki süreç gerektiren işler ve kısa vadede zor. Hocam şu an gelişmiş dediğimiz toplumlar da zamanında bu aşamalardan geçtiler peki biz neden hala geçemiyoruz. Bununla ilgili önerebileceğiniz sosyolojik bir tahlil makalesi veya bir kitap var mıdır?
SilBir toplumun bu aşamalara geçebilmesi için böyle bir talebi olmalı. Yani daha fazla demokrasi, daha fazla düşünce özgürlüğü talep etmeli. Bunu talep edebilmesi için de yeterli eğitimden geçmiş olması gerekli. Sizce Türk toplumu çoğunluk olarak bunları talep edebilecek bir eğitim düzeyinde mi?
SilBizde bu haklar hep Cumhuriyet'le geldi. Onun içidir ki ben öteden beri "bizde cumhuriyet, demokrasiden önde gelir" diyorum. Çünkü biz elimizdeki hakları savaşarak, dövüşerek yani hak ederek kazanmadık. Bunları bize Atatürk ve Cumhuriyet yönetimi verdi. Ama yeterince eğitimli olmadığımız için bunların değerini anlayamadık ve her seferinde yeni bir padişah aradık.
İnsan hak etmeden elde ettiği şeyi savunamaz. Çünkü değerini tam olarak anlayamaz.
Hocam çok teşekkür ederim, tahlilinizde çok haklısınız. Türk toplumu kesinlikle bunları talep edebilecek düzeyde bir eğitime sahip değil hocam. Benim görüşüme göre bütün bu dezavantajlarımızın temelinde dinin etkisi mevcut. Çünkü tarihten bu yana dini kurallar ile yönetilmiş ve din çoğu zaman sömürülerek halkımız cahil bırakılmıştır. Mensubu olduğum İslam dininin kutsal kitabı olan Kuran bütün bunların tam tersine ''Oku'' ayetiyle başlamaktadır. Bundan daha güzel başka bir mesaj olamaz bence ama ne yazık ki bunu görememişiz ya da işimize gelmemiş. Bu iktidar sahiplerinin işine gelmemiş. Sanırım konudan baya bir saptım ama görüşlerim bu yönde. Tekrardan teşekkürlerimi sunuyorum size hocam.
Silhocam türkiyenin 1980 ile 2000 arası ve 2001den günümüze döviz politikası müdahaleli esnek kur sistemi diyebilirmiyiz. saygılar
YanıtlaSilEvet müdahaleli esnek kur rejimi (dirty float)
SilHocam yine rehber olacak nitelikte bir yazı yazmışsınız.Ancak ne yazık ki,geçmişten gelen tecrübeler ve ülkemizde son yaşananlar dahilinde ne söylediklerinizi gerçekleştirecek bir irade ne de bunun yapılabileceği bir zemin artık kalmadı.Ve bu reformlar yapılmadığı için de nesiller kaybedilmeye ülkemiz kan kaybetmeye devam ediyor.
YanıtlaSilSaygılar.
Teşekkürler.
SilYazık ki haklısınız demekten başka bir şey yazamıyorum.
Sonunda beklenen yazı geldi... Hocam elinize sağlık yine çok güzel bir yazı. İnsan okurken hayiflanmiyor değil. Aslında receteyi uygulamak gerçekten zor değil. Ama bunu yapacak siyasi iradeyi bulmak zor. Kaba taslak saydiginiz bu reformlardan özellikle ekonomik yapisal reformları bile yapsak inanılmaz bir sicrama gösteririz. Bence bu basli basina iyi bir tec konusu. "Turkiye ekonomisinin yapisal sorunları ve cozumleri" baslikli bir tez ve ekonometrik çözümlemelerle muthis bir tez olabilir.
YanıtlaSilÇok teşekkürler.
SilEvet iyi bir tez konusu olabilir. IMF sitesinden pek çok ülke deneyimi de bulunabilir.
Yasama ile yürütmeyi birbirinden ayırmazsanız ve yürütmedeki kişilerin siyasetçi gibi populizme kaymasını önleyecek orta uzun vadeli hedefleri olan partili. cemaatten ayrımı yapmadan belirlenecek kriterlere göre belirlenmesini ve yürütmeyi denetleyecek bağımsız mekanizmaları ve bağımsız yargıyı oluşturamazsanız bunu da sağlayamazsınız.Yani 1945 den sonraki Türkiye manzarası gibi işte bilimin aklın mantığın ve aslında herkesin bildiği bu basit ilkelerin uygulanması konusunda gereken toplumsal irade ve kültür oluşamadığı için de uygulanmamasının sonuçlarını kimilerine göre sürpriz olmayan bir şekilde hep yaşar dururuz.
YanıtlaSilMahfi Bey siyasete soyunanlar ve siyasi partiler icin guzel bir el notu hazirlamissiniz , sn, Ozal ve ekibi hayal olan ekonomik radikal reformlari iktidar olduklarinda bir ayda yapmislardi basarilarinin hepsi o radikal reformlarda gizlidir, basarisizliklarinin en onemli oldugu yerde , iktidar olsalarda muktedir olamamislardi, anayasanin cumhurbaskanina vermis oldugu yetkilerle karsilarinda cumhurbaskanini , anayasayi ve ihtilalin gucunu buldular kolay olmadi ve onlardan kurtulayim derken kendi mustesarini, kendi yargicinini, kendi medyasini kendi denetcisini uretmeye ayirdigi zaman ve ozellestirmeleri saglayamamasi onun sonu oldu.. Bugun ulkede secim meydanlarinda keske bu yapisal reformlar konusulsa keske TV ekranlarinda liderler yapisal reformlari tartissa ve daha degerli fikirler ortaya ciksa.. Bu yazinizda yapisal reformlari saglayacak Ehil hakimin 4+3=7 yil ile uretilmesi ancak 10 yilda saglanir , yeterlilik imtihanlari yapilarak siyasete bulasmis hukuk nosyonu bile yeterli olmayan hakimler sistemden atilir, denetimin bagimsizligi saglanirsa mal beyanlari ve servet beyanlari ile hakimlarin % 30 uda oyle temizlenir mulkun temelindeki sorun diger reformlarin yapilmasini engelliyor, bilmez kisiler bilir kisi olmaz, hukukcular siyasallasmis, mali denetciler siyasetcinin tetikcisi haline getirilmis bu kadrolarla ve en onemlisi ne istedigini bilmeyen halkimizla bu reformlar hep 30 sene sonra bu ulkeyi kurtarirsak ne yapmamiz diyen gencler icin yararli bir gun onlar iktidar olduklarinda yol haritasi isterlerse Mahfi hocanin bu yapisal reformlarini yapsinlar sorun kalmaz diye dusunuyorum elinize usunuza saglik bunlar buza yazilan yazilar degil, bir gun birileri bu haritaya bakarak demokrasinin, saydamligin yolunu bulacaktir.. Sevgi , saygi ve selam ile Mujdat guler
YanıtlaSilÇok teşekkürler.
YanıtlaSilNe var ki hangi yapısal reformu yaparsak yapalım kamuoyunun sahip çıkmadığı şeyleri yaşatmak mkün olamaz.
Mulakatlara hazirlandigim bu surecte boyle anlasilir guzel yazilar yazdiginz icin cok saolun hocam
YanıtlaSilMülakatlarda başarılar dilerim.
SilMahfi Bey, ellerinize sağlık, kapsamlı ve güzel bir yazı. Fakat yazınızda bir yer aklıma takıldı. Bankacılık dışı sektörlere de BDDK gibi bağımsız bir denetleyici atanmalı demişsiniz. Mevcut durumda leasing ve faktoring sektörlerinde durum böyle değil mi şu anda? Bildiğim kadarıyla bu sektörleri BDDK düzenliyor, hatta düzenleyici kanunlar da yeni çıktı. Sigortacılık sektörünü de Hazine Müsteşarlığı denetliyor. Bu noktayı netleştirebilir misiniz rica etsem? Sevgi ve selamlarımla.
YanıtlaSilBu sektörleri BDDK nın düzenlemesini doğru bulmuyorum. Bunlara sigortacılık da dahil edilerek ayrı bir kurul oluşturulmalı ve ikisinin üstünde bir koordinasyon kurulu olmalı diye düşünüyorum. Sigortacılığın Hazinede kalmasının bir anlamı yok.
SilBu yapıda sizce sermaye piyasalarının düzenleyici kurumunun yeri ne olmalı Hocam? Teşekkürler
SilHocam müthiş yazı. Yalnız keşke eğitimi en başa alsaydınız. Bugün sanayinin gelişmemesindeki en büyük etken üniversitelerin kalitesizliği, araştırma yapmaması. Eğer üniversiteler doğru çalışırsa girişimcilik artar ekonomi dönmeye başlar.
YanıtlaSilBu arada sizden bu başlığın bir devamı olarak girişimcilik üzerine de bir yazı bekliyoruz. Tabiri caizse ağzı olan konuşuyor ve kendini guru ilan ediyor girişimcilik konusunda ama sizin gibi akademisyen unvanıda olan değerli bir ekonomistin bu konuyu ele almasının çok daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Teşekkürler.
SilBurada yazdıklarım bir sıralamaya göre yazılmadı. Öyle yazsam haklısınız eğitimi en başa almam gerekirdi. Çünkü ötekiler de aslında eğitime bağlı çoğunlukla.
Girişimcilik üzerine bir yazı yazmayı düşüneceğim.
hocam saygılarımı sunuyorum. bu hafta başlayan gelir idaresi başkanlığı mülakatları için komisyon karşısına çıkacak bizler için önerileriniz var mıdır? teşekkür ederim.
YanıtlaSilBu blogdaki sınav ve mülakat rehberi yazım dışında yeni önerim yok. Başarılar.
SilTEŞEKKÜR EDERİM. SAYGILAR
SilMahfi Hocam, yıllardır anlatıyorsunuz, sizlerin arkasından gelen bir nesil olarak bizler de durumun farkındayız ve söylemeye çalışmaktayız. Ancak, maalesef ki bu reformların yapılabilir olduğuna inanabileceğim hiçbir oluşum göremiyorum. Piyasa reform yapmaz. Doğası gereği statükocudur. Reform, çok sayıda dengenin temelden değişmesi anlamına gelir. Piyasanın üzerine siyasetin kendi çıkarlarını temsil eden statükocu yapısı devreye girince, reformu savunmak sadece ülke çıkarlarını düşünen iyi niyetli insanlara kalıyor. Siyasetin, kendi içinde kapalı, halktan ayrıcalıkları olan, imtiyazlı bir sınıf yarattığını düşünmekteyim. Bu genelleme herkes için geçerli olmayabilir ama genel trend böyle. Türkiye'de, başka bir model görmediğim için "var olanı" tespit etmek yönünde bir görüş benimki. Olması gereken bambaşka elbette. Fakat, bu yapıdan yukarıda sözünü ettiğiniz reformlar çıkmaz. Ancak, reform adı altında siyasi şov çıkar. Bugüne kadar olduğu gibi. Bizler de, bir kenarda üzülmeye devam ederiz ve yeni nesiller de Türkiye'ye eşik atlatacak fırsatları ıskalamaya devam ederler. Bu yazdıklarım, 1971'dedoğup, kendimi bildiğimden beri bu ülkede gördüklerimin özetidir.
YanıtlaSilSaygılarımla,
Arda Tunca
Siyaset, halktan üstün, imtiyazlı bir sınıf olma yolunu tercih ettiği sürece reform gelmeyecektir. Reformu piyasa yapmaz. Muhafazakardır zira. Yazınızda belirttiğiniz siyasal ve sosyal reformlar var bu işin temelinde. Demokrasi, adalet, insan hakları, hukukun üstünlüğü var işin özünde. Bunlar olmadan, ekonomide reform olmuyor, olamıyor. Ancak ve ancak reform adı altında halka yutturulanlar çıkabiliyor ortaya. 1971'de doğduktan ve kendimi bildikten sonrasında Türkiye'deki tecrübelerim bana bunları anlattı. Olması gereken çok farklı tabii. Ancak, ideal olanın ne olduğunu konuşmaktan çok uzaktayız. Çok kişinin çok beğendiği ve büyük reformcu dediği Özal da bu ülkeyi bir gazeteyle yönetmekten söz etmişti. Bu kafayla yönetilen ülke, demokrasi talep edemiyor. İnsanlar talep etmeye alışık değil çünkü. Talep ettiğinde de sindiriliyor. Bu ortamdan ekonomik reform çıkması ancak hayal ve sadece iyi niyetli insanların, Türkiye'nin eşik atlamasını isteyenlerin ortaya dökebileceği bir temenni. İçinde bulunduğum ruh halini geçen gün özetledim. Gerçekten, can sıkıcı koşullardayız. http://ardatunca.blogspot.com.tr/2014/02/ilerleyemeyen-ulke.html
YanıtlaSilSaygılarımla,
Arda Tunca
http://ardatunca.blogspot.com.tr/2014/02/ilerleyemeyen-ulke.html
YanıtlaSilBu görüşlere katılmamak mümkün değil. Ne yazık ki hepimiz ortama bakınca umudumuzu yitiriyoruz.
YanıtlaSilBlogunuzdaki yazınızı çok beğendim.
Yazı için teşekkürler hocam.
YanıtlaSilYanlız sosyal güvenlik sistemiyle ilgili çözüm önerisinde sıkıntı var. Sanki kitaba uysun diye yazılmış çözümler gibi duruyor. Refahı arttırmadan bunları başarmak, bunları başarmadan da refahı artırmak çok zor. İki yönlü çıkmaz gibi bir durum var.
(aşağıda yazdığım açıklamalar sadece "kendimce" durumu anlamak için, yazınızı eleştirmek haddime değil)
- Emekli maaşlarını ve sağlık sigortası katkılarını düşürmek
- primleri artırmak
Bu iki çözüm önerisi aslında en net çözüm gibi dursada en tehlikelisi. Tehlikeli çünkü sosyal patlamaya sebep olacak en önemli etkenler. Primleri arttırsan yük işçiye binecek, zaten zor geçinen işçi ne yapacak ? o yüzden primleri işçiye zarar vermeden işvereni kayıtdışılığa yöneltmeden çözüme kavuşturmalı. Sağlık sigortası zaten sorunlu durumda, GSS ile yeni mezun ve işten çıkanlara ve geçici işçilik yapıp ayın kalanını kendi borçlanarak primini tamamlamak zorunda kalan kesime yük bindirildi. Emekli maaşı 750- 1100 lira arasında gelde bunu düşür!
- Emeklilik yaşını yükseltmek
oecd ülkelerinin nerdeyse tamamında emeklilik yaşı 65 bizde de kademeli olarak yükselti bu gidişle "emeklilik hayal olmaktan çıkacak" demiyoruz aksine emekli olmamak için iş yaşamında kalmak için çırpınan kesim daha çok. Çünkü emekli olmak maaşın düşmesi demek, sıkıntı demek. Sağlık durumun el veriyorsa zaten emeklilik bu sebepten istenen bişi değil.Emekli olup bahçeli bir ev alıp torun sevmek, dinlenmek, gezmek artık rahat etmek... tüm bunlar emeklilik kelimesinin yanında yalancı konumunda kaldı.
- Borçlanmak
zaten borç öyle bir seviyeye gelmişki daha fazla borcu kaldırmak çok zor!
Tüm bunlar yapısal reformun özü gereği yapılması gerekenler. Hiçte kolay olmayan şeyler. O yüzden hiç bir hükümet bu reformlara cesaret edemiyor. Etsede bir dönem bu reformlar için yeterli değil. ikinci, üçüncü dönem seçilme sıkıntısı yüksek. Hükümet değişince yeni gelen de reformu devam ettirmez.
Karamsar bir tablo çizdim ama işi "kitabın" dışına çıkarınca böyle oluyor, bende farkındayım ama... aması sıkıntı işte.
> Kitaba uymayan sisteme uymaz, çözümler kitaba uyuyor ama sistem konusunda da demekki bizde sistemi kitaba uyduracaz yoksa reform olmayacak.
Saygılar hocam.
Karamsar ama çizdiğiniz tablo gerçekçi. Ne var ki sizin de değindiğiniz gibi bunları yapmaya cesaret edebilecek siyasi iktidar zor çıkar.
SilTamam da yabanci markalarin Turkiye deki yerel hissedarlari buna izin verir mi ,arti bu islere gec kalinmadi mi su anda butun gelismekte olan ulkeler yapisal reformlardan bahsediyor
YanıtlaSilGeç kalındı kalınmasına da biz bunu 30 yıldır söylüyoruz.
SilHocam elinize sağlık. İstihdam piyasalarında yapılması gerekli yapısal değişiklikleri de çok önemsiyorum. İşgücü piyasalarında arz ve talebin eşleştirilmesini sağlayacak şekilde ilgili kurum ve platformların yapısının düzeltilmesi elzem bence. Bir de eğitim alanındaki yapısal reformlar ayrı ayrı ele alınmayı gerektirecek kadar önemli yanı okul öncesi eğitimi, okul eğitimi, mesleki eğitim, yüksek öğretim ve hayat boyu öğrenme için ayrı ayrı stratejiler oluşturmalıyız geleceğe yönelik olarak ve hepsi için somut hedefler konmalı. Tekrar teşekkürler yazınız için.
YanıtlaSilSerdar Öztürk
Teşekkürler, doğru diyorsunuz.
SilArtik mal uretip mal ihracati yapan ulkeler degil ,deger ihracati yapan ulkeler refah sevyesine ulasiyor
YanıtlaSilDeğer üretmek marka yaratmak demek. Hizmet sektörü dışında markamız pek yok.
SilRusya su anda urettigi yabanci oto markalarla Avrupanin en buyuk otomobil ureticisine donustu evet yabanci marka bu bir eksi onlar icin ama en ezindan bunlari yerli hammade ve yerli enerjiden uretiyorlar bunun tersine dusundugum zamanda bizde yabanci marka yabanci hammade ve yabanci enerjiden uretiigimiz zaman ve bunun uzeri kurulmus olan ekonomik modelin boyle buyuk bir cari acik vermesi sasirtici degil herhalde
YanıtlaSilmahfi bey , 3.havalimanı için şunlar söylendi:
YanıtlaSil1. bizden bir kuruş bile para çıkmayacak
2. sadece yirmi yıl sonra bizim olacak (yap işlet devret)
bu konuda kötü olan ne, bizim göremediğimiz olay var mı... çünkü bu 2 madde kulağa hoş geliyor... saygılar...
Ben ilk bakışta kötü bir şey göremiyorum.
Silmahfi bey 3. havalimanı için söylenecek hiçbir söz yok yani, herşey güzel... doğru mu... saygılar...
Sil3. havalimani ihalesinde yolcu garantisi veriliyor. Yani belli yolcu sayisina ulasilamazsa, devlet aradaki farki tamamlamayi taahhüt ediyor. Bu da 1. önermenin tam olarak dogru olmadigini (ya da siyasilerin isine gelidigi gibi kullanildigini) gösteriyor.
SilAyni mantik otoyol/köprü ihalelerinde de var. Izmir-Istanbul otoyolu, Izmit Körfez Gecisi Köprüsü, Bogaz Tüp Gecit de bu sekilde. Bir kurus para cikmadigi noktasinda hemfikir degilim.
Bir de isin ekolojik boyutu var. Eldeki 2 havalimaninin daha efektif kullanilmasi ile ayni sonuc yakalanamaz miydi sorusu... Bu da nihayetinde dissal maliyetleri artiriyor. Ama zaten son olaylarla, 3. hl. düsüncesinin insaat sektörünü canli tutmak icin oldugu ziyadesiyle anlasildi.
Oytun
Hocam kaleminize sağlık, Adaletten, Eğitime, Ekonomiden, Siyasete her alanda reforma ihtiyaç var, Atatürk bu millete çok fazlasını verdi ama millet hazmedemedi eğitimsiz bırakıldı, cahilleştirildi ve son resimde durum ortada. Bu millet ya Cumhuriyet ve Atatürk'ün değerini anlayıp ilerleyecek ya da "ortadoğu" ülkelerinden biri olmaya devam edeceğiz. Bu arada 60-70-80 li yıllarda "gominist" diye aydın kesime yapılan kıyımın etkilerini şimdilerde doyasıya tatmaktayız. Hayırlı olsun...
YanıtlaSilEklenecek bir şey yok.
Silkapitalizmin kendi iç çelişkilerini ve kendi karşıtını yaratır...
YanıtlaSilHocam selamlar,
YanıtlaSilElinize sağlık, önemli bir konuyu yalın bir çerçevede açıkladınız, başucu makalesi niteliğinde bir yazı.
sayglarımla.
makalenizi okuyunca karamsarlığa düşmemek elde değil. reformların hazırlığını yapacak, uygulayacak ve hatta risk alacak iktidarın (yasama, yürütme, yargı ve hatta medya) öncelikle reforma ihtiyaç duyması karamsarlığımı artırıyor. tünelin zifiri karanlığı ;top yekün gözlerimizin kapalı olmasının sonucu aslında...
YanıtlaSilNe yazık ki öyle.
SilSayın Eğilmez
YanıtlaSilYazınızı her zamanki gibi keyifle okudum. Çok bilgilendim. Ancak bizim toplumumuza özel bazı yapısal hususlara dikkatinizi çekmek isterim. Bizim siyasi hayatımızda ve yaşantımızda hep insan , şirket kayırmacılığı, ayırımcılık yapılmıştır. Toplumumuzda dürüstlük ve saygınlık gibi bazı kavramların pek önemi kalmamıştır. Teoride çok doğru olan düzenlemeler uygulamada tamamen tersi netice vermiştir. Bence yapısal reformlara geçmeden önce toplumsal reformlara, değer yargılarına yani işin başına dönülmeli, güvenilirlik ve saygınlık gibi kavramların önemli hale getirilmesi gereklidir. Ben şahsen verilen ihracat , ithalat rakamlarının doğruluğuna pek güvenemiyorum. Bu rakamların Avrupa ve ABD gibi gelişmiş ülkelerin bize olan ihracat ve bizden olan ithalat rakamlarıyla karşılaştırılması önem arz etmektedir. Bunlar yapılmadan, ne yapısal reformlar yapılırsa yapılsın, insan, şirket, sektör, yöre kayırmacılığımız ve siyasal yozlaşma sebebiyle beklenen netice alınamayacaktır.
Saygılarımla
Nizamettin Çetinyılmaz
Çok teşekkür ederim.
SilAslında bu saptamanız son derecede doğru. Konu yasal düzenleme yapmakla bitmiyor. Öyle olsaydı şimdiye kadar çoğu sorunu çözmüş olurduk. Asıl mesele uygulama. Toplumsal yaklaşımların, anlayışların değişmesi gerekiyor. Yoksa şimdiye kadar olduğu gibi çıkarılmış ama uygulanmamış yasal düzenlemeler çöplüğüne yeni şeyler eklemiş oluruz.
her şey güzel de,esas yapısal reform beyinlerde olur,kadınların üretime katkıda bulunması,tito dönemindeki gibi gençlerin günde 8 saat yazın çalışması lazım,dağ taş ne bulursak ihraç etmemiz lazım vs vs,ama bunların hiç biri olmaz,çünkü burası orta
YanıtlaSildoğu :)))
Hocam bir konuda işin içinden çıkamadım yardımcı olursanız sevinirim; ödemeler dengesi açığı diyince cari açıktan daha genel düşünerek işin içine sermaye ve net hata hesabını katıyoruz ve sonuç olarak ödemeler dengesi açığına rezervlerdeki değişim diyoruz. Hocam deniyor ki ödemeler dengesi açığı yada fazlası kura etki eder deniyor örneğin ödemeler dengesi açığı olursa kur yukarı çıkar denmekte burasını pek açıklığa kavuşturamadım örneğin ;başlangıçta kurun 2tl olduğunu ve o ülke 1 yıl içerisinde yaptığı ekonomik ilişkiler neticesinde 50 milyar$ cari açık verdiğini ve bu ülkeye 40 milyar$ girdiğini varsayarsak ödemeler dengesi açığı 10 milyar$ dır ve bu para rezeervlerden sağlanmıştır yani hocam döviz piyasasında 50 milyar$ talep ile döviz talebi yukarı kaymıştır ama aynı şekilde 40 milyar$ dışardan gelen sermaye ve 10milyar$ rezervlerden piyasaya verilen sermaye döviz arzını 50milyar$ yapmıştır ve bu seferde arz artmıştır ve sonuç olarak yine 2tl de dengeye gelmiyor mu yani ödemeler dengesi açığı olduğunda kur yükselir denilmesini anlayamadım açıklığa kavuşturursanız sevinirim ?(hocam verdiğim örnekte ödemeler dengesi ile kur arasında ki ilişkiyi analiz etmek istedim yoksa piyasa kurunu beklentiler gibi değişkenler etkilemektedir ? )
YanıtlaSilÖdemeler dengesinde cari açık vardır ve bu sermaye ve finans hesaplarıyla finanse edilir, edilemeyen kısmı ise rezervlerden kullanılarak kapatılır (net hata ve noksan olmadığını varsayıyorum.) Diyelim ki cari açık 50 milyar dolar ve buna karşılık 80 milyar dolarlık döviz girişi oldu. Bu durumda ülkede döviz fazlası oluşur ve kur düşer. Ama eğer bu cari açığa ek olarak geçmişten gelen mesela 50 milyar dolarlık da borç ödemesi varsa o zaman ihtiyaç 100 milyar giriş ise 80 milyar dolar olduğu için 20 milyar dolar daha bulmak gerekir. Talep arttığı için de kur yükselir. Mekanizmayı böyle düşünün.
SilHocam bence Turkiye’de zorunlu olmadıkça yapısal reform yapmak mümkün değil, daha da ötesi yapısal reform diye bir takım yüzeysel şeyler yapıp günü kurtarmayı tercih ediyoruz. Gündemden bağımsız söylüyorum, yıllarca özelleştirme yanlısı birisi olarak, özelleştirmenin temel amacı olan “verimlilik ve kamu kaynaklarının doğru kullanılması” ile uzaktan yakında ilgisi olmayan şeyler yapıyoruz. Gene yerli malı kullanma ( bunu futbola çok benzetiyorum) hevesi ile üstün teknolijinin ülkeye gelmesini engelleyip mesela enerji verimliliği ile ilgisi olmayan yerli eski teknolojilerin kullanılmasını teşvik ediyoruz, toptancı bir yaklaşımla ithalat karşıtı olup, yüksek katma değer yaratacak teknelojilerin ülkeye gelmesini engellemeye çalışıyoruz, bu örnekleri artırmak çok çok mümkün, işin en acı yanı ise, birilerinin “iş yapması” gerekiyor, yani yetkili birilerinin eline kalemi alıp madde madde “şu an kanun böyle, işleyişte söyle sıkıntılar var, ileride şöyle şöyle sıkıntılar olabilir” vs şeklinde sorunları ortaya koyması ve çözümleri akıl,mantık ve bilim bakış açısından sapmadan uygulaması gerekiyor, bu yetenek, çalışkanlık ve iyi niyet gerektiriyor, açıkçası ben ne yöneticilerimizde, ne de talep edenlerde bu 3’nün bir arada ( olumlu olmaya çalışıp 3’ü bir arada diyorum) olduğunu düşünmüyorum.
YanıtlaSilKaramsardan ote bir hayal kirikligi icindeyim, umarim haksiz cikan ben olurum.
Kadir Ozturk
Ben de size hak verdiğim için umarım ikimiz de yanılırız.
SilHocam bir ülke cari açık verdiğinde bu açık aslında bir şekilde ya sermaye hesabında fazla verilerek yada rezervlerden bir şekilde karşılanılıyor aslında yine döviz talebi döviz arzına eşit olmuş olmuyor mu ? Yani denge ilk noktaya geri dönmüyor mu burasını açıklarsanız sevinirim yani ülke 40 milyar$ açık verip ülkeye 100milyar$ sermye girerse ilk başta döviz arzı döviz talebinden fazla olduğu için kurlar düşer deniyor sonrasında merkez bankası fazla dövizi piyasadan alıcı olarak aldığında bu seferde talep artıyor yine aynı yere gelinmiş olmuyor mu?
YanıtlaSil2014 yılında Türkiye'nin ödemesi gereken 160 milyar dolar dış borcu var. Buna 50 milyar dolar da cari açık eklerseniz eder 210 milyar dolar. Yani döviz ihtiyacı sadece cari açıktan ibaret değil. Hesabı buna göre yapın.
SilYazının en önemli cümlesi şu :
YanıtlaSil"Türkiye’nin bugünkü eğitim sistemini köklü olarak değiştirmesi ve eğitimde tümüyle bilimin egemen kılınmasından başka çare bulunmuyor. Türkiye ne yazık ki bu alanda 30 – 40 yıl öncesine göre çok daha geriye gitmiş bulunuyor."
Başka söze gerek var mı ?
Eğitimi geriye götürelim, ama kalkınalım.
Tek bir örnek var mı tarihte ??
Bugün Türkiye bunu yapmaya çalışıyor.
Bu kadar bunalmasının en önemli nedeni bu.
Hocam yazı için teşekkürler! Yargıtay Eski Başkanı Sami Selçuk vahim ama bir o kadar da gerçek bir söz söylüyor " Biz vatandaş olduk ama birey olamadık". hocam ne yazık ki haklarımızdan haberdar değiliz, zihni yapımız bizim gerçek bir demokrasi olmamızı engelliyor. Ee vatandaş haksız da değil ölüyü gösterip sıtmaya mecbur ediyorlar geçmişimiz pek parlak yönetimlerle anılmıyor. Vatandaş kuyruğa girmedikçe, aç kalmadıkça var olan yanlışlıkları, hukusuzlukları umursamıyor. Özgürlük,demokrasi,hukuk vb kavramlar lüks karşılanıyor. Böyle düşünenler toplumda çoğunlukta ise demokrasinin, hukukun ve ekonominin mahiyeti tam anlamıyla kavranamaz. Üzülerek söylemeliyim ki sizin yazdıklarınız da reyting almaz sadece tarihe not düşülmüş olur. Umarım çok karamsar olmamıştır.Selamlar!
YanıtlaSilTeşekkürler.
SilYapısal reformlarda geldiğimiz aşamaya bakınca karamsar olmak için var olan nedenler iyimser olmak için var olan nedenlere göre daha fazla.
Yazınız her zamanki gibi çok aydınlatıcı. Sağlık hizmetleri konusunda gözlemlerim de umarım sizi korkutmaz.
YanıtlaSilSağlık sistemimizin her kesiminde çalışmış bir uzman hekim olarak "Sağlık reformu" sonucu gözlemlerimi tek bir cümleyle özetleyeceğim ; 30 yıllık meslek yaşantımda sağlık hizmeti satan tüm kesimlerce devletin böyle futursuzca soyulduğu bir dönemi hatırlamıyorum. Özel/ genel hastanelere düşen her SGK lı MR , Anjio olmadan, ağzından ya da makatından hortum yutmadan kurtulmuyor . Gereksiz ameliyatlar ve yoğun bakım rezaletlerini anlatmaya kalksam okuduğum tıp kitaplarını geçer. Böylesi bir soygun ise Sağlık Bakanlığı bürokratlarından habersiz yapılamaz.Denetimsizliğin en büyük nedeni ise sağlık bakanlığında hekim kökenli müfettişlerin görevlerinde kalmaması. Fazla söze gerek yok son yıllarda sağlık istatistiklerine bir göz atmak yeterli ki buna göre 76 milyonluk ülkenin hasta sayısı bunu birkaç katı.
Teşekkürler.
SilEğer bu dedikleriniz doğruysa sistemin batması yakındır. Ben de (sizin kadar içyüzünü bilmediğim halde) bundan korkuyordum.
Hocam yukarıda eksik olarak sorduğum soruyu izniniz olursa tamamlayarak sormak istiyorum bu soruya kafamda cevap verememem beni huzursuz ediyor .hocam ülkenin hiç bir şekilde dışarıya borcu olmadığını ve bu yüzden döviz piyasasından döviz talep etmeyeceği varsayımı altında sadece şunu analiz etmek istiyorum döviz kuru ve ödemeler dengesi arasında ki ilişkiyi .1) öncelikle hocam şurada yanlışım varsa düzeltin merkez bankası piyasaya döviz verirse döviz arzı artar piyasadan döviz çekersede döviz talebi artar diyoruz şimdi soruma gelirsem sizin verdiğiniz örnekte cari açık 50 milyar dolar ve buna karşılık 80 milyar dolarlık döviz girişi oldu. Bu durumda ülkede döviz fazlası oluşur ve kur düşer diye belirttiniz burada net hata ve noksanında olmadığını düşünürsek ödemeler dengesi daima dengede olduğu için 30 milyar$ rezervlerinde artış gibi gözükecek yani hocam merkez bankası burada 30 milyar$ I piyasadan çekmiyor mu o yüzden ilk anda bankalarda 30 milyar $ lık fazla döviz varken kur düşme eğilimi gösteriyordu fakat araya merkez bankası girmesiyle piyaden 30 milyar$ I çekmesiyle bu seferde döviz bolluğu kalmadı ve kurlar yükselip eski düzeyine gelmiyor mu?yani ilk durumda döviz arzı artıyor sonra merkez bankası piyasaya girerek bu fazlalığı çektiğinde de bu sefer döviz arzı artıyor kur yine başladığı yere gelmiyor mu?
YanıtlaSil2) bu seferde örneğin 50milyar$ cari açık varken 40 milyar$ sermaye girmişse burada da şu analizi yapsam yanılırmıyım 40milyar kadarı döviz piyasasından karşılanmıştır fakat 50milyarlık talep olduğu içn kurlar yükselme eğilimine girmiştir döviz talebi fazlalığından daha sonra kalan 10 milyar$ da merkez bankası piyasaya 10 milyar$ döviz arz ettiğimden bu seferde düşme eğilimine girmez mi ?
Hocam ben analizi yaparken merkez bankasında hesaba katıyorum bilmiyorum yanlış mı yapıyorum . Hocam kısacası yaptığım analizde ödemeler dengesi fazlası olursa merkez bankası piyasadan o fazlalığı çekerek ilk önce düşme eğilimine giren kur sona Merkez'den gelen talep sonucu kur yeniden yükselme eğilimine giriyor yada ödemeler dengesi açığı olduğunda ilk önce yükselme eğilimine giren kur sona merkezin piyasaya sağladığı döviz sonucunda kur düşme eğilimine girmez mi ? Neresi yanlış hocam
Karışık bir soru. Aşağıda iki soruya verdiğim yanıtlara bakmanızı öneririm.
SilHocam bir ülkede örneğin cari açık 40milyar$ sermeye hesabı ise 60milyar$ ise (net hata ve noksan yok ise ) ödemeler dengesinde rezerv hesabında 20 milyar $ artmış olarak gözükür hocam gerçektende merkez piyasada ki Bu 20milyar$ I çekerek rezervlerine ekler mı ? Yoksa 20 milyarın hepsini değilde bir kısmını mı piyasadan çeker? Yayınlanan ödemeler dengesinde bu 20milyar rezervlerde artış olarak gözüküyor acaba bu teorik olarak mı gözüküyor onu merak ettim? Yani 20 milyarını hepsini piyasadan çekiyor mu?
YanıtlaSilRezervler teorik olarak gözükmez. Hepsi fiili rezervdir. Ödemeler dengesinde yer alan rezetrv artışları ya da eksilişleri fiili durumu gösterir.
SilHocam bir ülke cari işlemler açığı verdiğinde bunu sermaye hesabı fazlasıyla finanse etmesi gerekir örneğin cari açık 50 milyar dolar ve buna karşılık 80 milyar dolarlık döviz girişi oldu. Bu durumda ülkede döviz fazlası oluşur ve kur düşer. gerekir diyoruz peki hocam cari işlemler açığı açığı kadar sermaye hesabı fazlası verilmesse devreye merkez bankasının rezervleri giriyor diyoruz peki hocam şöyle bir durum olamaz mı illa devreye rezerv hareketleri mi girmesi lazım yani sonuçta bankaların geçmişten bu yana biriktirdiği döviz stokları yok mu yani şunu demek istiyorum bir ülkenin cari açığı 30milyar $ fakat sermaye ile gelen miktar 20 milyar$ ise geri kalan 10milyar $ sadece rezervlerden mi karşılanmış oluyor bu 10 milyar $ rezerv hareketleri devreye girmeden direk bankaların döviz stoklarından karşılanmaz mı ?
YanıtlaSil2) yoksa zaten bankalar stoklarının bir kısmını merkez bankasında tuttuğu için aslında bu 10 milyarı stoklarından karşılaması demek aslında merkez bankası rezervlerinden finanse edilmiş gibi mi gözükür ?
3) hocam birde eğer bu 10 milyar $ merkezin rezervlerinden değilde bankalrın kendi stoklarından karşılanbiliyorsa bu 10 milyar$ ödemeler dengesinde hangi kalemde yer alır ?
Sizin örnekten gidelim. Diyelim ki bir ülke 30 milyar dolar cari açık veriyor, bunun 20 milyar doları borçlanma, yabancı sermaye yatırımı, portföy yatırımı gibi sermeye ve finans hareketleriyle karşılanıyor ve geriye 10 milyar dolarlık ihtiyaç kalıyor olsun. Bu ihtiyacı karşılamak için insanlar bankalara gidip döviz talep ederler. Bankalar bu talebi karşılayınca döviz varlıkları azalır. Onlar da azalan bu varlıkları yerine koymak için MB'ye gider ve döviz alırlar. Sonunda MB'nin döviz varlıkları azalır.
SilHocam 1980'de Türkiye ve Güney Kore aynı ekonomik seviyedeydi, iki ülke de nükleer çalışmalar konusunda denkti. Bugün Güney Kore hem en büyük nükleer enerji üreticilerinden hem de ekonomik olarak bizi ikiye katlamış durumda. Tabiri caizse "muasır medeniyet seviyesine" ulaşmış bir ülke. Üstelik bu ülkenin daha evvel uzun süre Japon koloniyalizmi, Sovyet-Amerikan işgali ve 3 yıl süren yıkıcı bir savaş yaşadığını düşününce iki ülkeyi mukayese edip üzülmemek elde değil.
YanıtlaSilBenim naçizane fikrim Türkiye'nin potansiyelinin altında gelişmesinin sebebi siyasî istikrarsızlık ve popülist siyasetçilerin siyasalarıdır. Vakti zamanında emeklilik yaşının 40'a kadar çekilmesi, zarar eden KİT'leri yaşatmaya çalışması ilaahir bir sürü örnek var tarihimizde.
Öte yandan siyasi istikrar olduğu hâlde bugün hâlâ popülist iktisadî siyasalarla yönetiliyoruz. Kayıtdışı ekonomi oranı %32, halbuki OECD ortalaması %18 yanılmıyorsam.(birkaç yıl öncesinde öğrendiğim bir bilgi belki bugün oranlar değişmiş olabilir).
Kayıtdışılığın temayüz ettiği konu ise vergi kaçırılması:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24642379.asp?yazarid=82&hid=24643381
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24648697.asp
İlgili yazıda görüldüğü gibi en çok vergi kaçıran kesim esnaflarda. Tabiî hükumet oy keybetmemek için bunların boğazına yapışmıyor. Bimem ne kadar doğru bi mukayese olur, ABD'de iş çevrelerine yakın olan Demokratlar ve Cumhuriyetçiler sık sık kongrede ittifak ederek süper zenginlerin gelir vergilerini düşürmüşlerdi, orada da bu iş iyice kontrolden çıkınca Reagan döneminde vergi geliri kesintileri nedeniyle bütçe açıkları verilmeye başlanmıştı. (II.DS'ından sonra yıllık 400 bin dolar kazananlardan %91 oranında gelir vergisi alınırken, Kennedy-Johnson döneminde bu oran %70'lere, Reagan döneminde önce %50'ye sonra da %28'e kadar düşürülmüştü).
Türkiye'de de vergi kaçırılmasına göz yumularak benzer şeyi yapılıyor. ABD ile fark oradaki iş hukukî ve zenginlere yararken buradaki gayrî hukukî ve daha çok esnaflara fayda sağlıyor. O yüzden Türkiye'deki kapitalizme "esnaf kapitalizmi" desek yanlış olmaz herhalde?
Güzel bir özet. İşin temeli şu galiba. Biz kapitalizmi ekonomi modeli olarak seçmişiz ama bunun temelini oluşturacak bir burjuvazimiz yok henüz. Burjuvazi sadece zenginlikle olmaz. Bir kültür meselesidir aynı zamanda. Batıda bir sanayi burjuvazisi var bizde ise esnaf burjuvazisi. Bunu aşamadığımız sürece bugün yaşadıklarımızı yaşamaya devam edeceğiz. Kore, farklı bir model denedi. Sosyalizme dönük bir model. Ve onunla kalkınıp bugüne geldi. Biz, içine girdiğimiz modeli anlayamadık. Bugün tartıştığımız konulara bakınca bizim içinde olduğumuz sistemden hiçbir şey anlamadan rastgele sürüklendiğimizi görmek mümkün. Farklı bir sonuç çıksa mucize olurdu zaten.
SilHocam simdi cari acigi dusurecek tasarruflari arttiracak politikalara yoneliyoruz. Bu yol sanki tasima su ile degirmeni dondurmeye benziyor.Cari acigi 2014 te sifira indirsekte dis borc yerli yerinde Dis finansmanda zor olacak..Bu bize uretim yapmadan duzluge cikamayacigimizi gosteriyor. Bu herkesce malum olduguna gore niye uertimi destekleyen politikalar yapmiyoruz da sicak para uretmek icin politikalar uretiyoruz Dis finansman .pesinde kosuyoruz.Anlamak mumkun degil.Yapisal reform bu kadar mi itici.Bir turlu az da olsa yanasmiyoruz.Yukardaki saydiklarinizdan sadece egitimi ele alsak inaniyorum bes on yil icinde katma degeri yuksek mallarla ihracat yapabiliriz..Yeterki egitimi adamikilli ele alalim.
YanıtlaSilAslında iyi kötü üretim yapıyoruz. Bütün mesele yüzde 4,5 - 5'ten daha hızlı büyümek, gelişmiş ekonomilerle aradaki farkı kapatmak isteğimizden kaynaklanıyor. Yüzde 4,5 yıllık büyüsek cari açık sorunumuz olmayacak. Ya da daha hızlı büyümek istiyorsak sizin dediğiniz yapıp katma değeri yüksek mallar üretmemiz, marka yaratmamız gerekiyor. Eğitimi esaslı olarak ele alabilmek için toplumun bunu istemesi lazım. Toplum bunu istiyor mu? Emin değilim.
Silhocam ödemeler dengesi daima dengede olduğundan yani cariaçıktan daha fazla sermaye hareketi girdiğinde bu fazlalığı merkez çektiğine göre yada cari açıktan daha az sermaye girişi olduğunda bu arada ki farkıda merkez piyasaya enjekte ettiğine göre bir ödemler dengesi açığı yada ödemelr dengesi fazlası olduğunda kurun bence değişmemesi gerekir desem yanılırmıyım (tabi burada vadesi gelen borçlardan dolayı döviz piyasına talebi göz ardı ettim sadece ödemelr dengesi ile kur arasındaki ilişkiyi soruyorum )
YanıtlaSilParantez içindeki istisna edilen olay işin aslını etkiliyor. Onunla birlikte ele aldığınızda MB'nin rezervleri eriyebilir. O zaman da görünüm değişir.
Silhocam örneğin cari açığın 40milyar$ sermaye girşlerinin ise 60milyar$ olduğunu düşünürsek normalde böyle bir durumda merkez bankasının ödemeler dengesinde 20milyar artış olmuş gibi gözükecektir hocam gerçekte merkez banaksı piyasadan bu 20milyar$ ı çekip rezervlerine mi koymaktadır yoksa bu 20milyar ı çekmeyip bankalrda mı bırakmaktadır eğer bankalarda bırakıyorsa neden rezervleri 20milyar değişmiş gibi gözüküyor?
YanıtlaSil2)eğer bu paranın 20milyarını çekmeyip bankalarda bırakırsa kurun düşeceğini anlarım(o zaman ödemelr dengesinde ki fazla kuru düşürüyor derim ) eğer hepsini çekiyorsa kurlar düşmüşken merkez bankasının talebiyle tekrar artmaz mı? yani olduğu yere gelmez mi?(eğer böyle bir durum olursada ödemeler dengesinde ki fazlanın kuru düşürmediğini anlarım9 hocam dedikleridmen hangsi doğrudur
Ödemeler dengesinde sermaye ve finans hareketlerinde cari açığa göre ortaya çıkan her fazla MB'ye gitmez, bir bölümü bankalarda kalır. Bankalar ellerindeki dövizin bir bölümünü MB'ye zorunlu karşılık olarak (ROK dahil) yatırırlar. Bunlar resmi rezervlerde görünür.
SilMB, ihtiyaç olduğunda piyasaya doğrudan ya da ihaleyle döviz satar. Böylece de döviz kurlarını ayarlamaya çalışır.
Hocam belki yeri değil ama aöf nin bir kitabını bizlere önermiştiniz ama onun haricinde genel olarak iktisat çalışmalarını aöf den yapmak yararlı olur mu? yoksa o kadarda yeterli bir kaynak değil mi? Bir çok kesim tarafından aöf kitaplarına biraz işin gerçeği küçümsenecek bakılıyor siz bu kitapları mutlaka incelemiş ve yetkin birisi olarak bunları bize tavsiye edersiniz ve bu kitapları okumak bizi başka kesimlerden ayrıcalıklı kılar mı?
YanıtlaSilBen AÖF'nin kitaplarını inceledim. Son derecede yeterli kitaplar. Ekonomi eğitimi alanlar için önerim kendi kitaplarının yanında farklı bir kaynak okumak istiyorlarsa AÖF'nin kitaplarından yararlanabilecekleridir.
SilHocam kaleminize saglik.. cok guzel bir yazi.
YanıtlaSilHocam ulkemizde halen tarim politikasi popilisligini korumaktadir. Tarimsal anlamda bir kac yapisal reform söylermisiniz..
Teşekkürler.
SilKatma degeri yüksek tarımı artırmak gerekiyor. Örneğin seracılığı daga da geliştirmek ihracat için önemli.
Hocam yukarda sorduğum sorulara zaman ayırıp cevapladığınız için çok teşekkür ediyorum. Ama benim sorum tam olarak şu; kitaplarda eğer bir ülke ödemeler dengesi açığı verdiğinde kurları artar denmekte.
YanıtlaSilHocam benim burada aklıma yatmayan ve sormak istediğim şu; yukarda da söylediniz örneğin 30milyar cariaçık 20milyar da sermayegirişi olsun(soğuk para,sıcak para ve borçlanma ile finanse edilmiş olsun) kalan 10milyarı bankalar kendi varlıklarından finanse eder dediniz bu durumda talep arzı geçtiği için kurlar yükselir burası tamam ama sonrasında bankalar azalan döviz varlıklarını merkez bankasından tamamladığında yani merkez piyasaya 10milyar arz ettiğinde bu seferde kur düşmez mi? Yani ödemeler dengesi açığı olduğunda ilkden kur yükselir ama aradaki açık kadar merkez müdahale edince kur sonra düşmez mi? Öyleyse neden ödemeler dengesi açığı yada fazlası olduğun da kurlar düşer yada yükselir denmekte ?
2)Sonuç olarak merkez bankası ödemeler açığı olduğunda aradaki açık kadar piyasaya döviz arz etmek durumuda kalmıyor mu? Yada ödemeler dengesi fazla verdiğinde kur düşme eğilimine girer fakat bu fazlalığı merkez piyasadan çekerek yani dolar talep ederek bu seferde kur yükselmez mı ?
Bie ülke cari açık verdiğinde kurlar artmaz. Bir ülke cari açık verdiğinde faizler artar. Eğer o ülke cari açığı karşılayacak kadar finansman bulamazsa o zaman kurlar artar.
SilBankalar açıklarını MB'den tamamladığında bu kez MB'nin rezervi düşer o zaman MB rezerv artırmaya gider ve döviz talebi yine artar kurlar yükselir.
MB, dolar basmıyor TL basıyor. O zaman elindeki döviz sınırlı demektir. Azalınca piyasadan toplamaya başlar bu kez bankaların elindeki döviz azalır.
Hocam bir konuda ekonominin genel işleyişi açısından görüşümü dile getirmek istiyorum yanlışım yada eksiğim varsa düzeltirseniz sevinirim hocam birçok ekonomist cari açığımızın sürdürülebilir olmadığını savunuyor bunu şu şekilde açıklasam yanılırmıyım. Türkiye uzun zamandır dışardan sermaye bulmakta zorlanmıyor ve hatta cari açığının. Üzerinde sermaye giriyor gerek soğuk para gereksede sıcak para ve borçlanma şeklinde para bulmakta zorlanmıyor . Türkiye açısından olumlu olan bir gelişmenin her zaman sürecek olması tabi söz konusu değil Türkiye her zaman ya risklerindeki artıştan yada başka bir sebebten dolayı yüksek miktarlarda dışardan sermaye çekemeyebilir bu durumda ülke eskisi kadar(%6-7lerde ) açık verebilmek için ya dışardan borçlanır yada rezervleri devreye sokar ama şuda bir gerçektir ki riski yükselen bir ekonomi eskisi kadar ucuza borçlanamayabilir. ki borçlansa bile cariaçığın finansmanının her zaman borçlanmayla yapamayacağımıza göre yada sınırlı olan rezervlerimizi her zaman kullanamayacağımıza göre anca ülkeye gelen sınırlı miktarda sermaye kadar cari açık veririz yok eskisi kadar ithalat yapmak istiyorsak sınırlı olan döviz arzı sebebiyle kurlar yükselir Buda gerekli olan ülkenin üretim kapasitesinin artması için gereği olan en önemli malları ithal edemeyiz ve büyümemiz düşmeye başlar bu daha az istihdam demektir v.s bu şekilde zor durumda olan bir ülke eğer riskleri de çok yükslemişse IMF nin kapısını çalar .
YanıtlaSil2) ayrıca hocam IMF'den alınan paralar ülkede yükselmiş kurun düşmesi ni sağlamak için kullanılabilir diyebilirmiyiz
Bir ülke uzun süre yüksek cari açık veriyor ve dolayısıyla bu açığı dışarıdan borçlanarak kapatıyorsa borçları yükseldiği için yabancılar artık borç vermekte istekli davranmazlar. Bu durumda ya faizler yükselir ve borç bulmaya devam ederiz ya da kurlar yükselir cari açığı düşürürüz. Her iki durumda da cari açık devam ettirilemez.
SilIMF'Den alınan paralar cari açığı karşılamak için kullanılır ve dolayısıyla kurları da düşürür.
Hocam yazı için teşekkürler.
YanıtlaSilMusadenizle konu dışı bir soru sormak istiyorum. Önümüzdeki ppk toplantısı sonunda faiz artırımına gidilecegini düşünüyor musunuz.
Konut Kredisi çekeceğim için bu soruyla değerli zamaninizi alıyorum kusura bakmayın
Teşekkürler.
SilOlağanüstü bir şey olmazsa ve kurlar 2,50'ye filan fırlamazsa PPK'da faiz artırımı olacağını düşünmüyorum.
Hocam elinize saglik herzamanki gibi bir güzel yazi olmus.hocam 2001 krizi ile ve 2008krizi ile ilgili yaziniz varmi?
YanıtlaSilTeşekkürler.
SilBu konuda Küresel Finans Krizi adlı kitabımda yazdığım bölümler var.
Hocam sorulara tek tek cevap veriyor olmanızı takdir ettim. Benim de son zamanlarda kafama takılan bir soru var. Dünyayı bir bütün olarak ele alıp bir anlamda kapalı ekonomi gibi düşünürsek ve dünyayı alacaklılar ve borçlular olara ikiye bölersek acaba, dünyadaki toplam borç, alacaklıların alacaklarını tahsil edemeyecegi kadar büyük degil midir? Ve bu açık giderek büyümez mi? Netice de bankacılık sistemi kaydi paradan borç yaratarak ve borcu faizlerle katlayarak ödenmesi mümkün olmayan rakamlara çikartiyor. Bu sistem varlığını.ne kadar sürdürebilir ?
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilNormalde borçlar ile alacaklar birbirine eşit olması gerekiyor. Fark varsa anlaşmazlıklardan dolayıdır. Sorun buradan ç.ıkmaz. Sorun alınan borçlarla yapılan işlerin verimli olup olmamasından çıkar.
karışık olmayan bilgi veren bir ekonomi kitabı söyleyebilir misiniz mahfi bey.....
YanıtlaSilBenim Kolay Ekonomi kitabımı okuyun derim.
YanıtlaSilkolay ekonomiyi 2 kere okudum hocam harikaydı...
Silhocam sizce 2.19 seviyelerinden dolar alınmalı mı ? uzun vadede kazandırır mı?
YanıtlaSilBu konuda bir şey diyemiyorum. Çok farklı olay var ortalıkta.
SilHocam bu yukarıda verdiğiniz cevaptan şunu anlıyorum yanlışım varsa duzeltirseniz çok sevirm şunu belirttiniz ;''Eğer o ülke cari açığı karşılayacak kadar finansman bulamazsa o zaman kurlar artar.ve bankalar açıklarını merkez bankasından karşılar ve merkezin rezervleri düşer dediniz '' yani hocam cari açık kadar finansman bulamassa kurlar yükseliyor ve aradaki açığı karşılamak için merkeze başvuruluyor bu durumda da merkez bankalara döviz arz ettiğinde yükselen kurlar düşmüş oluyor. Fakat merkezin rezervi azaldığından o da piyasadan rezervini artırmak için tekrar döviz talep ettiğinde kurlar yine yüksek kalıyor .katılırmsınız katılmasanız nereye katılmasınız
YanıtlaSilDiyelim ki 30 milyar dolar cari açık verdiniz. Bu açığın 20'sini dışarıdan (borçlanarak ya da yatırım olarak) buldunuz 10 milyarını da mevcut döviz stokunuzdan karşıladınız. Döviz stokunuz azaldığı için bir sonraki dönemde döviz kurları artacak ve siz aradığınız kadar döviz bulamayacaksınız. O zaman ithalatınızı düşüreceksiniz. Sonuçta da cari açık düşecek.
SilHocam evet borçlarla alacakların eşit olması gerekiyor fakat benim demek istediğim acaba bu borçların meblağı öylesine büyüyor ki alacaklıların alacaklarını tahsil edemeyeceģi ölçüye mi geliyor. Mesela kasasnda 1oo tl olan bir banka 1ooo tl kaydi para yaratsa bu 1ooo tlyi kredi verse ve bu yaratmış olduģu kaydi paraların faizleri toplamı ekonomideki reel parayla karşılanmayacak ölçüde olsa bu sistemik bir problem olmaz mı? "1o deri parçası" örneği bunu guzel acıklıyordu. 1o insan olan bir ddünyaya toplam 1oo parça deriden para sürülsn. Her biri yüzde 1o faizle 1o deri alıyor. Yani bunun anlamı faizler ödendiğinde 11o deri ortaya ckması lazm. Faizlerin ödenmesi için o 1o kisiden birinin sahip oldugu tüm deri parçalarını kaybetmesi gerekiyor
YanıtlaSilEvet borç miktarı büyüdükçe ödenmesi güçleşiyor tabii. Geçmişte buna benzer borç krizleri yaşandı. Ve gelişmiş ülkelere bazı gelişme yolundaki ülkelerden olan alacaklarının bir bölümünü silmek zorunda kaldılar. Son olarak Yunanistan da da böyle oldu. Bazı alacaklar silindi.
SilHocam gümrük bölgesi ile serbest bölge arasında bir fark varmıdır ? Serbest bölge diyince yada gümrük bölgesi diyince ne anlamalıyım ?
YanıtlaSilGümrük bölgesi malların gümrüklendiği, gelen malların çekilinceye kadar tutulduğu yerin adı. Serbest bölge ise gümrük vergisine tabi olmaksızın işlem yapılan özel bölge. SB, daha çok ülkenin ihracatını geliştirmek üzere kurulan bölgelerdir.
SilHocam şu an Türk vergi sisteminde yaşlılara, engellilere, çocuklara kişisel vergilerde (gelir ,veraset,motorlu taşıtlar ) bir muafiyet yada indirim tanınıyor mu? Eğer muafiyet ve indirim tanınıyorsa bu vergileme ilkelerinden eşitlik ilkesine aykırı olur mu? Olmaz mı?
YanıtlaSilBirde hocam Türkiye'de yine kişisel vergilerde kadın ile erkek arasında bir ayrım varmı? Bu konuda bir yerden çok bilgi bulamadım yardımcı olursanız sevinirim
Bildiğim kadarıyla engelliler için vergi indirimleri söz konusu. Bence bu düzenleme eşitlik ilkesine aykırı değil çünkü o noktada baştan itibaren eşitlik yok zaten.
SilKadınlarla erkekler arasında vergi yönünden bir farklılık yok.
Hocam bankalar ihtiyaçları olduğu zaman örneğin kendilerine olan döviz talebi fazla olduğu zaman bankalarında talepleri karşılayacak düzeyde döviz birikimi yoksa istedikleri zaman merkez den döviz alabilir mi ? Bu dövizi borçlanarak mı alır yoksa karşılığında tl yatırarak mı alır ?
YanıtlaSil2)eğer bankaların gelen talepleri karşılayacak düzeyde dövizi yoksa kurlar yükselir diyoruz peki hocam bu gelen talepleri merkez bankasından döviz alarak müşterilerin kullanımına sunarsa yükselen kur düşer diyebilirmiyiz ?
3)hocam siz şunu belirtmiştiniz nasıl ki bizlerin bankası var ve istediğimiz zaman para yatırıyoruz ve para çekiyorsak bankalarında bankası merkez bankasıdır ve bankalarda istedikleri zaman döviz yatırıp tl çekebilir yada tl yatırıp döviz çekebileceğini ve merkez de hesapları olduğunu belirtmiştiniz . Acaba gün gelipte bankaların dövize ihtiyacı olduğunda merkezin de elinde fazla döviz yoksa bankalar tl yatırıp döviz çekmek istediğinde merkez bende fazla döviz yok senin ihtiyacını karşılayamıyorum dermi ? Yoksa tl konvertibil para olduğundan her zaman karşılamak zorunda mı?
4) hocam bankaların merkez bankasında döviz hesabı olduğunu düşünürsek dövize ihtiyaçları olduğu zaman illa tl yatıp döviz çekmesine gerek yok değil mi? Merkezdeki döviz hesabınıda karşılığında bir şey yatırmadan kullanabilr mi?bunun için merkez bankasının getirdiği sınırlamalar olur mu?
Hocam bu konuları uluslararsı ekonomi kitaplarının döviz piyasası işleyişleriyle alakalı kısımlarına bakıyorum ama bu sorduklarıma alakalı fazla bir şey bulamadım bana önerebileceğiniz bir şey varmı bu konu hakkında ?
(1) Bankalar, ihtiyaçları olduğu zaman MB'den döviz alabileceği gibi birbirinden de alabilir ya da yurt dışı bankalardan kredi de alabilir.
Sil(2) Düşmez çünkü MB, verdiği bu dövizlerin karşılığında döviz toplamak zorunda kalır.
(3) Bu dediğiniz çok istisnai bir durum ama olabilir. 1979 da olmuş ve Türkiye 70 cente muhtaç duruma düşmüştü. Ama günümüzde bankalar yeterli faizi verirse yabancı bankalardan döviz kredisi alabildiği için bu kolay gerçekleşecek bir olasılık değil.
(4) Eğer bu döviz kendi hesabındaysa istediği zaman bir karşılık ödemeden çekebilir.
Bunların bire bir yanıtını ua ekonomi kitaplarında bulabilir misiniz emin değilim.
Cok tesekkur ederim sayın hocam. Bir de sizi facebooktan takip edebilecegimiz kendinize ait sayfanız var mi
YanıtlaSilişte beklenen yazı işte mahfi eğilmez farkı elinize yüreğinize zihninize sağlık hocam :)
YanıtlaSilHocam yazı ile ilgili ufak bir düzeltme. Finansal kiralama, faktoring ve finansman şirketleri 2006dan bu yana BDDK gözetim ve denetimine tabidir.
YanıtlaSilSayın Hocam, sizin de takdir edeceğiniz üzere bu reformları birbirlerinden izole olarak ele almak mümkün değildir; pek çoğu diğerlerinin ön şartıdır, yumurta-tavuk ikilemini barındırır, bu yüzden bazen iki reform kanalında birlikte ilerlemek gerekir, hatta bazı reformlar diğerleri ile çelişkili hale bile gelebilir.
YanıtlaSilDolayısıyla topyekün bir bakış açısına ihtiyaç var. Ancak bunu yaparken de siyasi ve ekonomik iklimin gerçekçiliğinden kopmamak gerekiyor. Diğer türlü "bizim görevimiz söylemektir, nasıl yapılacağına siyasetçiler/bürokratlar karar versin" çıkmazına girmek kaçınılmaz oluyor. Oldukça öz şekilde dile getirmiş olduğunuz hususların bir adım ötesine adım atmadıkça, yani mevcut siyasi ve ekonomik iklimi veri kabul edip "Nasıl yapılır?" sorusunu sormadıkça, yapılacak eylemleri belirleyip siyasileri buna göre "gütmedikçe", ya da muhalefetin yürütmeyi gütmesini teşvik etmedikçe, yazınızın sonunda bahsettiğiniz kaybolan fırsatları ne yazık ki daha yıllarca yaşayacağız demektir.
En başta zaruri olan, mevcut siyasi ve ekonomik iklimin hareket yeteneklerini ortaya koymak oluyor. Pek çok ülkede olduğu gibi siyasi düşünceler ya belli bir iktisadi kesmin temsilcisi konumunda oluyor ya da mevcut iktisadi ajanlar diğerleri ile çıkar çatışmaları içerisinde belli siyasi düşünceler altında toplanıyor. Birbirleri arasında örtüşmeler-geçişler olduğunu kabul ederek Türkiye'de burjuvazinin 3 buçuk ana kompartmana ayrıldığı söylenebilir: genellikle mevcut iktidarın temsil ettiği KOBİ'ler, Anadolu kaplanları (küçük burjuvazi diyelim) ve bunların içinden gelişmiş yeni büyük burjuvazi; bu kompartmandan ya kovulmuş ya da kendileri ayrılmayı seçmiş, kendi içinde kapalı bir iktisadi mantık sürdürebilen küçüklü büyüklü "cemaat" burjuvazisi (yarım bir burjuvazi); açık veya gizli, meclisteki muhalefet altında gruplaşmış, ayrıcalıklarını giderek yitiren, "eski" büyük burjuvazi; ve muhtemelen etliye sütlüye karışmamayı uygun gören, Türkiye'de yatırım yapmış milli olmayan burjuvazi. Zannedersem mevcut siyasi savaşın üçüncü kompartman ile birinci kompartman arasında cereyan ettiğini söylemek yanlış olmaz. Ancak "bunlardan hangisi Türkiye'nin itici gücü olabilir" sorusunu sorduğumuzda, mevcut siyasi iklimi göz önüne alınca, hala birinci kompartmanın daha öncelikli olacağı kabul edilebilir. Bunun nedeni, birinci kompartmanın yeteneklerinin üçüncüsünden daha gelişmiş olması değil, üçüncü kompartman da pek tabi itici bir güç olabilirdi. Ancak ne yazık ki tarih o şekilde ilerlemedi. Bu kompartman ile iktidar arasında sarmal bir ilişki mevcut hale geldi; ayrıcalıklardan yararlanma ve sermaye birikimini güçlendirme yönünde (ihalelerle, koşullu teşviklerle, vergi denetimi gibi konularda ayrıcalıklarla vs.) ibre bu kompartmanı işaret etmekte.
Bu dengenin ekonomik kriz veya savaş gibi bir olay haricinde kolay kolay değişmeyeceğini varsayarsak, mevcut durum bir süre daha devam edecek gibi görünüyor ve sizin "Büyümenin ithalâta bağımlı yapıdan kurtarılması ve cari açığın düşürülmesi" başlığı altındaki önerilerinizin bu yapı içerisinde oldukça uygulanabilir olduğu görülüyor. Ancak "eski" burjuvazinin varsaydığınız teşviklerden yararlanma ihtimalinin giderek azaldığını hesaba katarsak, bu reformun burjuvazinin üçüncü ve dördüncü kompartmanların muhalefeti ile karşılaşacağını, siyaseten uygulanmasının çok kolay olmayacağını söyleyebiliriz.
(devamı aşağıda...)
(öncesi yukarıda...)
YanıtlaSil"Bütçe gelirlerinin konjonktürel etkilerden mümkün olduğunca arındırılması" başlığı altındaki önerileriniz ise bir çelişki doğuruyor: Mevcut iktidarın iktisadi şebekeleri diyebileceğimiz işletmelerin üzerindeki dolaysız vergi yükünün arttırılması, iktidarın tercih edeceği bir çözüm gibi durmuyor. Benzer şekilde, bu tip işletmelerin ucuz işgücüne (bazı bazı kayıtsız) ve taşeronluğa dayanan üretim yapıları içerisinde işverenin sosyal güvenlik katkı payını arttıracak "Sosyal güvenlik ve sağlık reformu" altındaki önerinizin de, faturası ancak vatandaşa çıkacak şekilde uygulanması mümkün görünüyor.
"Enerji faturasının azaltılması için gerekli tasarruf önlemlerinin alınması" konusu esasında bir yerde "Siyasal reformlar" ile kesişiyor; ancak bu alana uzanmadan dahi, sizin de bahsetmiş olduğunuz güneş enerjisi konusunda atılabilecek adımlar var. Ancak burada da orta vadede üç engel mevcut: elektrik üretiminin neredeyse yarısını doğalgazdan gerçekleştiren Türkiye'de güneş enerjisinin Almanya gibi yaygınlaşması, gerçekleştirilmiş doğalgaz ve kömür santrali yatırımlarının geri dönüşünü uzatacaktır (bu alanda burjuvazinin her kompartmanından yatırım mevcuttur); al-yada-öde şeklinde imzalanmış doğalgaz kontratları sebebiyle enerji maliyetlerinde tasarruf yaratmama ihtimali mevcuttur (ve azalacak doğalgaz ithalatı yine bazı kesimlerin işine gelmemektedir); son olarak, güneş enerjisinden elektrik üretimi teknolojisi Türkiye'de yoktur, ithal edilecektir ve bu durum da orta vadede cari açığın azalmasına etki etmeyecektir. Burada izlenmesi gerçekçi görünen yol, birinci kompartmandaki burjuvazi kesmine bu teknolojiyi Türkiye'de üretecek olanak/teşviklerin yaratılması, orta vadede bu teknolojinin Türkiye'de dünya ile rekabetçi şekilde üretiliyor hale gelmesinin sağlanması, al-yada-öde doğalgaz kontratlarının sona ermesinin beklenmesi ve bu arada da doğalgazlı mevcut santral stokunun ekonomik ömrünün tamamlanması gibi görünüyor. Bunun yanında enerji verimliliği alanında atılabilecek ve çok daha çabuk sonuç getirecek önlemler alınabilir, ki enerji bakanlığı birkaç senelik duraklamanın ardından son zamanlarda bu konuya tekrar yoğunlaşmış gözüküyor.
Ancak enerji konusunu jeopolitik ilişkilerden bağımsız ele almak da mümkün değil. Bu ilişkiler arasında maliyet tasarrufu sağlaması en muhtemel kanal ise Kuzey Irak gibi görünüyor. Kuzey Irak ile geliştirilmesi gereken iyi ilişkilerin Kürt hareketinde izole şekilde ele alınması ise mümkün görünmemekte; bu sebepten ötürü bu tip jeopolitik ilişkiler kapsamında ele alınacak enerji konusu bu noktada siyasal reformlar ile kesişmekte. Burada da gerçekçi olarak gidilmesi mümkün görünen yol, sizin de belirttiğiniz gibi, anayasal reform ve seçim barajının düşürülmesi gibi görünüyor. Bu sürecin bir özerklik ile neticelenmesinin muhtemelliğini kabul etmek gerekmekte. Ancak önerilerinizden bazıları bu sürecin ilerleyişini engelleyecek çelişkiler barındırmakta. Milletvekilliği süresinin kısaltılması ve lider egemenliğinin engellenmesi yerine, tam tersine, bu sürecin nihayete vardırılabilmesi için bu kanaldan ortaya çıkacak kişisel zenginleşme olanaklarını güvence altına alabilecek çok güçlü bir lider ve iktidara ihtiyaç duyulacağını kabul etmek gerekir diye düşünüyorum, en azından orta vadede.
(devamı aşağıda...)
(öncesi yukarıda...)
YanıtlaSilBuradan, reel sektör reformları ve sosyal reformlar ile bir sonuca bağlanabilir. Neticede en temeldeki eksikliğimizin eğitim ve teknoloji eksikliği olduğu kabul edilebilir. Eğitimin sürdürülebilir ve kaliteli bir yapıya oturtulması için muhalefet her fırsatta iktidarı zorlamalıdır; nihayetinde bu ilerleme burjuvazinin her katmanının işine geleceği gibi, daha bilinçli seçmen yetiştirmenin de mümkün tek yolu gibi görünüyor. Ar-ge teşvikleri ise iktidarın kendi burjuvazi kompartmanının sürdürülebilirliği ve dolayısıyla iktidarın kendi iktidarını sürdürebilmesi için zaruri görünüyor. Diğer türlü, "eski" burjuvazi gibi duvara toslamak ve iktidarı kaybetmek giderek büyüyecek bir tehlike gibi görünüyor.
Ben de kendime bir yazı yazmış oldum galiba :)
Saygılarımla...
Hocam, elinize sağlık çok güzel bir yazı, gerçekten çok mantıklı önermeler belirtmişsiniz. Yazınızın son bölümüne ithafen; ben, hükümetin 60 milyar doların üzerinde gelir elde edip TOKİ kılıfı ile bir saadet zinciri yaratıldığını ve özelleştirme ile gelen bu gelirin yandaş gruplara peşkeş çekildiğini düşünüyorum. Nitekim inşaat sektörü ekonominin en önemli tetikleyicisi olup yan iş dallarının çeşitliliği ve bolluğu dolayısıyla rantın kolaylıkla sağlanabileceği bir sektördür. Kaldı ki başbakanın ısrarla faizlerin indirilmesi gerektiğini, yatırımcıların düşük faizden borçlanıp yatırımların artacağını kısır bir tezle bastırmasında etken rol oynar. Sonuç olarak, ben TOKİ projesinde bile yapısal reform hak getire, hükümetin millet için samimi davranmadığını, tam aksine kendi çıkarları doğrultusunda saadet zincirine kazanç sağladığı kanaatindeyim.
YanıtlaSilSn hocam..Bu kadar mı anlaşılır basit ve derin ifade edilebilir meseler. Her bir yazınızı bilgilenerek ve begenerek takip ediyorum. Dimağınıza sağlık...
YanıtlaSilZihnimizdeki olmasi gerekenleri öyle güzel toparlamışsınız ki net yani hersey.şu an siyasete girsek nasıl adımlar atmamiz gerek bunun bilincinde olduk.bir de bu yazıyı okuması gerekenler değerlendirse. ..
YanıtlaSilHa biz de eğitim adalet durumları reforma girdi ama o da revize edemedi sanki çok geride kaldı. ..
Teşekkür ederiz bu güzel anlatiminiz için. .. :)
Hocam Öncelikle bu gerçekçi tespitleriniz olağanüstü tebrik ederim. Fakat, benim burada değinmek istediğim TOKİ meselesidir. Devlet hiçte öyle uygun fiyatlı ev yapıp vatandaşına vermiyor. ucuza sattığını düşündüğümüz evlerin hepsinde öncelikle damga vergisi ve kdv alınıyor(TÜM TOKİ evlerine muafiyet getirilebilir mesela). bu daha senaryonun başlangıcı. düşük taksit yanılgısına düşen vatandaş ev taksitlerini ödemeye başlıyor. sonrasında ise TOKİ her altı ayda bir taksit tutarlarınızı endeksleyerek ( misalen 500 tl olarak başladınız ilk taksitte bu ödemeniz 6. yılınızda 900 tl civari olabiliyor nunun türkçesi şu : aslında 90.000 tl ye aldığınızı düşündüğünüz konut size bu sistemde 200.000 tl ye mal olabilmektedir.) aslında ucuza verdiğini düşündüğümüz konutları -ki kalitesi tartışılır- çokta adil olmayan fiyatlara orta- orta düşük vatandaşa satmış oluyor. ve bu konuda yüz binlerce aile mağdur ve pişman durumdadır. sizden bu konuyu el atmanızı ,konunun kamuoyunda bilinirliliğini arttırmanızı istirham ediyorum. saygılarımla
YanıtlaSilHocam , o kadar çok yapısal reformların gerekliliğinden söz ettiniz ki, hükümet yapısal reformlar paketi açıklamaya mecbur kaldı sonunda, ne ki 12 yıldır neredeydiniz, neden bunları daha önce yapmadınız diye sormaya değecek bir taslak dahi yok hazırladıklarında ..
YanıtlaSilMaalesef öyle. Bu biraz mecbur kalındığı için derlenmiş konuların yapısal reform olarak sunulmasından ibaret bir adım.
SilHocam,hep yapısal reformlardan bahsediyoruz ama. Türkiyenin yapısal sorunları nelerdir?
YanıtlaSilBenim anladığıma göre, adam gibi dışarıya satılıp kar bırakacak mal üretmekten daha iyi bir çözüm yok, doğru mudur hocam?
YanıtlaSilMerhaba Hocam,
YanıtlaSilElinize sağlık çok güzel ve bilgilendirici yazı. Hocam enerjide dışa bağımlı olmamız elimizi kolumuzu bağlıyor. Nükleer enerjiye ise halk ikna olmuş değil. Medya da bu olumsuzluğu tetikliyor. Sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelim olsun deniliyor. Dünyada şu anda en büyük kavgalardan biri enerji üzerine. Siz ne düşünüyorsunuz Hocam bu konu hakkında? Çevreci enerji üretmek ne kadar mümkün?